Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın yüz binden fazla insanın cadı avıyla kamudan tasfiyesini Almanya'nın birleşmesindeki Doğu Alman memurlarla ilgili düzenlemelere benzetti. Oysa Kalın'ın söylediklerinin gerçekle uzaktan yakından ilgisi yok.
Tarihi Eğip Bükmek ve Kalın Yorumlar
Son donemde RTE ve ekibinin tarihi hadiseleri çarpıtmalarına ve yaptıkları zulme gerekçe göstermelerine çokça rastlanmaya başlandı. Aslından yapılan yorum ve değerlendirmelerin zorlama olduğu ve “nasıl olsa halk işin aslını bilmiyor” kabilinden yazıldığı ve söylendiği satır aralarında gizli.
Bu açıdan bakıldığında iş tamanen düşünen akıllara hakaret ve koca ülkeyi yönetenlerin ise ne kadar diplomalı da olsa ( ki RTE'nin diplomalı olup olmadığı belli değil) cahil olduğu ortada.
Bu tür değerlendirmelerden bir tanesi Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın tarafından yapılmış. Kendi ismiyle yayımlanan internet sitesine göre Kalın hızla yükselen devlet kariyerinin yanından yaman da bir akademisyen. Devlet kariyerine nasıl tepeden inme bir şekilde geldiği konusu yazının ilgi alanı içine girmiyor. Ama aslında önemli bir konu.
Akademisyen kimliği ile devlet içinde bulunduğu konumu zorlama da olsa birleştirmeye çalışan Kalın 3 Ağustos 2016'da Daily Sabah gazetesi için İngilizce olarak "Türkiye'deki Darbenin Ardından Yeni Siyasi Uzlaşma" başlıklı bir köşe yazısı yazmış. Yazıda ön plana çıkarılan konu Kalın'ın Türkiye'de darbe sonrası başlatılan toplu tasfiyeleri normal göstermek için Almanya birleşmesinde yapılan kamu görevlilerin işten çıkarılmasını örnek olarak göstermesi.
Yazının orjinalini internette aradığımda ilk dikkatimi çeken yazının yayınlandığı sitede yazıyla ilgili her hangi bir yorumun olmayışıydı. Teknik olarak sayfa yorumu kapatılmış olabileceği gibi yazı çok fazla ilgili görmemiş olabilir diye düşündüm. Yazıyı konu eden gazetelerin sayfalarına baktığımda ise aynı şekilde haberin Türkçe olarak verildiği sayfaların altında her hangi bir yorumun olmadığı dikkatimi çekti.
Kalın makaleye 15 Temmuz girişiminin Gülen taraftarları tarafından yapıldığı ön kabulü ile başlamış. Halbuki bu konuda hala bir çok soru işareti var ve halen darbe teşebbüsünün kimler tarafından nasıl planlanddığı tam olarak aydınlatılabilmiş değil. Hatta detayların ortaya çıkmaması için özel gayret gösterildiğine dair genel kanaat hakim.
Türkiye tarihine karanlık bir gece olarak geçtiği söylenen darbe teşebbüsü nedense daha sonra patron RTE tarafından 'Allah'ın lütfu' olarak nitelendirildi. Yani aslında denilmek istenen şey şuydu “karanlıklar prensi bizler, yapacağımız her şeyi karanlıklara bağladık ve bu karanlık da bize lütuf oldu” Zira yine RTE tarafından itiraf edildiği şekliyle normal zamanda yapılamayacak zulümler karanlığın gölgesinde hızlı bir şekilde yapıldı.
GÜLEN'İN ULUSLARARASI KOMİSYON TEKLİFİNE AKP SESSİZ KALDI
Sözcü Kalın yazısının konusunu oluşturan darbe sonrası toplumsal uzlaşı konusunda tam olarak haksız sayılmaz aslında. Kimin yaptığı halen anlaşılamayan ama anlaşılmaması için iktidarın özel çaba sarf ettiği darbeye bütün kesimler tepki gösterdi ve kendisi darbe ile ilişkilendirilen Fethullah Gülen uluslararası bir komisyon önererek (ki Türkiye'de bu konuyu tarafsız inceleme imkanı kalmadığından gayet mantıklı bir teklif) darbenin faillerinin araştırılmasını teklif etti. Bu konuya RTE tarafı sessiz kaldı.
Ama Kalın'ın gözden kaçırdığı husus şu; Karşı olunan darbecilik ve darbeden nemalanma, yoksa RTE ve arkadaşlarının darbe sonrası yorumları değil. Gerçi darbe sonrasında çoğununun ortak noktası Cemaat düşmanlığı olan kesimler darbenin geri planında kimin olduğu konusunda RTE argümanlarına sığındı ve aklı selimi bir kenara bırakarak yapılan zülümleri görmezden geldi. Adeta bir öc alma duygusuyla zulme karşı sessiz kalmayı tercih etti.
UZLAŞI DEĞİL HERKESİ YANINA ÇEKMENİN MUTLULUĞU
Kalın tarafından darbe sonrası ortaya çıktığı söylenen toplumsal ve siyasi uzlaşı aslında bu toplumda yüz yıllardan bu yana var olan bir kültür olmasına rağmen AKP siyaseti halktan aldığı desteği bu uzlaşı kültürünü yerle bir etmek için kullandı. Ve nedense darbede ortaya çıkan görüntü sonrası özellikle son 3-4 yıldır siyasi arenaya hakim olan kavgacı dışlayıcı ve ayrıştırıcı söylem yerini uzlaşma söylemlerine bıraktı. Sebebi aslında belli olan değişimi tamamen RTE'nin yine 'Allah'ın lütfu' tanımlaması içinde aramak mümkün. Aslında bu uzlaşıdan kaynaklı bir memnuniyetten daha çok bütün kesimleri yanına çekmiş olmanın süruru ve sevincinden başka bir değildi.
Yazının devamında Kalın darbe teşebbüsü ve darbeye karşı halkın mücadelesinin bir çok Avrupa ülkesi ve Amerika tarafından tam olarak anlaşılamadığını bu ülkelerin Türkiye'ye destek vermek yerine demokrasi ve hukukun üstünlüğü konusunda öğüt vermekle meşgul olduğunu ve darbeyi biz yapmışız gibi bizi suçlayacak kadar ileri gittiklerini ifade eden satırları çelişki ve ve itirafları içeren önemli satırlar.
ABD VE BATI NEDEN AKP'YE İNANMIYOR?
Her şeyden önce ABD ve Avrupa hemen darbe sonrasında askeri darbeye karşı olduklarını ve bu konuda Türkiye'nin yanında olduklarını en üst düzeyde dile getirdiler. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü konusunda verilen nasihatler sonradan darbe teşebbüsü gerekçesiyle yapılan hukuksuzluklarla ilgili olarak yapıldı. Yazının önceki bölümlerinde demokrasyle ve hukukun üstünlüğüne sahip çıkan halktan bahseden Kalın birden bire Batı'nın nasihatlerindan rahatsız olduğunu gizleyemedi. Zira halkın sahip çıktığı demokrasi ve Batı'nın telki ettiği demokrasi nedense aynı şey değildi ve bu nedenle Kalın'ın karşı bu tür nasihatlere tok olduğundan yapılan hukuksuzlukları desteklenmemesi demokrasi ve hukukun üstünlüğünün söylemden öte bir anlamının olmadığını ortaya koyuyordu.
Takip eden satırlarda ise yeni bir çelişki var. Batılı ülkelerin darbeyi kınadıklarını ama darbeciler hakkında her hangi bir şey söylemediklerinden şikayet ediyor. Kalın'ın unuttuğu önemli ayrıntı ise Gülen bağlantısı halen bugün bile darbeciler hakkında tatmin edici bilgilerin tespit edilmediği ve dünya kamuoyunun tatmin edilmediği ve ne yazık ki gerçeklerin üstünün örtüldüğü gerçeğidir. Batılı ülkelere ağlamaklı şekilde 'bizi anlamadınız' şikayeti yapan aynı paragrafın devamında ise 'zaten ziyaretimize gelmediniz' serzenişi aslında o kadar projeli ve planlı olmamıza rağmen size nasıl oldu da kandıramadık bari yalandan da olsa bir iki ziyaret yapın çağrısından başka bir şey değil kanaatimce. Sanırım Kalın'ın verdiği mesaj yerine ulaştı ve daha sonrasında bir kaç ziyaret tertip edildi.
'BİZ YAPMIŞIZ GİBİ'
Yazının devamında mantık hataları ve gerçeğin saptırılması çabası devam ediyor. Gülen Hareketi'nin devlet için sızması olarak tabir ettiği sürecin nasıl bir zarar ve istikrarsızlığa neden olduğunu gösteremeden darbe girişimine sığınması aslında bir önceki paragrafta itiraf gibi ifade edilen 'biz yapmışız' gibi ifadesiyle örtüşüyor.
Yani darbe teşebbüsü olmasaydı bütün malzemeler bitmişti ve algı operasyonları tükenmişti, 'biz yapmışız gibi' anlaşılan bu darbe 'Allah'ın lütfu' olarak imdadımıza yetişti. Aslında aynı paragrafın devamında hareketin Avrupa ve ABD'de yasal sisteme uygun faaliyetlerde bulunduğunu itiraf eden Kalın yine delil sunmaya gelince çuvallamış ve sadece sistemin suistimal edildiğini ifade etmiş.
Tabi bu ifade Avrupalılara yönelik olarak 'siz bizim kadar zeki değilsiniz, kendi ülkenizi bizden daha iyi düşünemezsiniz hakaretini içinde barındırdığının farkında olmadan oturduğu koltuğun verdiği egoyu kendisine nasihat verilmesinden hoşlanmadığı ABD'li ve Avrupalılara nasihat vererek ortaya çıkarmış.
Aslında Kalın tarafından yazılan ve her hangi bir derinlik barındırmayan köşe yazısının her satırında benzer çelişkiler ve saptırmalar tespit etmek mümkün ve bunlar daha derinlemesine incelenebilir. Ancak bu yazının ön plana çıkarılan konusu Alman birleşmesinde görevlerinden alınan kamu görevlileri hakkında olduğundan diğer kısımları şimdilik geçebiliriz. Ama şu kadarını bilmekte fayda var ki Kalın aslında farklı bir alanda yaptığı akademik kariyerinin önemli özelliklerinden tarafsızlık ve olayların iki yönlü değerlendirilmesi prensiplerine bu köşe yazısında pek fayda riayet etmemiş tamamen siyasi kimliğine uygun ve gerçekleri kelimelerle süsleyerek saptırmaya çalışan bir görüntü vermiştir.
Bir çok konuda neyin doğru neyin yanlış olduğunu teyid etme imkanın olmadığı durumlarda Kalın ve ekibi kısmen algı üretmede başarılı olsa da farklı kaynaklardan araştırma imkanı bulabileceğimiz bir konuyu malzeme olarak kullanması araştırmacılar için gerçeği öğrenme kapısını aralamıştır.
ALMANYA'NIN BİRLEŞMESİNİN ÖRNEĞİNİN ANLAMSIZLIĞI
Köşe yazısının son kısmında Kalın 1990 yılında Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmesi sırasından birleşme anlaşması sürecinde yaşananlarla aynı olduğunu savunmaktadır. Halbuki bu zorlama örneğin darbe girişimi sonrasında yapılanlarla hiç bir alakasının olmadığını kendisi de çok iyi bilebileceğini düşünsek de yine de içinde bulunduğu durumun kendisini ve takipçilerini gerçekleri görmekten alıkoyduğunu hesaba katarak gerçekleri sunmayı düşündük.
1-Birleşme Anlaşması, 2. Dünya Savaşı sonrasında ayrılan (1949) Doğu ve Batı Almanya'nın yeniden tek çatı altında bir araya gelmesini öngören, öncesinde müzakerelerin yürütüldüğü ve bütün işlemlerin bu müzakere sürecinde karşılıklı karar verildiği bir süreçtir.
a. Oysa 15 Temmuz sonrası yapılanlar kimin yaptığı belli olmayan darbe teşebbüsü sonrası teşebbüs gerekçe gösterilerek ilen edilen OHAL gölgesinde aslında OHAL'in dahi izin vermediği hukuksuzluklardır. Bu açıdan bu benzetme temelde hatalıdır.
b. Darbe girişimi sonrasında birleşmeden daha çok toplumun belirli bir kesimi darbe ile ilişkili gösterilerek ayrıştırılmış, ötekileştirilmiş ve temel hak ve özgürlüklerinden dahi soyutlanarak tasfiye edilmiştir.
2- İki Almanya'nın birleşme süreci otoriter komünist rejimin liberal demokratik sisteme geçişini öngören bir bütünleşme hareketi olarak siyasi, sosyal ve ekonomik başta olmak üzere bir çok yönü bulunan bir süreci içeriyordu.
a. Darbe girişimi sonrasında yapılan ise otoriterleşmeye geçişin önünde engel olan kesimlerin tasfiye edilmesi ve demokrasiden uzaklaşılması anlamına gelmekteydi ki bu anlamda da verilen örnek ile TR'de yapılanlar taban tabana zıttır.
3- Birleşme anlaşması süreciyle ilgilli Tobias Böhm and Nadine Riedel tarafından kaleme alınan “Selection into Public Civil Service – Evidence from the German Reunification Experiment” (Kamu Hizmetine Alma – Alman Birleşme Sürecinden Tespitler” başlıklı veriye dayalı incelemede konumuyla ilgili aşağıdaki tespitler yapılmaktadır;
a. Almanya birleşmesinden sonra Batı ve Doğu Alman bürokrasisi herhangi bir kısıtlama ve değişikliğe uğratılmadan uyumlu hale getirildi ve Doğu Almanya bürokrasisinde çalışan memurların hakları korunmak suretiyle geçiş sağlandı. Kamuda çalışan memurlara geçiş sürecinde özel sektörde yer alabilmelerine imkan sağlayan bazı haklar verildi.
b. Birleşme Anlaşması'na göre Doğu Alman bürokrasisinde yer alan ancak Batı Almanya'da bulunmayan bazı kamu hizmetlerinin kaldırılması üzerinde mutabakat sağlandığı için bu alanda çalışan Doğu Alman memurlar doğal olarak bu görevlerinden alındılar. Ancak kendilerine maaşlarının yüzde 70'i ödenmeye devam etti. Ve bu kişiler kamuda ya da özel sektörde iş bulabilmeleri konusunda destek sağlandı. Bu tür memurların sayısı ise iddia edildiği gibi 500 değil 250 bin kişiden fazla değildi.
4- Görevden alınan veya uzaklaştırılan memurlar herhangi bir gruba ya da cemaate üyelikleri nedeniyle değil çalıştıkları kurumların işlevsel hale gelmesi nedeniyle görevden alındılar ve tekrar her hangi bir kamu görevinde çalışmalarına mani her hangi bir yasal düzenleme yapılmadı.
a. Halbuki KHK'larla görevden alınan binlerce memurun farklı kamu görevlerinde çalışmalarının önüne geçildiği gibi en doğal hakları dahi ellerinden alındı, bu nedenle iki süreci birbirine benzetmek eğer cahillik değilse yapılan ayıbı örtme gayretidir.
5-Kamu yönetimi ve personel reform kapsamında Almanya genelinde 1991 -1997 yılları arasında 652 bin kişilik federal memur sayısı bütün hakları garanti olmak kaydıyla 562 bine düşürüldü. İddia edildiği gibi bu birleşme sonrasında Doğu Almanya'nın eski rejimine duyulan nefretin sonucu olarak değil, klasik Alman mantığı ve rasyonel düşüncenin ürünü olan hükümet programı içinde bireysel hak ve özgürlükleere uygun olarak yapıldı. (Kaynak; http://www1.worldbank.org/publicsector/civilservice/rsGermany.pdf, sayfa 10 da yer alan tabloya bakilabilir)
a. KHK'larla yapılan görevden almalar ise bir gecede ve herhangi bir hak hukuk gözetilmeksizin yapıldı.
6- Almanya bütünleşmesinin önemli bir sonucu Doğu'dan Batı'ya yaşanan iç göçtür. 1991-2004 yılları arasında 1.45 milyon kişi Doğu Almanya sınırlarından Batı bölgelerine göç etmiştir. Bu göç öncesinde 14,5 milyon olan Doğu nüfusu 13,2 milyona gerilemiştir. Bu iç göç hareketi Batı Almanya'nın ekonomik ve hayat standartları bakımından daha cazip olmasından kaynaklanmıştır. Bu göç dalgasından kamu çalışannları da etkilenmiş ve bir çok kamu çalışanı daha iyi şartlarda yaşamak için Doğu Almanya'dan ayrılmıştır.
(Kaynak: https://www.empiwifo.uni-freiburg.de/discussion-papers/Antonczyk/KohnAntonczyk_AftermathOfReunification.pdf )
a. KHK ile görevden alınanların ülke içinde çalışmalarının önüne geçildiği gibi pasaportlarına el konulmuş yurt dışına çıkışları da engellenmiştir.
7- Birleşme sonrasında uygulanan Kamu Yönetimi reformuna göre 1.2 milyon Doğu Alman kamu görevlisi eğitimden geçirilerek idari yöntem kanunlar vb konularda eğitilmişler ve yeni sisteme adaptasyonu sağlanmıştır. (Kaynak: http://www.zif-berlin.org/fileadmin/uploads/analyse/dokumente/veroeffentlichungen/ZIF_Policy_Briefing_Eckhard_Kuhl_Sep_2014_ENG.pdf)
a. Totaliter idareden demokrasiye geçişte Batı Almanya yeni idari sistemi ve bu sistemin temel değerlerine uyum yıllarca devam eden eğitim çalışmalarıyla planlı bir şekilde gerçekleştirmiştir. Darbe girişimi sonrasında ise KHK'larla yapılan tasfiyelerde RTE bile “at izi ile it izinin” birbirine karıştığını ifade ederek sürecin pek de öyle Almanya'da yapılan gibi olmadığını itiraf etmiştir.
8- Netice itibariyle İkinci Dünya Savaşı sonrasında “deli bir liderin” maceralarıyla bölünen Almanya'nın yeniden birleşme sürecinin Türkiye'de yapılan hukuksuzlukları haklı çıkarabilmek için Kalın'a pek fazla fayda sağlamayacağı ortada. Aslında böyle bir arayışa girmiş olması tek başına yapılanların doğru olmadığını itiraf bakımından anlamlı yoksa neden tarihten dayanak bulmaya çalışsın. “Yaptık oldu, iyi de oldu” der geçerdi. Suçlu çocuk psikolojisiyle “ama baba oda yaptı” der gibi komik bir durum ortaya çıktığını biraz düşünse kendi de fark ederdi.
9- Buraya kadar yazdıklarımla "Gülencilerin, kamu kurumlarından çıkarılması, 1990 yılında Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmesi sırasındaki ünlü 'Einigungsvertrag' (Birleşme Anlaşması) sürecinden pek de farklı değil.” ifadesinin ne kadar boş olduğunu görmüş olduk. Kısaca kalan satırlara değinip bu faslı burada noktalayalım. Yoksa “Bir deli kuyuya taş atmış kırk tane akıllı çıkaramamış” atasözüne muhatap olacağız.
a. Görevden alınan memurların daha sonradan cezaevine konduğundan hiç bahsetmeyen İbrahim Kalın süreci “işten atıldı ve “kovuldu” gibi keskin cümlelerle anlatmış ama bu kişilere verilen haklardan hiç bahsetmemiş.
b. İddia ettiği uygulamaların hiç birisi ile ilgili kaynak göstermemiş, dolayısıyla doğru mu yanlış mı teyid imkanı yok. Bu nedenle bazılarını 'işkembe' kontenjanına sayabiliriz.
c. Kalın’ın “olağan üstü tedbirler” diye ifade ettiği süreç aslında hala devam ediyor ve birleşmenin ekonomik, sosyal, idari ve mali boyutları gerek sosyal bilimciler tarafindan gerekse idareciler tarafından ayrıntılı olarak çalışılıyor. Dolayısıyla “yumuşak geçiş” yaptırdığı Almanya bu geçişi 20 yılı aşkın bir süreye yaymışken Kalın bir gecede bir sayfalık KHK ekine konulan ve nereden geldiği nasıl hazırlandığı bilinmeyen listelerle tasfiye edilen insanların ve bu insanlara yapılan zulmü haklı göstermek için Almanya örneğini kullanarak çok büyük bir hataya imza atmış oluyor.
d. Gariptir ki Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü, yazının bir bölümünde darbecilerle Gülen taraftarlarını ayrı tutmuş ve demiş ki “ Türkiye'de demokrasiyi gerçekten önemseyenler, ülkenin darbeci ve Gülen cemaati üyelerine karşı verdiği mücadeleyi desteklemelidir.” Demek ki bu işin içinde başkaları da var. Umarız yakında kim oldukları ortaya çıkar.
10- Kalın’a yazısının sonunda bahsettiği “gelecekte darbe girişimlerini engellemek için yeni yapısal reformlar” ve "şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerinin Türkiye'de yönetim ve demokrasinin temel değerleri olması” konusunda destek verdigimizi hatırlatarak yazımıza son verelim.
KAYNAKÇA:
https://www.cesifo-group.de/portal/pls/portal/!PORTAL.wwpob_page.show?_docname=1118607.PDF
http://www1.worldbank.org/publicsector/civilservice/rsGermany.pdf
https://www.empiwifo.uni-freiburg.de/discussion-papers/Antonczyk/KohnAntonczyk_AftermathOfReunification.pdf
http://www.zif-berlin.org/fileadmin/uploads/analyse/dokumente/veroeffentlichungen/ZIF_Policy_Briefing_Eckhard_Kuhl_Sep_2014_ENG.pdf
Bu da Kalın'ın beyanatı
http://www.milliyet.com.tr/ibrahim-kalin-gulencilerin-siyaset-2288803/
Kalın, makalesinde şu değerlendirmelere yer verdi: "Gülencilerin, kamu kurumlarından çıkarılması, 1990 yılında Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmesi sırasındaki ünlü 'Einigungsvertrag' (Birleşme Anlaşması) sürecinden pek de farklı değil. Bu anlaşmayla, yaklaşık 500 bin Doğu Almanyalı memur görevden alındı veya uzaklaştırıldı. Altı ay sonra bu memurların çoğu, işlerinden atıldı. Birleşmeden kısa süre sonra, 88 bin kişilik Doğu Almanya ordusundaki tüm general ve amiraller kovuldu. Sadece az sayıda düşük rütbeli askerin, yeni Alman ordusuna katılmasına izin verildi. Memur ve askerlere ek olarak, birçok akademisyen, öğretmen, diplomat ve gazetecinin görevine de Alman Devleti tarafından, Doğu Almanya'daki eski rejimle bağlantıları olduğu gerekçesiyle son verildi.
Alman yetkililer, bu olağanüstü tedbirleri Birleşik Almanya'ya yumuşak geçiş sağlamak için aldılar. Türkiye, daha yeni kanlı bir darbe atlattı ve şu anda darbenin ölümcül sonuçlarından kurtulmaya çalışıyor. Türkiye'de demokrasiyi gerçekten önemseyenler, ülkenin darbeci ve Gülen cemaati üyelerine karşı verdiği mücadeleyi desteklemelidir. 15 Temmuz darbe girişimi ve Cemaat'in bundaki rolüne dair ülke genelinde ortaya çıkan uzlaşı, Türk demokrasisi için güç ve direnç kaynağıdır." Hükümetin muhalefet partileriyle istişare içinde gelecekte darbe girişimlerini engellemek için yeni yapısal reformlar yapacağına işaret eden Kalın, "Bu önlemler, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerinin Türkiye'de yönetim ve demokrasinin temel değerleri olmasını sağlayacaktır. Bu, 15 Temmuz darbe girişimi gibi suçlarının bir daha asla işlenmemesi için devlet ve orduda güven aşılamanın yoludur." ifadelerini kullandı.
YORUM