Böyle bir durumda yollar daralır, geçit vermez hale gelir… sebepler yavaş yavaş sukut eder…
SAFVET SENİH - SAMANYOLUHABER.COM
Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi, Cenab-ı Hakkın Celalî ve Cemâlî isimlerinin tecellisi olan kabz ve bast hallerini ve bunların hikmetlerini şöyle izah ediyor: “Tarihî tekerrürler içinde nice defalar görülmüştür ki, Cenab-ı Hakkın insanları sıktığı, sıkıştırdığı, preslediği dönemler, çok defa insanlar için yeni ufuklara açılmanın başlangıcı olmuştur. Esasen bu durum fert planında da böyledir, cemiyet planında da. Yani ferdi sıkıntıların doruk noktaya ulaşması, bir bakıma kurtuluş ânının çok yaklaştığını gösterdiği gibi, ictimaî sıkıntıların azgınlaşması da her zaman toplumu bilemiş ve onu yeni ufuklara yönlendirmiştir. Bunları düşünürken hemen hatırımıza İmam Sühreverdi’nin, geceye hitaben söylediği şu sözleri gelmektedir: ‘Karar kararabildiğin kadar. Çünkü KARARMANIN SON NOKTASI AYDINLIĞA ÇIKMANIN BAŞLANGICIDIR!.’
“İsteseniz, önce meseleye bir mukayese imkânı vermesi bakımından fertten başlayalım. Fertlerin inşirah (BAST) hallerini bazen, vicdanî ve ruhî KABZ’lar takip eder. Bazen de durum döner, bunun tam aksine olur. KABZ sıkıştırılma demektir. Kılıcın parmaklarla sıkıştırılan yerine de bu sebeple KABZA denir. Evet KABZ, bilinmeyen bir el tarafından kıskıvrak yakalanmanın adıdır. Zaten bu kelime tasavvuf terminolojisine de daha ziyade bu mânası ile girmiştir.
“Bazen KABZ halleri, ferin bir kısım günahlarından, gafletinden kaynaklanır. İnsan evvela (BAST ile) kendini coşkun bir iklime salar… biraz çakırkeyf yaşar; buna ceza olarak da arkasından KABZ haline giriftar olur. Belki de böyle bir hale girmeyi ruh istemektedir. Çünkü rahat ve rehavetin fazlası ruhta sıkıntı meydana getirir. Dolayısıyla ruh, çok defa maddeden kaynaklanan coşkunluklardan sıkılır. Zira o, daha ziyade öbür âlem adına metafizik gerilim içinde bulunmayı arzular. İşte bu haliyle KABZ, insanın kendisini salıvermesine mukabil, yed-i kudret tarafından ikaz edilmesini netice verir. Allah, insanı kendine yöneltmek için ona KABZ hali verir. Bu aynen, bir annenin yanlış yere gitmesin, yanlış şey yapmasın diye çocuğunu engellemek için önce hafif tokatlayıp sonra da onu bağrına basması gibidir.
“Böyle bir durumda yollar daralır, geçit vermez hale gelir… sebepler yavaş yavaş sukut eder… İşte o anda insan bütün sebepleri hafızasından siler ve sebepleri elinde tutan Zât’a yönelir. Zaten o Zât (c.c.)’ın maksadı da budur. İnsanı Kendine yöneltmek. Bu gibi ahvalde eğer insan, başına gelenlerin hakiki sebebini anlayıp Cenab-ı Hakka dönebilirse, maksad hâsıl olmuş demektir. Bu noktaya ulaşabilmek ise, kainatta hiçbir hadisenin tesadüfi ve gelişigüzel olmadığını anlama ve kavrama gibi bir şuur, bir idrak ister. Sekizinci Söz’de kuyuya düşmüş iki insanın durumu anlatılırken bu hususa işarette bulunulmuştur. Bu iki insandan biri vakaların perde arkasını kurcalamaktan mahrumdur. Halbuki diğeri basiret ehlidir. Bu sayede de kendi kendine der ki: ‘Bu işler pek tesadüfe benzemiyor. Sahrada koşarken arkama bir arslan takılıyor, kuyuya düşüyor ve bir ağaca tutunuyorum; ağacın kökünde beyaz ve siyah iki fare ağacı kemiriyorlar… aşağıda bir ejderha ağzını açmış düşeceğim ânı bekliyor… yukarıda arslan dehşet verici haliyle beni tehdit ediyor… Omuz omuza vermiş bu hadiseler asla rastlantı olamaz. Belli ki bütün bunlar beni bilen birisi tarafından daha önceden planlanmış ve benimle temsil ediliyor.”
“İşte, KABZ haline giriftar olan her insan aynen böyle düşünmeli ki, ‘Beni kıskıvrak yakalayan bu hadiseler beni aşan bir kudret tarafından kullanılıyor ve ben bu oyunda sadece figüranlık yapıyorum’ diyerek derhal hadiseleri o yöne sevk eden ve bütün varlık âleminin dizginini elinde tutan Zât’a dehâlet edilmelidir.”
Celâl ve cemal tecellisi olan kabz ve bast halleri gece-gündüz, kış-yaz gibi devamlı dolaşan, değişen, insanı yeknesaklıktan kurtaran bir haldir. Biz Cenab-ı Hakkın bu tecellilerini kendimiz hakkında fırsata ve hayra çevirmek için yine O’na ve O’nun sonsuz şefkatine yönelip sığınmalıyız.