Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz, yeni köşe yazısını "İyi gün dostlarından biri anlatmıştı" başlığı ile kaleme aldı.
Hani inşaallah bir gün söyleyeceğimiz bir türkümüz var ya:
“Kahveler pişti gel
Köpükler taştı gel
Ey iyi gün dostları
Kötü günler geçti gel.”
İşte bu türkümüzü kendisine okuyacağımız iyi gün dostlarından birisi şunları anlatmıştı: (Tarih: 2 Ekim 2008)
“Bizim Mescide, bir genç gelip gidiyordu. Müslüman kökenli değildi. Sonunda tercihini yaptı. Kur’an okumayı öğrendi. Kur’an’dan ezberler yaptı. Tevhid ve talim dersleri aldı. Câmilerde Kur’an okudu. Takdir aldı. Papaz olan dedesine şikayet ediyorlar. O da ‘Torunumla ben konuşurum’ diyor. Bu gençle konuşurken zâhiren kızıyor gibi davranıyor fakat kulağına eğilip bir fısıltı ile ‘Yerinde kal!’ Yani İslamiyetten ayrılma’ diyor. Anlaşılıyor ki, memnun oluyor. Niçin? Dede, çünkü bu torununun önceki haliyle İslâmiyeti tercih ettikten sonraki güzel hâl ve tavrını mukayese ediyor, son hâlini çok takdir ettiği için yoluna devam etmesini tavsiye ediyor.
“Bu gençle beraber Türkiye’ye gittik. Eskişehir’de sünnet oldu. Herkes kendisine hediyeler verdi. Büyük bir merasim oldu. Birisi, ‘Acaba bu genç bize, bir kısa sureyi okuyabilir mi?’ dedi. Bu isteği bu gence ben söyledim. O da Fetih Suresini baştan sona tecvid ve talim üzere tilavet etti. Herkes, onun okuduğu Kur’an’ı gözyaşları ile dinledi. Bir Ramazan gününde, onunla beraber Endonezyalı Müslümanların iftar davetine gittik. Orada da böyle bir Kur’an okuyunca, çok büyük heyecan ve hayranlık duydular. Bu sefer bu genci ülkeleri Endonezya’ya davet ettiler. Ben onunla Endonezya’ya gidemedim. Ama o gitti. Onun özel durumunu öğrenince Başbakanları karşılıyor.
“Bu genç sonra Londra’ya gitti. Maalesef bir daha görüşemedik.”
** * *
Merhum Mehmet Ali Şengül Hocamız anlatmıştı: “Avustralya’da Hayrettin Karaman ile 2000 senesinde Prof. Şarlö’nün ziyaretine gitmiştik. Bizi evinde kabul etti. İslam’dan yana tercih etmiş. Yatsı namazından sonra isim koyacağız… O, “Abdülfettah’ ismini istiyor. Kendisine bir takke hediye ettim; birden hıçkırarak ağlamaya başladı… Sonra sebebini şöyle izah etti: ‘Boynumdan kalbime nur aktığını hissettim. Onun için ağladım.’ dedikten sonra şöyle dua etti: ‘Allah’ım Fâtiha Suresini düzgün okumayı bana nasip et…. Güzellikleri yaşayarak temsil edeyim de öyle öleyim’ dedi. Ben de ‘Âmin!’ dedim.
** * *
Amerikalı Prof. Dr. Alexandır Scot, bir kristal üzerinde Efendimizin (S.A.S.) “Muhammed” ismini işlettirip M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ziyaretine geliyor. Gözleri yaşlı bir şekilde Hocaefendi’ye “Bunu bana sen tanıttırdın, sen sevdirdin!” diyor.
Amerika’da bir ara Hocaefendi’nin Türkiye’ye teslim edilmesi söz konusu olunca, Scot şöyle demişti: “Eğer böyle bir şey olursa, ben kendimi Pensilvanya’daki Kampa gidip bu kötülüğü protesto etmek için kendimi zincirleyip yere çakacağım.”
Mehmet Ali Hocam dedi ki: “Bir Profesör, (Charleau), ‘Dünyaya sizden başka kimsenin yeni birşey vereceği yok!’ O, bu sözleri söylerken gözlerinden yaşlar akıyordu.
Eylül 2009’da Norveç’ten arkadaşımız Engin Tenekeci dedi ki: “Bize, siz ‘Dağlarda, yeşilliklerde, EZAN okuyun; EZAN’ı derin okuyun… Niyetinizde Hz. İbrahim Aleyhisselamın, haccetmeleri için insanları Kâbe’ye çağırması (EZAN’ı) gibi, herkesin ruhu işitecek diye derin okuyun!’ demiştiniz. Ben de öyle yerlere varınca devamlı ezan okuyordum. Bunun üzerine rüyamda Hz. Bilâl-i Habeşi’yi gördüm. Büyük ve siyah bir lokomotifi sürüyordu. Ayağını da bir fren gibi kullanıyordu. Fren yapınca da ateşler çıkıyordu. Kendisine, ‘Efendim, elinizi Peygamber Efendimizin (S.A.S.) eli yerine öpüyorum’ deyip öptüm. Tarifi imkânsız bir haz aldım ve metafizik gerilime girdim. Herhalde Hz. Bilal-i Habeşi Efendimiz müezzinlerin piri olduğu için, okuduğum ezandan rûhâniyâtı haberdar olmuş ki, benim rüyama girdi…
“İnternet sitesinden İmam-ı Rabbânî Hazretleriyle ilgili yazıları okuyordum; o da rüyama girdi. Bu, ona karşı oluşan sevgime de bir karşılık olabilir… Rüya şöyle başlamıştı; dilim üzerinde etten bir kabuk, bir deri peyda olmuş, ben de onu tırnaklarımla çıkarmaya çalışıyorum. Bir çocuk geldi ve ‘İmam-ı Rabbanî Hazretleri geldi!.’ dedi. Baktım genç şekilde, beyazlara bürünmüş halde… Bana, ‘Engin! Duanı yaptın… Senin ilacını masanın üzerine koydum’ dedi. bunun üzerine dilimin üzerinde nûrânî bir “sin” harfi oluştu. Sonra nûrânî bir biçimde kanallara ayrıldı. Tam bu sırada üzerindeki TEHECCÜD ALARMI çalmaya başladı. Ben de hemen uyandım…
“Sıkıntılı ve hasta olduğum bir zamanda da rüyamda Hocaefendi’yi, Norveç’e, tren garına gelmiş olarak gördüm. Onu uzaktan, karanlık bir dehlizden seyrediyordum. Hocaefendi sonra trenin içinden beni gördü. Sonra alnımdan öptü.”
Tahminen “sin” harfinden Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Risale-i Nurlarına okuma ve devam etme mânasını çıkarabiliriz. “Sin” bir işaret olabilir diye düşünüyorum.
Muhammed Fethullah Gülen Hocaefendi, Engin kardeşimizin alnından öpmesini de Hizmet’teki gayretlerine bir mükâfaat ve gayretlerinin artmasına bir teşvik şeklinde yorumlayabiliriz. Tabii ben bir Ali Bayram Hocamız değilim. Merhuma söylenseydi kimbilir nasıl bir tabirde bulunurdu. Zaten hâlen fiilen bunlar tahakkuk ettiğine göre Engin Tenekeci kardeşimizi tebrik ederiz