Türkiye'de emniyet ve cezaevlerinde işkence yaygın bir hal aldı. İşkence mağdurlarının aileleri mektupla yaşadıklarını anlatmaya devam ediyor
15 Temmuz sonrası yaygın biçimde yaşanan işkence ve kötü muamelelerle ilgili tr724 sitesi yazı dizisinin üçüncü bölümünde S.A. isimli kadın öğretmenin yaşadıklarına tanıklık ediyoruz. Öğretmen S.A., eşi A.A.’nın gözaltına alınış süreci ve yaşadıklarını anlatıyor. Gözaltına alındığının dördüncü gününde eşini görebilen S.A. şunları söylüyor: “Eşim bir daha nezarethaneye konmamak için yalvarıyordu. 50 yıl hapse atılmaya razı olduğunu söylüyor, bir daha beni nezarete atmayın diye yalvarıyordu.”
‘EŞİM GÖZLERİMİN ÖNÜNDE YALVARIYORDU’
“Adım S. A. Öğretmenim.
Polisler, evimize Ağustos sonu bir perşembe günü gece saat yaklaşık 12:00 gibi geldiler. Kapıdan bağırarak, arama ve eşim A.A.’ya gözaltı kararı olduğunu söyleyerek eve girdiler. Bu bağırtıyı 2. kattaki komşu bile duydu. Sürekli bağırıyor ve savcılık yazısını okutmamaya çalışıyorlardı. Nihayet savcılık yazısına bakabildik. Karardaki isim ve soy isim farklıydı. Ö. I. diye birinin adınaydı karar. İsmin farklı olduğunu söyleyince polisler, “Klavye hatası” dediler.
Sürekli bağırıyorlardı. Evde küçük çocuk olduğunu söylüyor bağırmalarına gerek olmadığını anlatmaya çalışıyordum. Çocuğa bakmak için odaya geçtim. Artan bağırtılar üzerine tekrar salona döndüm. Eşime kalk ayağa diye bağırıyorlardı. Arkadan ellerini kelepçelediler. Oturmak istedi ‘asla oturmayacaksın’ diye bağırdılar. Evi aradılar. Evi ararken içeri hava girsin diye camı açtım. Ona bile dönüp ters ters dövecek şekilde baktılar. “Arabanız var mı?” diye sordular. Eşim “var” deyince elleri kelepçeli bir şekilde aşağı indirip arabayı aradılar.
Polislerden biri yukarıda kaldı. Ben “Allah bizi bu hale getirenden hesabını sorsun” diye dua edince polis “sen git darbecilere fetöcülere beddua et” diye bana bağırdı. Ben de “darbeci Allah’ından bulsun; bana ne, bizim bir alakamız yok, eve bile niye geldiğinizi anlamadık, bakıldığı söylenen hiçbir kriter bizde yok” dedim.
Sonra yukarı çıktılar. Eşim kıyafetlerini giyerken bana nerede çalıştığımı sordular. Milli Eğitim Bakanlığı’nda öğretmenim deyince “tamam iki gün sonra senle de görüşürüz” dediler.
Eşimin hazırlanmasını beklerken polislerden biri “siz zaten bizi beklemiyor muydunuz” diye sordu. Ben de “niye bekleyelim bir suçumuz yok ki” dedim. Eşimi elleri ters kelepçeli bir şekilde polis otosuna bağırarak ve başından iterek bindirdiler. İlk 4 gün eşimle görüşemedik ve hiçbir haber alamadık. Dördüncü gün kıyafet götürdüm ve vermek için ısrar ettim. Beni ifade odası diye bir odaya aldılar. Eşimle ilgili bazı sorular sordular. “Darbeci fetöcüler kamuda çalışamaz, senin de ismini veririz sen de atılırsın” diye tehdit ettiler. Sonra eşimi yanıma getireceklerini söylediler. Ama “ağzından tek bir kelime dahi çıkarsa seni de bu soruşturmadan içeri alırız” diye tehdit ettiler.
Eşim odaya girdiğinde bitkin bir haldeydi. Yüzünde darp izleri vardı. Psikolojisi çok kötüydü, tekrar nezarethaneye inmemek için yalvardı. “İsterseniz 50 yıl hapis verin ama beni oraya indirmeyin” diyordu.
Polisler bana “senin bildiklerin varsa söyle kurtar onu, söyle itiraf etsin” diye bağırıyorlardı. Eşimle görüşürken içerde 4 polis vardı ve hepsi eşimin etrafını sarıp onu tehdit edip bağırıyorlardı. Üstüne gidip, diklenip “söyle söyle” diye bağırıyorlardı. Eşimin perişan halini görmem için yukarı çıkarmışlardı.
Günlerce bizi savunacak avukat aradım, bulamadım. Başvurduğum hiçbir avukat eşimi savunmayı kabul etmedi. Barodan bir avukat verecekler. Çok çaresizim, eşim işkence görüyor. Hayatından, akıl sağlığından endişe ediyorum. Lütfen bana yardım edin.”