Cadı avı ve eşinin tavırları sebebiyle Avrupa'ya taşınan ve burada tutunmaya çalışan kadın gazetecinin yaşadıklarını anlattığı blogu e-kitap oluyor.
Deniz Zengin, ‘Kadın Yazarlar Haftası’ vesilesiyle 24 Eylül’de
The Circle’da yayınlanan bir yazı kaleme aldı ve herkes bu yazıdan sonra onu çok merak etti. Zengin, doktorası devam eden bir akademisyen. Aynı zamanda İpek Medya Grubu’nun gazetelerinden birinde köşe yazıyordu. Sonra her şeyi bırakmak zorunda kalıp çocuklarıyla yola düştü. Hayat onu Finlandiya’ya savurdu. İki yıldır Finlandiya’da yaşayan Zengin, mülteci kampındaki gözlemlerini kamphatiralari.blogspot.com‘da yazıyor. The Circle’da yayınlanan “Çiçek Açan Bireyin Kadınlık Hali” başlıklı yazıda ise üç çocuğuyla Türkiye’den Finlandiya’ya geliş öyküsünü ve boşanma sürecini anlatıyordu. Birçok aile gibi Zengin ve eşinin arasındaki sorun 17 Aralık 2014’ten sonra başladı ve yazdıklarına göre çocuklarının babası, onlardan kurtulmak için elinden geleni yaptı. Bir yandan herkes Zengin’e kızmıştı. Böyle bir adamla evliliği sürdürmek için neden bu kadar ısrar etmişti? Bir yandan da olan bitenler üzücüydü. Kamp hatıraları e-kitap olan Deniz Zengin ile hem bu yazının hikayesini, hem yeni kitabını ve Yunanistan’daki aileler için başlattığı yardım kampanyasını
Kronos Haber'den Selma Candan konuştu.-Bir yazı yazdınız ve herkes sizi çok merak etti? Gerçekten siz kimsiniz?
-Öncelikle bir yazının bu kadar tesir edeceğini tahmin etmemiştim. Kamp hatıralarımda öz hayatıma dair bilgi paylaşmamak için azami dikkat ettim. Fakat Türkiye’den ayrılış hikayemi kaleme alırken kendimden bahsetmem gerekiyordu. Bir senedir kenarda tuttuğum bu yazıyı yayına vermedim. Kitabın çıkmasına yakın The Circle’dan Engin Bey (Sezen) tarafından yazı istenince gönderdim. Hayatımın bir bölümünü yazdığım satırların, hayatımın geri kalanına bomba etkisi yapacağını bilseydim, bu bombayı bu kadar rahat taşıyamazdım yanımda.
Ben kimim sorusuna gelince içimden ‘hiçlik denizinde yüzen biri’ diye cevap vermek geliyor. Türkiye’de orta halli insanların yaşantısı nasılsa öyle bir hayatım vardı. Evlendikten sonra doktora programına kabulümle birlikte ikizlerim ve bir de ardından üçüncü çocuğum dünyaya geldi. Bir yandan bulunduğum yere 3 saat uzaklıktaki üniversiteme koştururken diğer yandan çocuklarla ilgilenmeye devam ediyordum. Bunun yanı sıra çalışıyordum. Bir kadının kaldıracağı yükler Türkiye şartlarında zorlaşan koşullar sebebiyle çok ağır.
-Bir anne ve kadın olarak yaşadıklarınız etkileyiciydi. Tüm bunlar olurken sizi hayata bağlayan temel şey ne idi?
-Bunun bendeki en net cevabı çocuklarım. Bu hayatın ortasında çocuklarımla birlikte varım. Hayata bağlanma kadında farklı tezahür ediyor. Herhangi bir ülkede savaş başlasa erkekler ellerini şakaklarına götürüp kara kara düşünüp kalakalıyor. Fakat kadınlar hangi sığınağa ineceklerini, ne yiyeceklerini, nerde bulaşıkları yıkayabileceğini, ne ile ısınacaklarını vs. tüm parametreleri gözden geçiriyor, yılgınlık göstermiyor. Çünkü temel ihtiyaçların karşılanmasında kadının ailede etkin bir rolü var. Aileyi taçlandıran, ayakta tutan kadınlar. Bir benzetme ile anlatayım; hepimizin bu dönemde mağaraya girdiğini düşünüyorum. Eski kapılar kapansa da bu yeni mağarada çok fazla çıkış kapıları var. Onları bulmaya ve değerlendirmeye çalışıyorum. Böylece hayata bağlı kalıyorum.
-Tek başına mücadele etmek zorunda olan kadınlara güç veren bir hikayeniz var. Size kim güç verdi?
-Ayna tuttum kendime. Siz nasıl olursanız olun, aynalar yalan söylemez. Sözünüzü kesmez. Devamlı konuştum. Ne istiyorsun? Ne olacaksın? Kıyasıya eleştirdim aynadaki kendimi. Durursan sadece düşmezsin, ölürsün ölür deyip aynadaki beni tokatladım.
İnsanın hareketten ibaret olduğunu ve bu yetimizi yaşımız ilerledikçe kaybettiğimizi düşünüyorum. Kendime durmama adına söz verdim. Hareket halinde oldum hep. Kampta iken her gece bir acı haber sebebiyle uyuyamaz kadar. Küçücük odanın içinde volta atar, içime düşen ateşi çıkarıp ortaya atmaya, insanlara duyurmaya çalışır ve yazardım. Yalnızlığım zihnimin gereksiz düşüncelerle meşgul olmamasına kapı araladı. Hadiselere birkaç adım geriden bakınca büyük resimdeki kötülüğün kapsayıcılığı beni iyi kalma ve güçlü olma yoluna sevk etti.
-Türkiye’yi ve oradaki hayatınızı bırakıp geldiniz. Türkiye’de doktora tamamlamak yerine, bulunduğunuz ülkede eğitime devam etmek daha mantıklı değil mi?
-Avrupa’nın şartları çok farklı. İyi olan kazansın derler ya Avrupa’da en iyisi olmaz iseniz akademik hayatta kabul görmüyorsunuz. Ara verdiğiniz bir sene bile akademide sorgulanıyor. Bilim üretmenin sürekliliği, kaliteyi ve düşünsel üretimi iyi yönde etkiliyor. Geçmişte aldığım eğitimin ne kadar yetersiz olduğuna burada şahit oldum. İlerleyen dönemde yerel dil hakimiyeti ile birlikte değerlendirilebilecek bir durum. Devam eden eğitimimi güçte olsa Türkiye’de bitirebilmek hedeflerimin arasında.
-Eski eşinizin boşanma talebine rağmen evliliğinizi ısrarla sürdürmenizin nedeni neydi peki?
-Evlilikleri kördüğüme benzetmişimdir. O kadar çok bağ kurarsınız ki her bağda çözülmez düğümler atılır ve sonunda düğümler silsilesi sizin ilişkinizi kördüğüme çevirir. Mesela; vefa bir düğüm iken, sadakat ayrı bir düğümdür. Evlilik satrancını bozmak isterseniz bir elinizle taşları tümden devirebilirsiniz. Aldatma tüm taşları yerinden oynatır ve düğümleri tek tek çözer. Eşimin ihbar tehdidine kadar evliliğimin bitmemesi, kördüğümün çözülmemesi için elimden gelenin fazlasını yaptım. Üç küçük çocuğumun olması ve gelecek kaygısı evliliğimin devamını gerektiriyordu. Ama oynanan oyun o kadar büyük ki mikro planda evinizde yaşadığınızdan çok makro planda toplumun aileleri sevk ettiği kasırgadan nasibimizi almış olduk. Kördüğüm o fırtınada çözülmedi, kayboldu.
-Hapisteki bebekler başta olmak üzere bazı projeler yaptınız. Planladığınız başka projeler var mı?
-Geçen sene #668Babies siyah balonlarla çıkma fikri ve tüm ülkelerde eş zamanlı yürütülecek bir eylem planı hazırlayıp bazı tanınmış isimlere sunmuştum. Güzel bir proje yürüttük. Herkes zindana atılan bebeklerin acısını yüreğinde hissediyor ve bunu anlatma ihtiyacı hissediyordu. Bu reflekslerle her ülkeden duyarlı Türk vatandaşları cezaevinde tutulan bebekler için ses vermiş oldu. Tabi ki bu bir son değil, acılar bitinceye kadar, adalet yerini buluncaya kadar mazlumların sesini duyurmaya devam edeceğiz. Biyografimi yazmak isteyen biri ile görüşüyorum. Orada iki yıldır yaptıklarımızı anlatmayı planlıyorum.
-Bu süreçte çocuklar birdenbire büyümek, olgunlaşmak zorunda kaldılar. Kamplarda buluşan çocuklar, birbirlerine Türkiye’den nasıl geldiklerini anlatıyorlar. Sizin evlatlarınız gözünden kamp hatıralarında neler var?
-Çocukların İyilik Oyunu oynadılar kampta. Ve bu oyunu kazandıkları için kamptan çıktıklarını sanıyorlar. Onlar içlerindeki iyilik canavarını açığa çıkardılar. Hayatımızda her zaman kurabiye canavarı olacak değil ya…
-Bu süreç aslında herkesin yaptıklarıyla yüzleşme ve sorgulama dönemiydi aynı zamanda. Sizin payınıza ne gibi dersler düştü?
-Benlik duygusu insanoğluna öylesine yerleşmiş ki, iyiliğin kendinden olduğunu düşünüyor her daim. Bu süreçte iyi olmak ne kadar zor ise, iyi kalmak da o kadar zor. Her birimizin içinde açılan yaralar, sevgi ile, yardımlaşma ile iyileşecek. Ben de açılan bütün yaraları elimden geldiğince sarıp sarmalamayı, yara büyüyüp vücudu sarmadan, elimden geldiğince merhem olmayı hayatımın hedefi haline koydum. Sorgulamalarımı beni Yaradan ile konuşarak geçmişi masaya yatırarak yapıyorum.
-Artık kamptan çıktınız, bir eviniz var. Hayatınız seyri nasıl şimdi? Oturdu mu her şey yerine?
-Maalesef. Anne, ev hanımı, kadın… adım ne olursa olsun içimdeki gazeteci ruhunu geri plana atamıyorum. Kampı ve o havayı özlüyorum. Daha üretkendim. Bir göz odada daha az günlük işlerle meşgul oluyordum. Zamanım daha fazla idi. Ev hayatı konforu getiriyor. Dengeyi kurmakta başta biraz zorlandım. Bana kalırsa bu süreci sıyrıklarla atlatan nadir insanlardanım. İşkence altında ölen, kaçırılan, cezaevinde bebeğiyle gün sayan, intiharın eşiğine gelen, bir parya gibi ülkesinden çıkmak zorunda kalan insanların yaraları daha derin. Utanıyorum ve kendimi bir sorun yaşamış imajı vermemeye gayret gösteriyorum.