Ortaya çıkan son ses kaydında Başbakan Erdoğan olduğu iddia edilen kişinin o dönem Star Gazetesi'nde yazan Hidayet Şefkatli Tuksal'ın kovulması için Mustafa Karaalioğlu olduğu iddia edilen kişiye talimat verdiği iddia ediliyor...
Dün Twitter'da "Başçalan" hesabı tarafından yayınlanan 2 ses kaydında bir dönem Star'ın başyazarlığını yapan Mehmet Altan ile gazete yazarlarından Hidayet Şefkatli Tuksal'ın Başbakan Erdoğan olduğu iddia edilen kişinin talimatı ile kovulduğu iddia ediliyor.
Cumhuriyet'in haberine
göre, iddiaya konu kayıtlarda, Başbakan Erdoğan olduğu iddia edilen kişi ile o dönem Star Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu olduğu iddia edilen kişi arasında geçtiği iddia edilen ses kaydında, Erdoğan olduğu iddia edilen kişi, Hidayet Ş. Tuksal'ın bir yazısından alıntı yaparak, Karaalioğlu olduğu iddia edilen kişiye kızıyor. "Evet Efendim, Tamam Efendim, Haklısınız Efendim" diyen Karaalioğlu olduğu iddia edilen kişi, "Uygun bir şekilde hallediyoruz Efendim" diyor.
Peki O ses kaydında Başbakan olduğu iddia edilen kişiyi bu kadar çok kızdıran köşe yazısı neydi?
'Halk sillesiyle uyarıyorum' başlığıyla kaleme alınan yazıda 'Başbakanın son çıkışlarına liberal ve demokrat yazarlardan gelen eleştiriler, hak etmedikleri bir karşılık alıyorlar ne yazık ki' diyen Tuksal, yazısını sert bir sözle bitirdi: "Hak sillesinin sadası yoktur! Bir vurdu mu, devası yoktur!"
İşte Hidayet Şefkatli Tuksal'ın "Başbakan'ı kızdırdığı" iddia edilen ve kovulmasına neden olan yazısı;
Başbakanın son çıkışlarına liberal ve demokrat yazarlardan gelen eleştiriler, hak etmedikleri bir karşılık alıyorlar ne yazık ki. Ben yaşama biçimi itibarıyla dindar/muhafazakâr olan ancak bu ülkede toplumsal barışın muhafazakârlık ekseni üzerine kurulamayacağına inanan başörtülü bir kadın olarak, liberal ve demokratlara yönelik haksız eleştirilerden son derece rahatsız olduğumu belirtmek istiyorum.
ALDIĞIM CEVAPLAR BENİ ŞAŞIRTTI
AK Parti'ye yakın, görüştüğüm ve aklı başında olduğuna inandığım bazı kişilere, Başbakanın son çıkışlarını nasıl yorumladıklarını sorduğumda aldığım cevaplar beni şaşırtıyor. Bir kere, bu çıkışların gereğinden fazla abartıldığını düşünüyorlar. Pratikte değişen bir şey olmadığını, Başbakanın muhafazakâr ve milliyetçi tabanın hassasiyetlerine uygun mesajlar vererek, seçim öncesinde safları sıklaştırmaya çalıştığını düşünüyorlar. Başbakanın bu sert üslubunun, evet bazı liberal ve demokratları rahatsız ettiğini ama diğer kesimlerden partiye gelecek oyları arttırdığı yolunda bir inanca sahipler. Dolayısıyla sakin ve serinkanlı bir biçimde seyrediyorlar, hatta Başbakanın bu seçim atmosferinde böyle davranmasının anlayışla karşılanması gerektiğini ileri sürüyorlar.
Ancak onların anlayışla karşıladıkları bu seçim atraksiyonlarını ben endişe ile karşılıyorum. Pratikte değişen pek bir şeyin olmadığı doğru olsa da, Başbakanın iktidara yürürken çizdiği muhafazakâr-demokrat profilin geldiğimiz şu yeni aşamada fazlasıyla yara aldığını düşünerek üzülüyorum.
BU DURUMU NASIL İÇLERİNE SİNDİREBİLİYORLAR
Olan bitene, "canım ne olacak, muhafazakâr bir başbakanın muhafazakâr tavırlar sergilemesi normaldir" genişliği içinde bakanlara, profilin "demokratlık" kısmını böyle bir kalemde feda etmeyi nasıl içlerine sindirebildiklerini sormak isterim. Medyada kahir ekseriyetin, "bunların gizli ajandası var" diye muhalefet yaptığı günlerde epey özgürlükçü ve demokrat olan AK Parti mensupları ve taraftarlarının, bugün muhafazakarlık üzerinden savunmaya geçmiş olmalarını bir tür riyakarlık olarak görüyorum.
İKTİDARLARINI KAYBETMEMEK İÇİN YALAN SÖYLEMİŞLERDİ
Bana göre bu yaklaşım, ilkelerden çok iktidarı yani gücü elinde tutmayı önceleyen ve etik açıdan son derece sorunlu bir yaklaşım. Çünkü geçmişte pek çok politikacı, çeşitli konularda sergiledikleri tutarsız davranışları, "dün dündür, bugün bugündür" vecizesiyle (!) izah ettiler ama "dünler" geçti ve "bugün" kendilerini hayırla yâd eden çok az kişi var. Köşelerinde unutuldular, kaderlerine terk edildiler. Çünkü dürüst değillerdi, ilkeli değillerdi; kendi çıkarlarını ya da kendi çıkarları ile uyuşan kesimlerin çıkarlarını her zaman bu ülkenin selametinin, zenginliğinin ve barışının üstünde tutmuşlardı. İktidarlarını kaybetmemek uğruna yalanlar söylemiş, kirli işleri desteklemiş, cinayetlere göz yummuş, şaibeli ittifaklardan güç almışlardı. Ama zaman geçti, devran döndü ve tarihin çöplüğüne atıldılar.
BU BİR TÜR YALAKALIKTIR
Başbakanın her yaptığını alkışlamak, apaçık yanlışlara dahi konjonktürel, politik vs. gerekçeler üreterek destek olmak, sözümü hiç sakınmayacağım, bir tür yalakalıktır. Başbakanın hiddetinden çekinip, hem onu hem kendilerini hem de ülkenin selametini tehlikeye sokanları, herkesin hatırlaması geren bir dize ile uyarıyorum:
"Hak sillesinin sadası yoktur!
Bir vurdu mu, devası yoktur!"
İnşallah bu devasız duruma düşmeyiz!
Star Gazetesi'nde yazan Hidayet Şefkatli Tuksal'ın ses kayıtları sonrası kaleme aldığı bugünkü yazısının ilgili bölümü..
Star’dan nasıl ayrıldım? Gerçekler ve yalanlar
Akşam geç vakit oğlum aşağı kattan seslendi: “Anne seninle ilgili yeni bi şey çıkmış!”
Allah Allah dedim, ne olabilir ki? Yanına inip izlediğimde, başbakan kusura bakmasın ama gülmekten kendimi alamadım çünkü bizim camianın erkekleri böyle hoşlarına gitmeyen tavırlarımla karşılaştıklarında hep aynı tür tepkiler veriyorlar: “Bu kendini ne zannediyor yaaa?” Uzatmadan cevap vereyim: Aslında hiçbir şey zannetmiyorum; fakat onları da bir şey zannetmiyorum, belki onları şaşırtan şey de bu! Aldığım dînî eğitim, hayattan elde ettiğim tecrübelerim bana, dünyadaki hiçbir kişiye, kuruma, sisteme gereğinden fazla değer yüklememeyi; onları sorgulanamaz ve eleştirilemez kılmamayı öğretti. İşte hepsi bu!
Gelelim benim Star’dan ayrılış hikâyeme…
Star’da yaklaşık iki yıl yazdım. Bu süre içinde, başbakan duymasın ama hiçbir yazım konusunda gazete yönetiminden herhangi bir itiraz, eleştiri ya da buna benzer üzerimde baskı oluşturabilecek bir tavır görmedim. Zaten böyle bir tavır vaki olsaydı, bunu hem ifşâ ederdim, hem de o gazetede bir saniye bile durmazdım. Üstelik ayrılış yazımda, neden ayrıldığımı da gayet ayrıntılı bir biçimde açıklarken, bana tanınan bu özgürlük konusunda Mustafa Karaalioğlu başta olmak üzere, gazete yönetimine teşekkür bile ettim. Ayrılış sebebim ise gayet basitti ve “Üç bin beş yüz vuruşa veda!” başlıklı son yazımda karar anımı şu cümlelerle ifade etmiştim:
“Köşe yazarlığı serüvenine başlarken iki yıl önce, bunun ne kadar süreceğini bilmiyordum gerçekten. Hatta dün bile, bugün sabah kalkıp, bu işi bitireceğimi bilmiyordum. Ama sabah kalktım ve rüyamı anımsadım. Rüyamda bir arkadaşıma şöyle diyordum: ‘İnsanlara yapıştırılan etiketler bir kara delik gibi, söylediğimiz her şey o kara delik tarafından yenip, yutuluyor.’ Aslında rüyama kendim de şaştım. Çünkü genelde bu kadar net cümleler hatırlanmaz rüyalardan. Ama ben sanki cümlem biter bitmez uyandım ve bu söz üzerine düşünmeye başladım.
… İki yıldır bu köşede yazıyor olmanın sorumluluğu ile bu hızlı akış içinde daha bir gündemin peşinde, daha çok içindeyim. Ama bunun tüketici bir tarafı var ne yazık ki. Bencillik etmeme adına ertelediğim ve hem kendim hem de benim gibi kıvrananlar için önemli olduğuna inandığım sorularım var kafamda. Bu soruların peşinden gitmek istiyorum artık. Rüyamla ne ilgisi var bilemiyorum ama ben sabah kalktıktan bir iki saat sonra, kendimi bu kararı almış buldum.”