Norveçli Anders Behring Breivik'in altına imza attığı terör eyleminde ilgimi çeken önemli noktalardan biri, bu eylemi yapmaya karar verirken başvurduğu "meşruiyet çerçevesi" oldu.
Hepimiz, yapıp ettiklerimiz dolayısıyla hem kendi içimizde mantıksal bir tutarlılık arar, hem fiillerimizin meşru olmasına dikkat ederiz. İç dünyasında meşruiyet krizi yaşayan bir insan herhangi bir eylemde bulunamaz, önce insanın kendini yaptığı şey konusunda inandırması lazım. Yani "Ben bu fiili 'iyi' olduğu için yapıyorum" der, demek zorundadır. Kültürel algılara göre "iyi" farklı muhtevalara sahip olabilir. Mesela salt fayda iyi kabul edilebilir. İslam bakış açısından "iyi"nin muhtevasını hasene/ihsan/hüsn, salih amel, hayır, ma'ruf, birr gibi kavramlar oluşturur. Fayda kategorilerden biridir, faydadan önce hayır, barış, güzellik, iyilik gibi maddi ve maddi olmayan fiiller gelir.
Breivik, yaptığı fiilin "gaddarca" olduğunu teslim ediyor. Ancak iki saat içinde 76 kişinin hayatını söndüren bu eylemin "gerekli/zaruri" olduğunu da söylüyor. Fiil, Breivik'in vicdanında "olumlu-olumsuz (pozitif-negatif)" iki kaçınılmaz unsurun yarattığı çatışmaya işaret etmektedir. "Olumlu-olumlu", "olumsuz-olumsuz" ve "olumlu-olumsuz" olmak üzere üç çatışma olayından üçüncüsü Breivik'in yaşadığı ikilemdir.
"Olumsuz unsur", masum insanların öldürülmesidir, Breivik bunun objektif şartlar muvacehesinde "gaddarca" olduğunu kabul ediyor. Ama ortada "ulvi bir dava" var, o da Avrupa kamuoyunun uyandırılması -veya Norveç toplumunun değiştirilmesi. Bu da zorunludur, yani "olumlu"dur. Avrupa derin bir gaflet uykusu içinde mışıl mışıl uyumaktadır, gelmekte olan büyük bir tehlikeyi görmemektedir. İslam, Avrupa'yı işgal ediyor, Avrupa'nın asli "beyaz-Hıristiyan kimliği" yok oluyor. Avrupa'yı tehdit eden, nüfusları ve kamusal görünürlülükleri artmakta olan Müslümanlardır. Marxistler (aslında solcular/sosyalistler) çok-kültürlülüğü, göçmenleri savunup yabancılara karşı toleransı ve bazı hakları savunarak bu tehlikeli sürece hizmet ediyorlar. Ne yapsan boşuna, Avrupa kamuoyu uyanamıyor, aymazlık içinde uçuruma doğru gidiyor. Avrupa'yı uyandırmak lazım ve bu sözle, retorikle, yazılı, görsel dil ve söylemle olmayacağına göre, geriye "şok etkisi yaratma" seçeneği kalıyor.
Breivik, öldürmeyi düşündüğü kişileri nefret ettiği Müslümanlardan seçebilirdi, ama bu onun 2083 yılına kadar başlatmayı planladığı tarihî sürecin amacına hizmet etmezdi. İlk adım ters, çapraz, şaşırtıcı olmalı ki şok etkisi yapsın. Bu da olsa olsa kendi yurttaş veya hemşerilerinden kişileri açık, acımasızca ve gaddarca öldürmekle olabilirdi ancak. Breivik, önceden soğukkanlı biçimde planını kuruyor, bilgilendiriyor, notlarını yayınlıyor ve özellikle adada son derece sakin bir biçimde tam 90 dakika boyunca gencecik çocukları katlediyor.
Breivik'in takvimine göre Avrupa içinde başlayacak kanlı mücadele 2070 yılına kadar sürecek. Bu tarihte kendi taraftarları savaşı kazanacak ve arkasından "Yeni Haçlı Savaşı"nı başlatıp İslam dünyasına karşı zafer kazanacaklardır ki, bu 2083'e işaret etmektedir. Yakın vadede Breivik'in programında 45 bin kişi öldürülecek, 1 milyon kişi yaralanacaktır.
İslam kelamı açısından Breivik'in fiili tartışmasız kötülüktür. Ancak varlık âleminde mutlak kötülük yoktur, kötülük insanın "iyi olanı yanlış kullanımı"nın ürünüdür. Breivik'in 'iyi'si Avrupa'nın düşmanı olan İslam'a karşı korunup dünya üzerinde hâkimiyet kurmasıdır; ama gaflet içinde olduğundan zihinsel ve ruhsal olarak uyandırılması için şoka uğratılması lazım. Evet, bu acı vericidir, gaddarcadır (kötü), ama gereklidir (nihai sonuçları itibarıyla iyi).
İyi gerekçenin yanlış kullanımıyla ortaya çıkan kötülük tarihte her zaman olmuş, ama çağımızda terör, askerî işgal, sömürü, totalitarizm, haksızlıklar ve zulümler hep bu çerçevede vuku bulmaktadırlar. Bush ve Amerikan yönetimi de, "Irak'a özgürlük ve demokrasi getirme iyiliği" adına bu ülkeyi işgal edip 1 milyonun üstünde insanı katletmediler mi? "Sana iyilikten her ne gelirse Allah'tandır, kötülükten sana ne gelirse o da sendendir." (4/Nisa, 79)