İlahiyatçı Cemil Tokpınar, yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarından bu yana hakperestlik imtihanı veriyor. Bu tavrının sebebini ve yaşadıklarını “Hakperestlik İmtihanı-Hocaefendi ve Hizmeti Niçin Destekledim?” adlı kitabında anlatıyor. Tokpınar hem kitabını hem de ‘hakkı savunmanın bedelini' anlattı.
Türkiye'de son iki yıldır demokrasi, hak ve özgürlükler, erdem, ahlâk adına geçmişte söylediklerimizin samimiyet testini veriyoruz adeta. Özellikle halka va'z u nasihat veren, yön gösteren ve İslam'ı tebliğ eden ilahiyat camiası. “Bir fasık size haber getirdiğinde araştırın.” ayetini sohbetlerine serlevha yapanlar, belgesiz/delilsiz onca yalan ve iftiraya kanıverdi.
Kürsülerden saygı, edep vaazı verenler, bir alime yöneltilen “yalancı peygamber, içi boş, kalbi boş alim müsveddesi” sözünü heyecanla alkışlamayı tercih etti. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” hadisini öğretenler, yapılan onca zulümler karşısında sessiz kaldı. Bu süreçte hakkı hakikati haykıran ilahiyatçılar da olmadı değil. Bu isimlerden biri Cemil Tokpınar... Hizmet Hareketi'nde yetişmeyen, Risale-i Nur içinde ‘okuyucu' olarak bilinen (Yeni Asya ve Nesil grubuna) mensup. Ancak bulunduğu her ortamda Hizmet Hareketi'ne yapılanların yanlışlığını haykırıyor ve zulümlere tepki gösteriyor. Fakat kolay olmadı bu tavır. Yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarından bu yana hakperestlik imtihanı veriyor Tokpınar. Bu tavrının sebebini, yaşadıklarını ve Hizmet Hareketi'ne bakışını ‘Hakperestlik İmtihanı-Hocaefendi ve Hizmeti Niçin Destekledim?' kitabında anlatıyor.
17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarından sonra nasıl bir iki yıl geçirdi Türkiye?
Tarih boyu, nebilerin, velilerin, bir dinî hareketin başında olanların yaşadığı sıkıntılarla, baskılarla, zulümlerle benzeşen bir süreç yaşıyoruz. Olaylar beyaz ve siyah netliğinde olmadığı için insanların tercihini, eğilimini etkilemek, onları yönlendirmek kolay oluyor. İnsanları şaşırtan, ‘Nasıl davransam?' dedirten ve rahat davranmasını engelleyen bir süreç yaşıyoruz.
İktidar cenahından, Hizmet'e yönelik mücadele etme gayreti, dershanelerin kapatılmasına yönelik girişimlerle açığa çıktı. Hizmet'e yönelik algı operasyonlarının başladığı süreçte neler hissettiniz?
Şoke oldum. Bir sıkıntının olduğu söyleniyordu ama bu şekilde patlamasını beklemiyordum. Acaba barış olabilir mi, uzlaşılabilir mi, bir çözüm bulunabilir mi diye ümit ettik. Fakat aradan birkaç ay geçince anladık ki o süreçler zaten yaşanmış ve Hizmet Hareketi'ni bitirmeye yönelik bir plân uygulamaya konulmuş.
Süreç içinde Hizmet'e yönelik girişimlerde sizi en çok üzen ne oldu?
Meseleye bütün bakıyorum. Türkiye'de yaklaşık 50 yıldır dinî hizmet yapan bir hareketi toptan bitirme, linç etme gayretlerine üzüldüm. Bunun hazırlıklarının da çok öncelere dayandığını düşünüyorum. Meseleyi iktidar-cemaat kavgasından öte daha derinlerde görüyorum.
Neden Hizmet Hareketi'ni destekleme ihtiyacı duydunuz?
Tabiatım itibarıyla, İslam'a hizmet eden kişi ve cemaatlere karşı muhabbetim var. İçinde bulunduğum cemaatin farklı olması, hiçbir dinî cemaate düşman olmamı ve tenkit etmemi gerektirmez. 75 yaşına kadar bütün derdi İslamiyet'in, Allah ve Resûlü'nün dünyanın dört bir yanında tanınması, bilinmesi olan, belki 300 yıldır yatan bu koca milletin ve İslam âleminin dirilip şahlanması için çabalayan bir insana ağza alınmayacak iftiralar atılıyordu. 50-60 yılda oluşturulan evrensel bir hizmete karşı girişilen bitirme hamlelerine seyirci olamazdım. ‘Ne yapalım. Doğrudan bir bağlantım yok. Ne kurumlarında çalışıyorum ne cemaat içinde aktif bir görevim var. Bana ne!' diyemezdim, diyemem. Müslümansam, kardeşlerim haksızlığa uğruyorsa, benim o konuda dilimle, elimle bir şey yapmam lazımdı. Yaptıklarım da bir anlamda böyle bir vicdanî sâikle meydana çıktı, bir nevi vefa borcu diyebilirim. Çünkü Allah için hizmet eden herkese karşı bizim vefakâr olmamız gerekiyor.
MADDÎ VE MANEVÎ SIKINTILAR ÇEKTİM
Cemil Tokpınar için hakperest olmanın bedeli ne oldu?
Sıkıntılı bir süreç oldu benim için. Maddî ve manevî çok sıkıntılar çektim. Bunları kitapta açmadım, şimdi de açmayı düşünmüyorum. Çünkü dinî gruplar arasında tarafgirliği ve adaveti körüklemek istemiyorum. Benim arzum insanların bu süreçten sonra birbiriyle kucaklaşması, eskiden olduğu gibi birbirlerini daha fazla sevmesi, diyalog içinde olması, ortak birtakım projeler ve hizmetler üretilmesi. Şu kadarını söyleyeyim: İnsanlarla olan diyaloglarımızda sıkıntılar oldu. Arayanlar aramamaya, aradıklarımız telefonlarımıza çıkmamaya başladı. Bazı tanıdıklarımız hakkımızda suizanna girmiş olabilir. Bana karşı soğuk davrananlar oldu. Arkadaşlarımdan, dostlarımdan, akrabalarımdan bazılarıyla süreç sebebiyle görüşemiyorum. Ama kimseyle küs değilim. Bununla beraber konferanslarımız engellendi. Bütün okullarda konferans vermem yasak mesela. İktidara bağlı belediyelerin programlarında konuşmamız da yasak.
Biz de soralım o zaman: ‘Ne gerek vardı. Sessiz kalsaydınız?' Bazı meslektaşlarınız gibi susabilirdiniz...
Sussam kafam ağrımazdı ama dayanamadım. Ben Hocaefendi'ye 20 yıldır dua ediyorum. ‘Ya Rabbî! Sağlığımızdan sağlığına, ömrümüzden ömrüne ver.' diyorum. Sadece Hocaefendi'ye değil, Üstad'ımızın emaneti olan ağabeylerimize, bütün cemaatlerin manevî önderlerine de dua ediyorum. Bu kadar tanıdığım, sevdiğim bir insana ve harekete zulüm edilirken susamazdım. Gerçek dost hem iyi günde hem kötü günde dostunun yanında olmalı. Hocaefendi'nin kötü gün dostu olmayı istedim.
HİZMET'TEKİ KARDEŞLERİM MÜSPET HAREKET VE DUAYA DEVAM ETMELİ
Bu süreçte, Risale-i Nur cemaatine mensup insanların tavrı da dikkat çekici. Nasıl değerlendiriyorsunuz onların tavrını?
Üstad'ımızın sağlığında bizzat hizmet etmiş talebeler ve sonradan gelenler Hocaefendi'yi çok iyi tanır. Biliyorlar ki Hocaefendi, gençliğinden itibaren Risale okuyan, Üstad'a, ağabeylere muazzam hürmet eden, hizmet etmek için çırpınan bir Hak dostudur. 1990'larda Hocaefendi aleyhine bir hava oluşturulmaya çalışıldığında Üstad'ı gören dört ağabeyimiz mektup neşrederek Hocaefendi'yi övüyor, savunuyor. Şimdi ben bu Risale okuyan kardeşlerimize soruyorum: Ne değişti de Hocaefendi'ye karşı tavır aldınız? Üstad, Risale-i Nur, Hizmet ve muhterem ağabeylerimiz aleyhinde bir cümlesini duydunuz mu? Yok. Mesele ne o zaman? Biz kardeşlerimize, siyasetçilerin iftira ve yaftalarıyla mı bakacağız?
Süreç, içinde kapanması zor yaralar açıldı. Dinî cemaatlerin arasında mesafeler oluştu. Süreç sonrası bu hasar nasıl giderilir?
Bayağı uğraşacağız. ‘Zaman en büyük müfessirdir' sırrınca bazı gerçekler anlaşılacak. Anlaşılınca da özürler ortaya çıkacak. Duruma göre de herkes kardeşliğin tesisi için elinden geleni fazlasıyla yapmalı. Nitekim Hocaefendi'nin ısrarla af üzerinde durması, ‘Af egzersizleri yapın.' demesi bunu gösteriyor. O zamana kadar Hizmet'teki kardeşlerim müspet hareket, hizmet ve duaya devam etmeli.
HER ŞEY TARAFGİRLİĞE FEDA EDİLMİŞ DURUMDA
Bazı konularda farklı düşündüğümüzden dolayı akrabalarımızla, arkadaşlarımızla, dostlarımızla bir araya gelemez olduk. Niye bu hâle geldik?
Türkiye geneli için konuşuyorum, kimse kusura bakmasın: Kâğıttan Müslüman'mışız. Her türlü farklı düşünceye rağmen ‘ihtilâf ahlâkı' diye bir kavram vardı bizde. Yani ihtilafa da düşsen onun da bir âdâbı vardır. Ne yazık ki, o edep ve âdap unutulmuş, her şey tarafgirliğe feda edilmiş durumda. Farklı düşünenler arasında seviyeli bir müzakere olur. Günümüzde ne mümkün? Yakın arkadaşlarımdan biri, ‘Bir fasık haber getirdiği zaman incelemeden, araştırmadan kabul etmeyin.' ayeti üzerinden konuşmalar yapıyor. Kalkıyor bana hiç araştırmadan bir tweet gösteriyor; ‘Gördün mü bak. Hocaefendi ne demiş!' diye. Bakıyorum gösterdiği tweet sahte hesaba ait. Orijinalini gösterip meselenin doğrusunu anlatıyorum. Sükût ediyor. Dikkat edin; ‘özür dilerim' demiyor. ‘Seni yanlış yönlendiriyordum az daha.' demiyor. Görüşünü de değiştirmiyor. Bu mu Müslümanlık?
Bu tavrın oluşmasında Hizmet Hareketi'nin kabahati yok mu?
Hizmet'in detaylarda, bazı hususlarda hatası-eksiği olabilir. Fakat onun iyiliği ve hizmeti, hata ve eksiğinin belki yüz katına çıkmış durumda. Dolayısıyla biz hataya değil, iyiliğine odaklanacağız. Ayrıca kardeşlik, af, ayıpları örtmek, hoşgörü, müsamahakâr olmak gibi, dinî-ahlakî erdemler bugün değil de ne zaman uygulanacak? Aramız çok iyiyken mi lazım olacak? Bu düsturlara problemler çıktığı zaman ihtiyaç duyulur. Affedici olacaktık, suizan etmeyecektik, gıybet etmeyecektik, araştıracaktık bir şeyi inanmadan önce. Hani kardeştik, tesanüt içinde olacaktık? Nereye gitti bunlar?