''İnsanlar ve cemaatler hakkında kafalar bir yanlışla kodlanırlarsa, artık gerçeği bir türlü göremezler. Karalamalar, iftiralarda bütün algı operasyonları bunun içindir. Şahıslar hakkında yanlış şifrelerle beyinler kirletilirse, bilhassa tahkik etmekten uzak büyük kitleler, avam halk yığınları hiçbir doğruyu görmek istemez, hiçbir gerçeğe iltifat etmez.''
Abdullah Aymaz / samanyoluhaber.com
İlahiyatçı bir doktor, asistanına “Kütüphaneden (kırmızı kaplı bir kitap için) ‘Falanca yazarın mavi kaplı şu isimli kitabını getirir misin?’ diyor. Asistan gidiyor, ama gözünün önündeki kitabı bir türlü bulup getiremiyor. Bu anlattığım gerçek bir olay, süreç dolayısı ile güvenlik gerekçesiyle isimleri veremiyorum. Kitap da Bediüzzaman Hazretlerinin kırmızı kaplı bir Risalesi…
Neden bulamıyor? Çünkü baştan kafası mavi renge kodlandı. Maviye takılı kalan kafa artık, kırmızılara veya onların üzerindeki yazılara bakmıyor. İsterse, büyük harflerle açıkça, kitabın ve yazarın ismi yazılı olsun…
İşte insanlar ve cemaatler hakkında kafalar bir yanlışla kodlanırlarsa, artık gerçeği bir türlü göremezler. Karalamalar, iftiralarda bütün algı operasyonları bunun içindir. Şahıslar hakkında yanlış şifrelerle beyinler kirletilirse, bilhassa tahkik etmekten uzak büyük kitleler, avam halk yığınları hiçbir doğruyu görmek istemez, hiçbir gerçeğe iltifat etmez. Kitleler psikolojisine göre, artık yığınlar beyinleriyle değil; sürü psikolojisi ile omurilikten (murdar ilik diyen de var) aldıkları emir ve telkinlerle hareket ederler… Gerçekleri de bir türlü göremezler, işlerin özüne nüfuz edemezler…
Bu süreçte Türkiye’de Hizmete uygulanan işte bu zâlimane muameledir. Toplum kirletilmiş, insanlar günaha sokulmuştur…
Üstad Hazretleri 1910’da yazdığı Muhakemat Risalesi'nde insanların ülfet ve ünsiyet perdesi altında Allah’ın harika icraatlarını mucizeli sanat eserlerini görmemelerine karşılık onlar üzerine kasem (yemin) ederek dikkatleri çektiğini, şu ifadelerle anlatıyor: “Kur’an, fikirleri, hakikatler tarafına yöneltmekte, teşvik etmekte ve uyarıda bulunmaktadır. Bilhassa Kur’an’da üzerine yemin edilen büyük-küçük şeyler ve ulvî-süflî âlemlerdeki varlıklar, bilhassa dikkati çekmektedir. Çünkü bu hususta Kur’an’ın üslûbu, gafletli kafalara inen bir sopa ikazı gibidir.”
Yirmi Dokuzuncu Mektub’un Birinci Risalesinin İkinci Nüktesinde de şöyle diyor: “Cenab-ı Hak, Kur’an’da çok şeylere kasem (yemin) etmiş. Kur’anî yeminlerde çok büyük nükteler var, çok sırlar var. Mesela: ‘Güneşe ve onun aydınlığına yemin olsun (Şems Suresi, 91/1) âyetindeki kasem, On Birinci Söz’deki muhteşem temsilin esasına işaret eder. Kainatı, bir saray ve bir şehir suretinde gösterir. Hem ‘Yâ Sîn. Hikmetli Kur’an’a yemin olsun ki’, (36/1-2) âyetlerindeki kasem ile Kur’anî mucizcelerin kudsiyetini ve ona kasem edilecek bir hürmet derecesinde olduğunu ihtar eder. ‘Hayır’ Vakit vakit inen Kur’an’a ( Yıldızların yerlerine) yemin olsun ki! Eğer anlarsanız (Kur’an’a olan) bu yemin gerçekten büyük bir yemindir.’ (Vâkıa Suresi, 56/75-76) ve ‘Kayan yıldıza yemin olsun ki!’ (Necm Suresi, 53/1) ayetlerindeki kasem, yıldızların düşmesiyle vahye şüphe vermemek için cin ve şeytanların gaybi haberlerden kesilmelerine alâmet olduğuna işaret etmekle beraber; yıldızları dehşetli azametleriyle ve tam bir intizamla yerlerine yerleştirmek ve seyyareleri hayret verici bir surette döndürmekteki Kudretin Azametini ve Hikmetini Kemâli, o kasem ile ihtar ediyor. ‘İyilik için birbirinin peşinden gönderilenlere yemin olsun ki!’ (Mürselat Suresi, 77/1) ve ‘Tozarıp savuran zerrelere yemin olsun ki!” (Zâriyat Suresi, 51/1) deki, kasemde; havanın dalgalanması ve evrilip çevrilmesi içinde mühim hikmetleri ihtâr etmek için, rüzgarlara memur melâikelere kasem ile nazar-ı dikkati celbediyor ki, tesadüfî zannolulan unsurlar, çok nâzik hikmetleri ve ehemmiyetli vazifeleri görüyorlar ve hâkeza…
“Her bir mevkiin, ayrı ayrı nüktesi ve faydası vardır. Vakit müsait olmadığı için, yalnız özetle ‘İncire ve zeytine yemin olsun ki!’ (Tin Suresi, 95/1) âyetindeki kasemin çok nüktelerinden bir nükteye işaret edeceğiz. Şöyle ki:
“Cenab-ı Hak incir ve zeytin ile kasem vasıtasıyla azamet-i Kudretini ve kemâl-i Rahmetini ve büyük nimetlerini ihtar ederek, esfel-i sâfilin (aşağıların aşağısı) tarafına giden insanın yüzünü o taraftan çevirip, şükür, fikir, iman ve amel-i sâlih ile tâ âlâ-yı illiyyine (yüceler yücesine) kadar mânevî terakkilere mazhar olabilmesine işaret ediyor. Nimetler içinde incir ve zeytinin tahsis edilmesinin sebebi; o iki meyvenin çok mübarek ve faydalı olması ve yaratılışlarında da dikkat ve nimete vesile çok şeyler bulunmasıdır. Çünkü ictimaî, ticarî ve aydınlatma hayatında, insanî gıda için zeytin, en büyük bir esas teşkil ettiği gibi, incirin yaratılışı, zerre gibi bir harika Kudret mucizesini gösterdiği gibi; tadında, yemesinde, menfaatinde ve ekser meyvelere muhalif olarak devamında ve daha diğer menfaatlerinde ve ekser meyvelere muhalif olarak devamında ve başka faydalarındaki İlahî nimeti kasem ile hatıra getiriyor. Buna mukabil, insanı iman ve amel-i sâlihe çıkarmak ve esfel-i sâfiline düşürmemek için bir ders veriyor.”
Üstad Hazretleri On Üçüncü Söz’ün Birinci Makamında şöyle diyor: “İşte Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan’ın bütün kainattaki âdiyat (her zaman olagelen, normal, sıradan şeyler) nâmıyla yâd olunan, (aslında) harikulade ve birer kudret mucizesi olan mevcudat üstündeki âdet ve ülfet perdesini keskin beyânatı ile yırtıp, hayret ve hayranlık verici hakikatları, şuur sâhibi varlıklara açıp ibret nazarlarını celbedip, akıllara tükenmez bir ‘ilimler hazinesi’ açar.”
İmanî tefekkür açısından bu mesele, bu kadar önemlidir. İnsan hakları açısından da algı operasyonlarından sıyrılıp gerçekleri görmeye çalışmak, en azından bilmediğimiz konularda insanlar hakkında hüküm vermekten onları kötülemekten sakınmak gerekiyor.