Abdülhamit'in önde gelen muhaliflerinden biri olan Ali Suavi, Osmanlı Devleti'nin çöküşünü hakka'l yakin yaşamadı, ama siyasi ve toplumsal olayları doğru okuyup net öngörülerde bulunması dolayısıyla ayne'l yakin gördü. Vefatının (1878) üzerinden 30 yıl sonra Osmanlı Mondros mütarekesini imzaladı.
Balkanlar'dan sonra sıranın Ortadoğu'ya ve Afrika'ya geleceğini tahmin etmek zor değildi. Bunu Abdülhamit de görüyordu, hatta günün birinde Ermeni nüfusun yoğun olarak yaşadığı Vilayet-i Sitte'nin dahi elden çıkabileceğini hesap edip meseleyi İttihatçılar gibi 'katliam' yaparak değil, bölgeye imparatorluğun başka bölgelerinden -mesela Yemen, Libya vd.- Müslüman nüfus transferiyle çözebileceğini düşünüyordu. Ama padişah dahi yönetici kademesinde ne yapılması gerektiği konusunda berrak, gerçekçi, fizibilite değeri olan proje-program sahibi kimse yoktu. Padişahın projesi, çöküşü geciktirip bu arada idari ve sosyal kurumları modernleştirmekten ibaretti, yeni idari yapılanma arzularını kaale almak istemiyordu.
Ali Suavi'ye göre olayların nasıl bir seyir takip edeceğini zamanında kestirip ona göre tedbir almayanlar, sonbahar yaprağı gibi kuvvetle esen rüzgara kapılıp giderler. Osmanlı Devleti'nin ıslahı ve ülkenin bütünlüğü herkesin kaygısıdır, var olan idari sisteme parlamento getirmek önemli bir adım olacaktı, hatta bununla da yetinilebilirdi, çünkü "bir devletin, 30-40 milyon reayenin hayat ve mematı üç-dört kimsenin elinde olmaktansa, birkaç yüz kişiden müteşekkil bir heyetin (meclis) elinde olması akla daha uygundur."
Ama Osmanlı'nın sorunu bununla bitmeyecekti. Asıl merkezin dışında vuku bulmakta olan gelişmelere karşı önleyici tedbirler almak gerekirdi ki, bunlardan en önemli olanı, Afrika'daki Tunus, Trablus ve Mısır'ın günün birinde Cezayir gibi Osmanlı Devleti'nden kopma ya da koparılma noktasına gelmeden gerçekçi bir adım atmaktı. Mısır yöneticilerinden Riyaz Paşa'ya gönderdiği mektubunda bu görüşlerini dile getiren Suavi'ye göre Osmanlı'nın bu geniş sahayı elinde bulundurması açıkça anlaşılmıştır, sömürgeci Avrupalılardan önce davranıp bir "Afrika Devleti" adı altında Osmanlı'ya bağlı bir otonom yönetimin oluşturulması ve bunun bizzat Osmanlı Devleti tarafından gerçekleştirilmesiydi. Cemal Kutay, 1908'deki vahim hatayı Suavi'nin çok önceden gördüğünü belirttikten sonra bunun bir "basiret" olduğunu söylemektedir. İyi niyetine rağmen Abdülhamit, kendisini etten duvar gibi ören belli bir zümrenin dargörüşlülüğünün dışına çıkıp olup bitene eleştirel bakan İslamcılara kulak asmadı.
Bugün de yazık ki benzer bir süreçten geçiyoruz. Kürt, Alevi, gayrimüslimlerin durumu, bölge politikaları, Suriye'de takip ettiğimiz hatalı politikalar dolayısıyla komşularımızla içine düştüğümüz durum tarihin acı verici biçimde tekerrür etmekte olduğunu gösteriyor.
Yeni çıkan tabloya bakalım: Irak mezhep ve ırk temelinde üçe bölündü; Suriye benzer bölünme sürecini takip ediyor. Onlarca çeyrek ve yarım kubbeyi birleştirici tek bir kubbe bulunamazsa, Türkiye ve İran da aynı akıbete uğrayacak. Eğer İran Rusya'ya, Türkiye Batı'ya güvenip siyasi birlik ve toprak bütünlüğünü koruyabileceklerini düşünüyorlarsa, bizatihi parçalanmanın ve bölünmenin hakiki faktörlerinin bunlar olduğunu bilmek lazım. Daha geniş, daha kapsayıcı, daha birleştirici bir şemsiyeye, kucaklayıcı bir kubbeye ihtiyacımız var.
Kabul etmek ve görmek lazım ki, Ortadoğu denen büyük coğrafyanın tam kalbinde 25 milyon Kürt yaşıyor. Ve Kürtler dört parçaya bölünmüş eski statülerine artık rıza göstermiyorlar. Ama onlar da bilmeliler ki, Adem ve Havva'nın yüce Allah'ın uyarılarına rağmen acı meyveyi yiyip dünyaya indirilmeleri gibi, "Her ne olursa olsun, önce bizim de Araplar, Farslar ve Türkler gibi bir ulus devletimiz olsun, sonra oturup birliği düşünürüz" diyecek olurlarsa, büyük bir hatayı tekrar edecek, hem kendilerine hem başkalarına acı yaşatacaklardır. Tabii ki, Türkler, Araplar ve İranlılar da artık hiçbir sorun çözmediği ve eskisi gibi devam etmesi mümkün olmadığı anlaşılan ulus devlet, mezhepçilik ve milliyetçilik ısrarlarından vazgeçmelidirler. İslamcılar bütün kavimleri, dinleri ve mezhepleri içine alacak büyük bir bölgesel entegrasyon öneriyor; İttihad-ı İslam'ın bugünkü tercümesi budur.
[email protected]