Türkiye son yıllarda müthiş bir kimlik çatışması yaşıyor. Polisi yakalayan hırsızlar, adalet ve emniyeti sorgulayan mafya liderleri, halkın bildiğini gizlemeye çalışan gazeteciler…
KAZAN DOĞURDU
KAMİL ERGİN- SAMANYOLUHABER.COM
Türkiye son yıllarda müthiş bir kimlik çatışması yaşıyor. Polisi yakalayan hırsızlar, adalet ve emniyeti sorgulayan mafya liderleri, halkın bildiğini gizlemeye çalışan gazeteciler…
Söylenenler, yaşananlar sürreal şeyler. Binbir gece masallarını hatmediyor gibiyiz. Olaylar ve karakterler o kadar iç içe girmiş ki meşhur ifadeyle at izi it izine karışmış. Bakmayın milyonlarca izlenen videolara. Gerçekte kimse kimseyi dinlemiyor. Bütün ülke çayını demleyip çekirdeğini alarak ‘yar bana bir eğlence’ kıvamında sanki Hacivat’la Karagöz’ü izliyor. Herkes kendi masalını anlatıyor ve anlattığı hikayede başrolü oynuyor. Bazen hikayeler kesişiyor ve küçük heyacanlar yaşıyoruz. Ne dediğimin anlaşılması için size bir Keloğlan masalı da ben anlatayım:
Keloğlan bir gün göle peynir çalmaya gitmiş. Bunu gören Nasrettin hoca ‘Ey Keloğlan, bil ki bu göl maya tutmaz’ demiş. Oradan geçmekte olan Temel sohbete dahil olup cevabı yapıştırmış: ‘Ya tutarsa?’ Rivayet o ki tartışmadan sonra herkes kendi fıkrasına geri dönmüş.
Bir zamanlar hayırsever işadamı Reza Zarrab’ı konuşuyorduk. Sonrasında devrik başbakan Davutoğlu ve dengeci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü. Birkaç ay önce özgül ağırlık Bülent Arınç ve ardından görevden affedilen Damat Berat’ı. Aralarda kızağa çekilen, kalemi kırılan, yağlı kazığa oturtulan ya da emekliye ayrılan onlarca isim ya da grup. Şimdi ise Sedat Peker ve Süleyman Soylu çekişmesini.
Brezilya’da bir deyim vardır: 'Bu kavganın sonu pizzacıda biter' diye. Çözümsüz siyasi kavgalardan sonra taraflar birlikte pizzacıya giderek uzlaşırlar ve herkes kendine bir rol biçip eski düzeni devam ettirir. Bu masalın sonu da Türk geleneklerine uygun şekilde köfteci Yusuf ya da kebapçı Nusret’te bitebilir.
Masalın sonu derken, bir sonraki masala geçebiliriz.
Yıllar önce Brezilya’daki bir üniversitede Ortadoğu hakkında bir seminer vermiştim. Brezilya halkı -ve dahi elitleri- Ortadoğu konularına çok yabancıdır. Ortalama bir Brezilyalı, bizim literatürde yer eden etnik, mezhebsel veya ideolojik sınıflandırmaya dayalı tanımların çoğunu bilmez. Birkaç saatlik konuşmada, coğrafya hakkında hiçbir fikri olmayan insanlara oldukça karmaşık meseleleri anlatmakta zorlanabileceğim için basitleştirmeye çalıştım. Örneğin; söz konusu ülkeleri futbol takımlarına, gündemdeki figürleri dizi karakterlerine, sembolik olayları da Game of Thrones’taki taht mücadelelerine benzettim. Ortaya yaklaşık olarak şöyle bir anlatım çıktı:
İkinci ligde oynayan A takımı, birinci lige yükselmek için yurtdışından oyuncu transfer ediyor. B takımı ise C takımını yenerse şampiyon olacak. Ahmet Ayşe’yi seviyor ama Ayşe’nin gönlü Bekir’de. Bekir ortağını kazıklıyor, Ayşe ise kocasını aldatıyor. Starklar mağdur, Lennister güçlü ve Targanyenler intikam peşinde…
Zaten bizde yaşanan entrikaları, kendi ülkesinde başbakanın adını dahi bilmeyen insanlara anlatmak başka türlü mümkün değil.
Konu iyice anlaşılsın diye son bir masal daha anlatalım.
Geçtiğimiz günlerde bir yabancı gazeteci arkadaşım aradı ve kim bu Sedat Peker, hikayesi ne ve neyin feryadını ediyor diye sordu. Sağolsun bu karmaşık meseleyi izah adına bu kez imdadıma Nasrettin hoca yetişti:
Bilirsiniz ya Hoca, mal canlısı bir komşusundan kazan istemiş. İşi bittikten sonra kazanın içine küçük bir tencere koyarak komşusuna götürmüş.
?–‘Gözün aydın komşu’ demiş. ‘Senin kazan doğurdu.’
Komşusu durumdan gayet memnun, tencereyi alıp mutfağına koymuş.
Gel zaman git zaman Hoca komşudan tekrar kazan istemiş. İlkinde gönülsüz veren komşu be sefer seve seve getirmiş kazanı. Getirmiş ama, üç gün, beş gün, Şubat, Nisan derken Hoca’dan kazan geri gelmiyor. Hem tencereyi ikilemek beklentisi içinde.
Dayanamayıp Hoca’nın kapısını çalmış:?– ‘Hocam’ demiş, ‘işin bittiyse şu kazanı getirsen.’?– ‘Başın sağ olsun komşu’ demiş, Hoca. ‘Senin kazan öldü.’?– ‘Allah aşkına Hoca’ demiş komşusu. ‘Kazan bu, ölür mü hiç?’?Hoca’nın tepesi atmış ve kapıyı suratına kapatmış.
– ‘Bre mendebur, kazanın doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun?’
‘Yani, iktidarın kendisini hapisten çıkartıp başarılı bir işadamına dönüştürdüğüne inanıyor ama aynı iktidarın onu suç örgütü lideri olarak tekrar hapse göndermek istediğine bir türlü inanamıyor.’ diyerek telefonu kapattım. Gazeteci beni ne kadar anladı bilemem. Elbete aramayı kaydetmediğim için size böyle bir görüşmenin gerçekte var olup olmadığını da ispatlayamam. Masal da böyle birşey zaten.
Görüş ve önerileriniz için