Samanyoluhaber.com yazarlarından Numan Yılmaz Yiğit yeni köşe yazısını 'Kaçırılan fırsatlar' başlığıyla kaleme aldı.
Dine hizmet etmek için meşru olmak kaydıyla birçok yol, yöntem vardır. İsteyen yararlı, makul, fıtratına uygun gördüğü bir yola girer ve hizmetini yapar. Hiçbir kimsenin, bir başkasına ‘Niçin benim yolumu tercih etmedin?’ deme hakkı yoktur. Bu yönüyle herkese karşı samimi olarak saygı duymak gerekir.
Zaten görülüyor, tarikat yoluyla hizmet edenler olduğu gibi siyasetle, ilmi faaliyetlerle de hizmet edenler var.
Hizmet Hareketi ise ‘İnsan yetiştirme, Eğitim’ demiş. Çünkü ülke ve insanımızın hatta insanlığın problemlerinin temelinde ‘İnsan’ unsurunun yattığını görmüş, buna inanmış. Samimi olarak bu konuya eğilmiş. Sosyal medya veya TV programlarında birtakım problemlerin nasıl çözülmesi gerektiğinin konuşulduğu platformlarda, bazılarının ‘Herşeyin başı eğitim’ dediği gibi, sadece bu işin lafını etmemiş. İçinde bulunduğu şartlarda elindeki imkanlar neye el veriyorsa onları bu yolda sarf ederek hayatın her ünitesinde hizmet verebilecek insan yetiştirmiş.
Türkiye’de tabi ki Hizmet Hareketi’nden önce de insan yetişiyordu. Aksini iddia etmek doğru olmaz. Fakat burada kastettiğimiz ferdan ferda yetişenler değil, topluca, aynı ülkü etrafında kenetlenmiş, bir ülkeyi omuzlayarak daha ileri götürecek bir nesildir. Cumhuriyet rejiminin ilanıyla beraber belli bir dönem aralığında -biraz da yeni kurulan rejiminin baskılarıyla- özenle seçilen ve Köy Enstitülerinde yetiştirilen ‘Kemalizm’i ideoloji olarak benimsemiş bir neslin yetiştiği muhakkaktır. Bu dönemde yetişen gençlerde ‘Kemalizm’ olarak ifade edebileceğimiz ortak bir ‘Ülkü’ birlikteliğinden bahsedilebilir. Fakat bu uzun süreli olamamıştır. Sadece elit, üst bir sınıfla sınırlı kalmış, genel manada halka mâl edilememiştir. Zaten çok partili döneme geçildikten sonra ülkedeki genç nesillerin birçok farklı ‘Ülkü ve ideoloji‘ ler peşinde koşturdukları görülmektedir. Bunların en başta gelenleri ‘Komünizm (solculuk), Milliyetçilik (Ülkücülük), Siyasal İslam, Kemalizm vs.’ gibi akımlardır. Türkiye’de yaşanan bu ideoloji kargaşasından sonra, ülkeyi daha ileri seviyeye taşıyacak, ortak bir ‘Ülkü’ye sahip gençlikten söz etmek zordur. Ülkenin siyaset ve bilim adamları, sanat camiası, medya, aydın gazeteci ve yazarlar hatta spor camiası ve dahi halk, bu kaostan payını almış, yıllarca ülke ve insanı, siyaset dünyası, üniversite gençliği birbiriyle didişmiş durmuş, bir türlü ortak bir payda da buluşamamışlardır. O yılları görmüş, yaşını başını almış okuyucular çok iyi hatırlayacaklardır, solcular ülkücülerle, Siyasal İslamcılar Kemalistlerle, ayrıca kendi aralarında onlarca fraksiyon, her platformda sürekli kavga eder dururlardı. Sonunda fikri, siyasi, dini alanda yaşanılan bu ‘Ülkü, Mefkure, ideal’ çatışmaları ülkeyi anarşiye götürmüş ve neticesinde de 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi gerçekleşmiştir. Bu dönemde insanımız, ülkenin akıbeti ve evlatları hakkında ciddi endişeler taşıyorlardı. Bir taraftan nesillerin dini duygu düşünceden uzaklaşması diğer taraftan ülkenin kaosa, anarşiye sürüklenmesi her Müslümanı, her vatanseveri derin derin düşündürüyordu.
Böyle bir ortamda ülkenin, asgari müştereklerde birleşen, aynı ülkü, aynı ideal ve mefkureye sahip, birbiriyle kavgasız, ele ele, ülke ve insanını seven, onları yükseltmeyi hedefleyen, maddi manevi donanımı yerinde dünya ve ahiret dengesini kurmuş, aydın, çağdaş bir nesle ihtiyacı vardı. İşte Hizmet İnsanı bu ihtiyacı fark ederek elindeki imkanları ‘Yeni bir Neslin’ yetişmesine sarf etti. Karşısına çıkan her fırsatı değerlendirdi. Önce evler sonra il il, ilçe ilçe yurtlar açtı. Sonra üniversite hazırlık kursları daha sonra okullar ve etüt merkezleri, Anadolu bir baştan bir başa aynı duygu düşüncede ,aynı mefkurede ittifak etmiş bir nesil yetişti.
Çok geçmeden bu müesseselerde yetişen nesillerin farkı fark edildi. Anne babalar asi evlatlarının kendilerine karşı saygılı hale gelmesi karşısında mutlu ve mesut oldular. Toplum başarılı, yetenekli ve ahlaklı bu nesli sevmiş ve benimsemişti. Bu kurumlarda öğrenciler hem iyi bir eğitim öğretim alıyor dolayısıyla da iyi bir mesleğe sahip olma şansı elde ediyorlar hem de iyi bir ahlaka sahip oluyor, topluma yararlı, faydalı birer birey haline dönüşüyorlardı. Çok geçmeden ticaretteki arz talep dengesi gibi bir ‘Salih daire’ oluştu. Zamanla aile ve toplumun bu kurumlara ilgi alakası arttı. Talebin artması ile müesseselerin adedi arttı. Gün geçtikçe bu nesillerin topluma olan katkıları gözle görülür hale geldi. Bu, imkanı olan insanları heyecanlandırdı. Toplumun hemen her kesiminden insanlar, tabir yerinde ise ’Benim de bu çorbada tuzum olsun’ dedi ve katkı sundular, hizmetler de katlandı. Evet, zaten toplumun yararına bir hizmet üretildiği zaman bunun kamuoyunda karşılık bulmaması düşünülemezdi, öyle de oldu.
Ayrıca aile ve toplumun yararına sunulan bu hizmetler, normal olan bir insanın karşı çıkmayacağı/çıkamayacağı ‘Makul’ hizmetlerdi. Şayet herhangi bir kişi şartlanmış, önyargılı değilse, objektif bir açıdan bakabiliyorsa o dönemlerde ortaya konan hizmet projelerinin son derece makul projeler olduğunu tasdik edecektir. İnsanın eğitilmesi, ıslahı ile, insan kaynaklı pek çok problem de halledilmiş oluyordu. Zaten öyle olduğu da görüldü. Ülke de bir bahar esintisi yaşandı.
Bu zemini hazırlayan Anadolu insanıydı. Onlar bu işi, bir çıkar için yapmadılar. Tek çıkarları -ona da çıkar denilecekse- rıza-i ilahi idi. Demokrasi ve hukukun hakim olduğu herhangi bir ülkede, o ülke insanlarından biri veya bir grup, devletten hiçbir yardım almadan, kendi oluşturduğu katma değerlerle, bu tür hizmetlerin yüzde birini yapmış olsalardı, herhalde o insanları kahraman ilan eder, madalyalar takarlardı. Hoş, Hizmet insanının böyle bir beklentisi de yok. Fakat insanın sorası geliyor, sormalı da; ülkeye, gözle görünür bu katkıları sunan bunca iyi niyetli insana terörist demek de nedir? Bu da yetmiyormuş gibi onları yurtlarından yuvalarından edip mallarına çökmek de neyin nesidir? Mani oldukları o büyük hayrı, o hayrın yerini alan şerrin vebalini hiç mi düşünmez bu insanlar?
Evet Allah, Hizmet insanına mal mülk, imkan ve konum verdi ise şayet, onlar güçleri yettiğince bu nimet ve ihsanları ülke ve insanının ihtiyaçlarını karşılamaya, topluma, insanlığa yararlı olmaya yönelik akıllı ve makul projelere sarf ettiler. Tabi ki insandır bu, bir takım hata, eksik ve kusurları olmuştur. Bunda da kasta ve niyete bakılır. Ama genel bir değerlendirme yapılacak olursa, çok rahatlıkla şu söylenebilir; ‘Onlar ellerindeki imkan ve fırsatları Allah için, sadece ve sadece ülke ve insanlığın faydası doğrultusunda değerlendirdiler, şahısları için değil’. Onlar ellerinden geleni yaptılar. Herhâlde karşılarına birtakım engeller çıkmasaydı, şimdilerde, yaptıkları hizmetleri kat be kat katlayacaklar dünyanın yararına faydalı yararlı daha farklı projeler hazırlayıp, hayata geçirmeye çalışacaklardı. Allah’ın sunduğu fırsatları daha iyi, çok daha iyi daha rantabl değerlendirip değerlendiremedikleri konusu tabi ki müzakere edilebilir, edilmelidir de. Ancak şu da unutulmamalıdır ki, Allah’a karşı sorumluluğumuz içinde bulunduğumuz şartlar çerçevesindedir. İçinde bulunduğumuz şartlarda elimizden geleni bütün eforumuzu ortaya koyarak son damlasına kadar değerlendirdik mi değerlendirmedik mi? Tabi ki buna ‘Evet ‘demek zordur.
Fakat bu gayreti sergilediği halde hedefini gerçekleştiremeyenler ‘“Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir ve kişinin niyeti ne idiyse, karşılık olarak onu bulur. ‘(Buhârî, bed’ü’l-vahy 1) hadisinin ifade ettiği hüküm çerçevesinde hem yaptıklarının hem de yapmayı planlayıp da yapamadıklarının sevabını, ecrini inşallah Allah katında göreceklerdir. Aynı minvalde zayıf bir hadis de de’ “Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.” buyurulmaktadır. (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, II, 194)
Evet, Hizmet Hareketi her zaman elindeki fırsatları Allah için değerlendirme çabasında oldu. Peki, ya bugün kendilerini ‘Siyasal İslamcı’ olarak takdim eden çevreler? Acaba onlar, Allah’ın kendilerine sunduğu fırsatları, dünya ahiret, insanlığın yararı uğruna değerlendirebildiler mi? Yoksa...? Evet, bugün hiç kimse ‘Ayranım ekşi ‘demiyor, diyemiyor. Fakat şu da bir hakikat ki, işler neticelerine göre değerlendirilir, kıymet kazanır.’… Şüphesiz ameller (in değeri) hatimelerine / sonuçlarına göredir.’ (Buhârî, Rikâk, 33) hadisi de bu hakikatı ifade etmektedir. Ortaya çıkan sonuç -niyetlerini Allah bilir, O değerlendirecek- tam bir yıkımdır. Allah onlara dine, insanlığa hizmet etme fırsatı verdi fakat neticeye bakıldığında onların bu fırsatları değerlendirmek şöyle dursun üzülerek belirtmek gerekir ki suistimal ettikleri görülmektedir.
Evet, Hizmet Hareketi’nin hızı yavaşlasa da durmadı, durmayacak inşallah. Allah için, insanlık yararına yeni yeni projeler üreterek yoluna devam edecektir, şimdilerde ettiği gibi. ’Vazifeni yap vazife-i ilahiyeye karışma’ prensibi gereği, içinde bulunduğu şartlar neyi yapmaya imkan veriyorsa, bütün imkanlarını seferber ederek yapabileceklerini yapacak -dolayısıyla da Allah nezdinde sorumluluktan kurtulacak- yapamadıklarının da niyetine göre sevabını alacaktır. Netice ona değil, Allah’a aittir.