Samanyoluhaber.com yazarlarından Cuma Karaman yeni köşe yazısını 'İyiliği korumanın yolu' başlığıyla kaleme aldı.
Zaman zaman kendimize şu soruyu sormamız gerekir: “İyilik neden zorlaştı?”
Eskiden bir tebessüm, bir tas su, bir selam bile anlam taşırdı. Şimdi ise iyilik, karşılık bekleyen bir pazarlığa, hesaplı bir yatırıma dönüştü. Halbuki iyilik, insan olmanın en sade ve en yüce halidir. Ama iyilik yapmak kadar, onu yıpratmadan koruyabilmek de bir erdemdir. Çünkü iyilik; sadece eylemle değil, niyetle ve istikrarla anlam kazanır.
Ve unutulmamalıdır ki, iyiliği korumanın en doğru yolu da yine iyilikle olur. Zira kırgınlıkla, öfkeyle, hatta haklılıkla bile beslenmeyen bir iyilik; zamanla gücünü yitirir. Gerçek iyilik, incinse de incitmez; çünkü özü güzelliktir.
İyilik, sadece yapmakla değil; onu korumakla da anlam kazanır.
Zira bir iyilik, şayet karşılık bekleyen bir beklentiye dönüşürse; zamanla yıpranır, anlamını yitirir.
Gerçek iyilik, neticeye değil, niyete bağlıdır.
Karşıdakinin tavrından bağımsız bir kararlılıkla, sırf iyi olmak için iyi olmaktır aslolan.
Fakat iyilik de incinir...
Nankörlükle, vefasızlıkla, kötü niyetle karşılaştığında yorulur.
İşte bu yüzden iyiliği korumanın yolu; hem içsel bir muhasebe, hem de bilinçli bir sabırdır.
İyilik zayıflık değil, bilinçli bir tercihtir.
Kırılmadan iyilik yapabilmek, incinmeden affedebilmek; irade ve ahlâk derinliği ister.
Ve unutmamak gerekir:
“İyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlık bilir” sözü; halkı küçümsemek için değil, iyiliği niyet ekseninde tutmak içindir.
İyilik, insanların kadir kıymet bilmezliği karşısında yorgun düşmüştü. Onca çabaya, sessiz fedakârlığa rağmen beklediği tek şey anlayıştı; ama gördüğü ise çoğu zaman vefasızlık, nankörlük ve hatta suçlamaydı. Herkese el uzatmış, kalbini açmıştı ama çoğu, onun varlığını bile fark etmemişti. Bu ihmal ve değersizlik duygusu, onu içten içe incitiyor, sessizce duygusallaştırıyordu. Yine de doğasından gelen o saf niyetle, insanlara küsmeden varlığını sürdürmeye çalışıyordu.
“Ta ki, insanların birbirine yaptığı iyilikleri küçümsemeye, hatta kötüleyip yapanı suçlamaya başladıkları o güne kadar…“
İyilik, o gün derinden sarsıldı.
Birbirine uzatılan bir bardak suya bile art niyet yükleniyor, yapılan yardım “çıkar”la, “gösteriş”le açıklanıyordu.
İyilik artık sadece karşılık beklemeyen bir erdem değil, şüpheyle karşılanan bir davranış olmuştu.
O günden sonra, iyilik sessizleşti. Geri çekilmedi belki ama konuşmamaya başladı.
Çünkü artık insanlar, güzel olanı anlamaya değil, sorgulamaya daha meyilliydi.
Ve iyilik, anlaşılmadığı yerde konuşmanın anlamı olmadığını fark etmişti…
Ama iyilik, sessizliğine rağmen tamamen vazgeçmedi.
Çünkü o, yaratılışın özüne işlenmiş bir cevherdi.
Bir çocuğun gülümsemesinde, yaşlı bir elin sıcacık duasında, karanlıkta yakılan küçücük bir mumda hâlâ kendini hatırlatıyordu.
Ve bir gün, biri çıkıp hiçbir karşılık beklemeden, sadece bir yüreğe dokunmak için bir iyilik yaptığında…
İyilik yeniden umutlandı.
“Demek hâlâ unutmayanlar var,” dedi kendi kendine.
Çünkü iyilik, az da olsa devam ediyorsa, insanlık henüz tükenmemiş demektir.
Ve belki de en büyük iyilik, bu inancı kaybetmemektir