Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih yeni köşe yazısını 'Kader onun hattat olmasını istemişti' başlığıyla kaleme aldı.
Bediüzzaman Hazretleri ile beraber Afyon Mahkemesine sevk edilenler arasında Mustafa Bilâl isminde birisi de vardı. Mahkemenin görevli Başkatibi Mazhar Bey, Mustafa Bilâl’i tanıdığı için onun yerine Mustafa Acet adındaki başka birini yazdı. Bunun üzerine Mustafa Acet, hapse gönderildi.
Mustafa Acet sonra; Üstadla beraber idam ile yargılanır. Mustafa Acet cezaevinde Risale-i Nurlar ve Üstad ile tanışır. Onları çok sever. Yazmaya başlar. Hattatlığa kabiliyeti olduğu için, Risale-i Nurları aslî harflerle çok güzel şekilde yazarak çoğaltır. Böylece Bediüzzaman'ın en yakın talebeleri arasına girer. Hatta hapisten çıktıktan sonra Emirdağ’da Pazar yerinde Üstad’ın yanında bulunuyordu. Kibildek Çavuş diye bilinen Kanun nizam tanımayan saygısız bir Jandarma çavuşu gelip Üstad’a hakaretlerde bulunur. Sabrı iyice taşan Üstad Mustafa Acet’e dedi ki: “Mustafa! Ben sana desem ki: ‘Rusya’ya git, Stalin’i öldür!’ ne yaparsın? O hiç düşünmeden “Vallahi gider onu gebertirim Üstad’ım!” dedi. Bunun üzerine Üstad, Kibildek Çavuş’a “Bak görüyorsun. İşte benim böyle binlerce talebem var. İnsanları haksız olarak tahrik etme! Toplumun huzurunu ihlâl edecek davranışta bulunma.” diyerek, kanunsuz işlerden vazgeçmesi konusunda tavsiyelerde bulundu.
* * *
Vahdet-i Ruhiye Çok Önemli
Üstad’ın büyük talebelerinden Bayram Yüksel Ağabey diyor ki: “Bir defasında Konya’dan iki grup talebesi gelmişti. Bir grup diğerinden şikayet etti: “Üstad bunlar tedbirli hareket etmiyorlar, camide Risale-i Nur ders yapıyorlar. Diğerleri de onlardan şikayetçi oldu. Bunun üzerine Üstad onlara: “Kardeşim, sizin hizmetinize ihtiyaç yok. Sizin aranızdaki dayanışmaya ihtiyaç var. Sizler ara sıra, İhlas ve Uhuvvet Risalesini beraber okumalısınız” dedi.
Üstad’ın talebelerine telkini şöyledir:
“Sakın, sakın! Şimdiye kadar aranızdaki fedakârane kardeşlik ve samimane muhabbet sarsılmasın. Bir zerre kadar bile olsa, ruhumuzu feda etmeyi Kur’an ve iman hizmetimiz gerektirdiği halde, sıkıntılardan ve başka şeylerden gelen titizlikle, hakiki fedakârlar birbirlerine karşı küsmeye değil, belki son derece mahviyet, tevazu ve teslimiyet ile kusuru kendine alır, muhabbetini, samimiyetini ziyadeleştirmeye çalışır. Yoksa, habbe kubbe olup, tamir edilemeyecek bir zarar verebilir. Sizin ferasetinize havale edip kısa kesiyorum.”
“Sıkıntı veya ruh darlığından veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan, arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözleriyle, birbirine küsmesinler ve
‘Haysiyetime dokundu’ demesinler . Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın. Bin haysiyetim olsa, kardeşlerimin arasındaki muhabbete ve samimiyete fedâ ederim.
“Birbirine teselli ve ferah vermek, mânevî kuvvetini (moralini) takviye etmek…
Fedâkâr hakiki kardeş gibi, birbirinin gam, hüzün ve sıkıntılarına merhem sürmek ve tam şefkatle kederli kalbini okşamaktır. Aranızdaki hakiki ve uhrevî kardeşlik, gücenmeyi ve tarafgirliği kaldırmaz.
“Madem ben size bütün kuvvetimle itimat edip bel bağlamışım ve sizin için, değil yalnız istirahatimi ve haysiyetimi ve şerefimi, belki sevinçle ruhumu da feda etmeye karar verdiğimi bilirsiniz, belki de görüyorsunuz”
İşte bizim için vahdet-i ruhiye adına sadece bunlara ihtiyacımız var… Tesânüt, ittihad ve ittifak.