İşte Bediüzzaman'ın yaptığı şakalar!

İşte Bediüzzaman'ın yaptığı şakalar!
Said Nursi'nin yaptığı şakalar içinde hakikati barındırıyordu ve parmakla sayılacak kadar azdı.
Bediüzzaman, Yalan söyleyerek yapılan, Sonunda karşıdakini, Aldatmak olan, Şakalaşmaktan kaçınırdı... Çünkü müslüman dürüst olmalı, Kardeşini aldatmamalıydı... Peygamberin: “Bizi aldatan bizden değildir.” Hadisini titizlikle yaşamalıydı... Bu nedenle tıpkı Peygamber gibi, Onun latifeleri de, Parmakla sayılacak kadar azdı... Yaptığı şakalar da, İçinde hakikati barındıran, Sadece zekasından doğan, Tatlı hatıralardı... Bir gün, Siverek mebusu ve yüzbaşı, Abdülgani Ensariyle konuşmaktaydı... Sohbet esnasında, Bediüzzaman, “ Ensari” dedi... “ Yarın Said'in başını kesecekler.” Ensari cümledeki inceliği anlamamıştı... “ Nasıl olur efendim?” Diye şaşırmıştı... Bediüzzaman tebessüm ederek, Sözlerindeki manayı açıkladı: “ Said kelimesinden,” “ Sin harfi kaldırılırsa,” “ Yani baş harfi kesilirse,” “ Geriye “iyd” kalır ki,” “ Bu kelime arapça da,” “ Bayram demektir...” “ Yarın da Kurban bayramıdır...” ÇAYLARI İÇTİ Molla Said, Mustafa Paşa'ya gidip, “ Ya zulmü bırakıp,” “ Namaz kılacaksın” “ Ya da seni öldüreceğim.”deyince, Onun, “ Beni bu,” “ Pis kılıçla mı öldüreceksin?” Alayına karşı, “ Kılıç kesmez el keser,” Dedikten sonra, Mustafa Paşa, Bediüzzamanı, Cezire alimleriyle münazaraya davet eder... “ Eğer hepsini ilzam edebilirsen,” “ Senin dediğini yaparım.” “ Eğer ilzam edemezsen,” “ Seni Fırat'a atarım.” Diye tehdit eder... Molla Said O'na: “ Bütün ulemayı ilzam etmek,” “ Benim haddim olmadığı gibi,” “ Beni nehre atmak da,” “ Senin senin haddin değildir.” Diye cevap verir... Böylece atlarla yola çıkarlar... Cezire alimlerinin yanına varırlar... Biraz sohbetten sonra, Alimlere çay ikram edilir... Bu esnada, Molla Said'e türlü sorular yöneltilir, Onun verdiği cevaplar karşısında, Şaşkın şaşkın bakakalırlar... Molla Said önce kendi çayını içer, Ardından, Diğer alimlerin çaylarını bitirir... Kimse olanları fark etmez, Çünkü herkes, Cevaplara kilitenmiştir... Fakat Bediüzzaman, Hem alimleri ilzam etmiş, Hem Mustafa Paşa'yı dize getirmiş, Hem de bu işi, Herkesin çayını içmek gibi, Bir latife yaparak halletmiştir... ÜZÜMLER Katip Osman adlı bir talebe, Üstad'a bir sepet üzüm getirmişti. Bediüzzaman, Üzümlerin parasını ödedi... Ve dersin ardından, Üzümü oradakilere pay etti... Yanındakiler dokuz kişiydi... Üzüm, dokuz hisseye bölündü... Sepetin sadece, Bir salkımı siyah üzümdü... Kur'a çekildi... O sırada merhum Ceylan ağabey, Yerini değiştirdi... Ve siyah üzümleri kendine düşürdü... Bunu fark eden Bediüzzaman, Şöyle bir latife etti: “ Vay keçeli, vay” “ Ben bu siyaha göz dikmiştim.” “ Sen yine kendine düşürdün.” ZÜBEYİR AĞABEY Zübeyir ismi, Asr-ı Saadette de, Şöhret bulmuş... “Zübeyir bin Avvam...” Cennetle müjdelenen, Peygamberin. “Bu ümmetin havarisidir.” Diye yücelttiği bir sahabi... Üstadın: “Kainata değişmem”dediği, Tıpkı onun gibi, Herşeye koşan, Nur hizmetine en çok yardım eden, Tüm dünya emellerinden, Bir nefeste vaz geçen, Zübeyir ağabey de, Belki de, Bu hizmetin havarisi... Havari yardım eden demekti... Hz. İsa'ya ömür adayanlara, Ona inanıp, Asla bırakmayanlara verilen isimdi... Fakat bu vasfı kazanmak, Kolay değildi... Üstad'ın dediği gibi, “Meyyit, yani ölü olmak gerekti.” “Bütün hissiyattan kopup,” “Bütün emellerini,” “Sadece İman hizmetine sarf etmekti...” “Tüm ruhunu feda etmekti bu yolda.” Zübeyir ağabey böyle yaptı, Böyle yaşadı... Aralarında geçen şu olay, Bunun Üstad tarafından da, Onaylandığının kanıtı... Bir gün Üstad, talebelerinden, Ahmet Gümüşü yanına çağırır... Zübeyir ağabey için, “ Senin bu hemşehrin çok ahmak,” “ Benim için herşeyini terk etti.” “ Görüyorsun çok kovuyorum,” “ Ama gitmiyor.” “ Maaşı 700 lira idi.” “ Ben ona otuz kuruş veriyorum.” “ Hiç sesini çıkarmıyor.” “ Senin bu hemşehrin,” “ Ahmak değil mi? Diye sorar... Ahmet Gümüş: “ Üstadım değil.” der.. Bediüzzaman üsteler: “ Neden?” “ Bak, babasını, anasını,” “ Memuriyetini, terk etti...” “ Üstelik bir de benden dayak yer.” “ Otuz kuruş mu çok?” “ 700 lira mı? Diye tekrar sorar, Talebesi: “ Üstadım sizin otuz kuruş çoktur. Diye cevap verir... Bediüzzaman: “ Sen mekteplisin.” “ Hiç hesap okumadınız mı?” “ 30 kuruş 700 liradan nasıl çok olur? Diye devam eder... Talebe şöyle cevaplar: “Üstadım Zübeyir ağabey,” “ En iyisini yapmıştır.” “ Sizin otuz kuruş,” “ 700 liradan çok daha iyidir. Bunun üzerine Üstad, “ Anlaşıldı,” “ Sen hemşehrini tutuyorsun.” “ Sen de ahmaksın.” “ Hemşehrini,” “ Benim yanımda müdafaa ediyorsun.” “ Ondan sana ahmaklık bulaşmış, “ Veya seni de kandırmış.” Diyerek, latife eder... ORMAN KORUYUCUSU 1930'lu senelerin birinde, Bedre denilen bir mevkide, Korulukta yangın çıkıyor... Sabri Arseven ağabey, Bu yangını, Ne yapsa önleyemiyor... Sonunda karar veriyor, Üstadın ona verdiği, Ve o gün de sırtında, Bulunan cübbeyi çıkarıp, Alevlere doğru uzatıyor... Ve şöyle hitap ediyor: “ Yak! işte yakabilirsen!” “ İşte bu,” “ Bediüzzaman'ın cübbesi.” Az sonra alevler çekiliyor, Ferini kaybediyor, Ve sonunda sönüp gidiyor. Daha sonra bir zaman, Bu olayı Bediüzzaman'a anlatıyor. Bediüzzaman tebessüm ederek, Şöyle latife ediyor: “ Keçeli,” “ Beni,” “ Orman koruyucusu mu yaptın?” HOŞAF VE MİDENİN ŞERRİ Ceylan ağabey bir gün, Üzüm, armut ve elmayla, Karışık bir hoşaf yapar. O sırada Üstad yanına gelir, Kazanın kime ait olduğunu sorar. Ceylan ağabeyin olduğunu öğrenince, “Bu hoşafın hepsini kim yiyecek?” Diye sorgular. Ceylan ağabey; ''Ben yiyeceğim Üstadım.'' Deyince Üstad şaşırır ve; “Bu sana çok.” “ Git yarısını çarşıda sat.'' Diye fikrini açıklar. Ceylan ağabey muziptir: “ Üstadım bu tencere ne ki?” “ Ben bunun yanında,” “ Bir-iki tencere yemek yerim.” “ Bunu da üstüne içerim''der. Üstadsa: ''Fesübhanallah!” “ Senin midenin şerrinden” “ Allah'a sığınırım.'' Diye bu cümleyi karşılar... Ceylan ağabey, Muzipliğe devam eder. “ Üstadım!” “ Talebe hocasına yalan söylemez.” “ Sizin yediğinizle,” “ Zübeyir Ağabeyin yediği,” “Benim dişimin kovuğuna gitmez!'' Üstad Ceylan'ın bu haline, Tebessümle bakar... NAMAZ KILMAK İÇİN Mahkemelerden birinde, Henüz başlamadan celse, Namaz vakti gelir yine... Yer arar Üstad hararetle... Pencere kenarında, Yalnız bir kişinin sığacağı, Boşluk bir yerde, Kılmaya karar verir namazını, Namaz kılınacak yer, 60-70 santimetre yükseklikte... Bir sandalye arar gözleri, Bulamaz nafile... Bunu görünce bir talebe, Adı İbrahim Fakazlı, Atar kendini yere... Bediüzzaman bozuntuya vermeden, “Keçeli”diye vurup, Talebenin ensesine, Sırtına basıp çıkar, Namaz kılacağı yere... KABI BANA LAZIM Said Özdemir ağabey, Bir gün Üstadını ziyarete gider O ziyarette, Bediüzzaman kendisine; “Kardeşim,” “ Bugün benim yatağımda yatıp,” “ Benim yemeğimi yiyeceksin” der. Ders yapılır... Sonra herkes, Odasına dağılır. Bediüzzaman, Kendine getirilen yemeğin yarısını, Said ağabeye yollarken, Yanında şu sözü de gönderir; “Kabı bana lazım” ÜZÜMLER 2 Isparta'dan bir ağabey, Bağından bir sepet üzüm getirmiştir. Üstad hediye kabul etmediğinden, Üzümlerin ücretini vermiştir. Odasında, karyolanın karşısında, Kapı ile pencere arasında, Gerili bir ip vardır. Bu bir sepet üzümü, Tefekkür etmek amacıyla, Zübeyir ağabey vasıtasıyla, O ipe astırır.. Birkaç günün ardından, Güzel bir dersin sonunda, Ceylan ağabey, Üzümlere bakar: “ Üstadım,” “ Bu üzümler,” “ Burada durup ne olacak?'' Diye cesaretle sorgular... Üstad da Onu: “ Keçeli!” “ O üzümler,” “ Orada öylece duracak,” “ Onlardan almak yasak.” “ Siz ancak,” “ Yere düşenlerden alabilirsiniz!'' Diye cevaplar... Ceylan ağabey meseleyi anlar... İpin yanına gidip, Hızlıca sallar... Üzümler tek tek etrafa dağılır... Böylece yere düşenleri, Toplamaya başlar... Üstad, “ Keçeli ne yapıyorsun? Diye sorarak, Durumu anlamaya çalışır... Ceylan ağabey sakince başını kaldırır: “ Üstadım,” “ Siz, yere düşenleri alacaksınız,” “ Demediniz mi?” “ Bende öyle yapıyorum!'' Diye üstadın sorusunu cevaplar... Bu cevap, Üstadın çok hoşuna gider, Ve tebessüm etmeye başlar... YEMEK CEZASI Abdullah Çayırlı küçükken, Uzunca bir sepet içinde, Üstadına yemek getirirken, Merdivenlerden çıkarken, Sepet koruluğa takılır, Küçük Abdullah tökezler, Ve yemeği merdivenlere döker... Abdullah mahzun, Ne yapacağını şaşırmış şekilde, Üstadı bekler... Bediüzzaman onu görünce: “Gel bakalım keçeli,” “ Sen cezalısın” diye, Onu odasına davet eder... Ve önüne bir kâse aşure bırakır... Yemesini ister... Küçük Abdullah aşureyi yer, Böylece cezasını, Üstadın latifesi, Ve ikramıyla çeker... SANA NİNE ALACAĞIM Kır gezilerinden birinde, Üstad ve Ceylan ağabey, Koyunların, kuzuların, Yanından geçerken, Asrın adamı, Ceylan ağabeye takılarak; “ Ceylan!” “ Sana bir koyun alacağım,” “ Bir de nine alacağım.” “ Nine koyunu sağar,” “ Sen de sütünü içersin.” der. Ceylan ağabeyin cevabı gecikmez: “ Nine ihtiyardır,” “ Bu işleri yapamaz Üstadım!” Diye cevap vererek, Üstadın latifesine, Onu tebessüme getirerek, Cevap verir... SİNEK VE HACAMAT Barla'da, Çam dağlarında, Yabani ve iri bir sivrisinek, Ceylân ağabeyin eline konmuş, Kanını emiyormuş... Bunu farkeden ağabey, Elindeki makasla, Sineğin ayağını kesmeye çalışıyormuş... Üstad: “ Keçeli ne yapıyorsun?” Diye sormuş... Ceylan ağabey; “ Kısas yapıyorum Üstadım” Deyince Üstad: “ O da seni, hacamat yapıyor" Diyerek latifede bulunmuş... İSMİNİ SÖYLEMEK Bediüzzaman Hazretleri, İstanbul'dan seyahat ederken, Deniz yoluyla, Of limanına da uğrar. Bu arada bir Medrese müderrisi, Üstada adını sorar. Üstad adını bir beyitle açıklar: “ Kes,''müderris'' ayağın,” “ Hem ''mûid''in başını” “ Koy ayağın baş yerine,” “ Tâ bilesin adımı.” Şöyleydi bu beyitin açıklaması; Hem latifeli, Hem zeka pınarı... “ Müderris kelimesinin ayağı olan,” “ Müder kısmı ile,” “ Mûid kelimesinin başındaki mu harfini kes.” “ Sonra,müderris kelimesinden, “ Arta kalan sin harfini, “ Baş tarafa al.” “ Mûid kelimesinin başındaki mu yerine koy,” “ Benim ismim meydana çıkar.” “ Yani: Said.'' NURDAN HUYUT RİSALE HABER
11 Mart 2011 13:56
DİĞER HABERLER