Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih, Muharrem Kalyoncu Ağabey'in hatıralarını yazmaya devam etti. Yeni yazının başlığı ise 'Kahve sohbetleri'.
Merhum Muharrem Kalyoncu Ağabey, hatırlarını aktarmaya devam ediyor: “Bir gün Fethullah Gülen Hocaefendi, kahve hizmetlerinden bahsetti. Ben pek bir şey anlamadım. Hem de câmi kenarlarında dindarların, camiden çıkanların oturdukları kahvehaneleri değil de, gençlerin oturup kalktıkları yerleri tercih etmemizi söylüyordu. İlk olarak da bizim o taraftaki kahvelerden başlayacaktık. Ben, bir bizim oradaki, ele avuca sığmaz kahve müdavimlerini ve saldırgan fikir ve davranışlara sahip gençleri düşünüyor, bir de Hocaefendi konuşmaya başlayınca olacakları düşünüyor, bir türlü bunu aklıma yatıramıyordum. Ama itiraz etmiyordum. Birkaç kere görüşüp, yalvar yakar olarak bir kahveciyi ikna ettim. Akşam anlaştığımız saatte Koca Yusuf (Öztanzan) ile beklemeye başladık. Bize kimseyi çağırmayın, dediği için başkalarını da çağırmamıştık. Randevu saatine baktım, gelen yoktu. Gelmedi, bir olay çıkmayacak, diye sevindim. Tam kahveyi terk edecektik ki, bir şeyler istemesine karşı ‘Arkadaşlarımı bekliyorum’ diye cevap veren sesi duyduk. Hocaefendinin sesiydi. O, çoktan gelmiş bir yere oturmuştu. Biz onu fark etmemişiz. Kahvenin sahibine daha önce söylediğim üzere durumu anlatmıştık. Hocaefendi bir masaya tek başına geçti. Bütün görevliler (imamlar, vaizler, hocalar) adına, daha önce kendilerinin ziyaretlerine gelemedikleri için oradakilerden (kahvedeki gençlerden) özür dileyerek konuşmasına başladı. Bazıları ellerindeki domino taşlarını masaya daha sert ve hızlı şekilde vurarak ses çıkartıyorlardı. Kimisi de, ‘Bu cami hocası 1400 sene öncesinden bahsediyor’ diyor, kimisi de yarım kulak dinliyordu. Hocaefendi ise hiç istifini bozmadan konuşmasına devam ediyordu. Sonra itirazcılar, şüpheli soru sahipleri seslerini yükseltmeye başladı. Hepsine de cevap vermeye çalışan Hocaefendi, biz sadece seyrediyorduk. Çünkü bize ‘Siz hiç müdahale etmeyin.’ diye tembih etmişti. Kısa zamanda alâka çoğaldı. Nereden duydularsa camiden çıkan meraklılar da geldiler. Birden demiryoluna taşan kalabalık yolu tıkadı. Birden polis arabalarını gördük. Komiseri tanıyordum. Komisere meseleyi izah ettim. Onlar gittiler. İki buçuk saat daha sohbet sürdü. Toplum üç buçuk saatlik bir deneme oldu. Takdir konuşmalarını en ummadığım kişilerin ağzından duyabiliyor ve seviniyordum.”
Muharrem Ağabeyin, kahve sohbetleri hatıralarına ilave olarak diyorum ki, Hocaefendi kahve sohbetlerinden birisinden dönmüştü bu sohbetler hakkında ‘Bu iyi oldu… İyi tuttu…’ demişti.
Hocaefendi, Turgutlu’nun bir parkında bir akşam ‘soru-cevap şeklinde sol görüşlü gençlerle sohbet etmişti. Bir nevi kahve sohbeti olmuştu. Konuşma bittiği halde gençler hâlâ yeni yeni sorular sormaya gayret ediyorlardı. Büyük bir alâka vardı…
Muharrem Ağabey devamla diyor ki: “Hizmette kamplar dönemi başlayınca, bir defasında Hocaefendi ile beraber, kamp yeri bakmak için taksi ile yola çıktık. Yolda baktım arabanın benzin işareti kırmızı yanmaya başladı. Arabayı Şefik Bey kullanıyordu. Yol üstünde de hiç petrol-benzin istasyonu yok. Halil İbrahim Uçar da var. Kilometrelerce yol gittik. Kırmızı ikazdan sonra normalde 30-40 kilometrede arabanın stop etmesi gerekirdi. Biz endişe ve telaşa kapıldık; ha kaldık, ha kalıyoruz, diye gerginlik yaşıyoruz. Bir ara önümüzden siyah ve uzun bir yılan şimşek hızıyla geçip gitti.
Hocaefendi, ‘Geri dönelim… Bu bir işaret… Buralarda bize hayır olmadığını bu yılan bize haber veriyor.’ dedi. Hemen geri döndük… Sonra bir benzinlik görünce Halil İbrahim Uçar, çok sessiz ve saygılı olmasına rağmen heyecanla Hocaefendiye ‘Hocam herhalde bize birer ayran ısmarlarsınız, değil mi?’ dedi. Hocaefendi hemen ısmarladı. Bir seferinde Manisa Büyükbelen’deki kampa gidiyorduk. Yepyeni araba yeni açılmış yola çakılıp kalmıştı. Arabanın kendi kendine çıkıp kurtulması mümkün görünmüyordu. Ama bir anda engeli aşmıştık. Hocaefendi dua ediyordu. Sonra Hz. Hamza’nın ismini mırıldandı.’
Belenbaşı kampında biz de kalmıştık. Eski bir manastırın kalıntıları ve karadut ağaçları vardı. Öyle bir noktada bulunuyordu ki, bütün çevre yollar ve genişliğince ova göz önünde bütün güzel manzarası ile duruyordu.