Avni Özgürel'in senaryosunu yazdığı Zincirbozan filminde çarpıcı bir sahne var.
12 Eylül darbesine saatler kala havaalanında iki kişi karşılaşır.
Ellerindeki sarı zarfların içinde yurtdışına çıkışlarını sağlayacak pasaport ve biletler vardır. Birbirlerini görmezden gelerek yollarına devam ederler. Film boyunca sağ ve sol eylemcileri yönlendiren, silah sağlayan iki lider, arkalarında idam edilecek gençler ve işkence hanelerde inleyecek insanlar bırakarak kaçıyorlardı. Kaçırılıyorlardı.
"Emekli Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu ile Susurluk mahkûmu İbrahim Şahin'in yolu Ergenekon'da nasıl buluşur?" sorusu sıkça soruluyor. Henüz mahkûmiyet olmadığı için kesişip kesişmediğini bilmiyoruz. Bildiğimiz, yetkili savcının delillere dayanarak talep ettiği arama izni ve onay veren bir mahkeme var. Tepkiler ve eleştiriler tahmin edilebilecek türden. Yani savcı da, mahkeme de eleştirileri göze alarak karara imza atıyor. Kamuoyunu ve aralarında Yargıtay'ın da bulunduğu adliye mekanizmasını ikna edecek deliller olmadan bu işe girişmek intihar olurdu. Deliller görüldükten sonra eleştiri yapılır, fakat mantık yürütmek tehlikeli noktalara götürebilir. Mesela, 'Kanadoğlu, Şahin'in ceza alması için başvuruda bulunmuştu, Ergenekoncu olamaz' şeklindeki bir önerme, 'o halde Şahin'in cezasını affeden Cumhurbaşkanı Necdet Sezer, Ergenekoncudur' anlamındaki yanlış önermelere kapı açar. Ayrıca İbrahim Şahin de Susurluk skandalı patlak verene kadar 'üst düzey' ve 'saygın' bir devlet görevlisi değil miydi? Terörle mücadelede ön saflarda çarpışan Özel Harekât'ın en tepesindeki kişiden bahsediyoruz. emniyet genel müdürlüğü ve içişleri bakanlığı da üst düzey saygın devlet görevleri. Mehmet Ağar da şu anda yargılanıyor. Ergenekon türü yapılanmaların dünyada ilk kez deşifre olduğu İtalya'da soruşturma cumhurbaşkanı ve başbakanla birlikte çok sayıda 'saygın ve üst düzey' devlet görevlisini içine almıştı. 7 defa başbakanlık ve 21 kez bakanlık yapan Giulio Andreotti, 83 yaşında 24 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bizimkiler İtalya'da olsa herhalde izin vermezlerdi. Tuhaf olan, kafalarında bir kast sistemi oluşturmaları ve bunu rahatlıkla dile getirmeleri. Yargılanabilir olanlar ve mutlak dokunulmazlar diye iki ayrı insan türünden bahsediyorlar.
Neyse biz 'bunlar nasıl bir araya gelir' sorusuna başka açıdan cevap arayalım. Adil Serdar Saçan ile Veli Küçük, birbirinin düşmanı biliniyorlardı. Bedrettin Dalan'ın makamında bir araya geldiklerini, aralarındaki husumeti bitirdiklerini öğreniyoruz. Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Levent Temiz ile İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek'in oğlu Mehmet'in Kızıl Elma koalisyonu daha az şaşırtıcı değildi. Onlar ise Veli Küçük'ün yazıhanesinde buluşmuşlar. Kamuoyunda misyoner avcısı zannedilen tarikat görünümlü bir grubun kilisedeki Ergenekon toplantılarına temsilci gönderdiği de tespit edilmişti. Demek ki aynı kazanda kaynamaları zor görünenler, pekâlâ bazı çatıların altında toplanabiliyormuş.
Geldik en önemli noktaya: Kanadoğlu, gerçekten Şahin'in cezalandırılmasını mı sağlamıştı? Haber sayfalarında okuyacağınız gibi hukukçular bu görüşe katılmıyor. Yargıtay 8. Ceza Dairesi, Susurluk kararını eksik soruşturma ve Ömer Lütfi Topal cinayeti davası ile irtibatı konusundaki şüphelerle bozmuştu. Şahin ve arkadaşları, hiçbir eylemi olmayan çete olarak yargılandı ve at hırsızları kadar ancak ceza aldı. En somut suçlama olan Topal cinayeti bile eksik soruşturma ve delil yetersizliği ile akamete uğradı. Yerel mahkemede tekrar görülmesi gereken davayı, 6 yıl gibi düşük ceza ile kapattırmak nasıl övünülecek bir durum oluyor; anlamak imkânsız. Bir hatırlatma, zamanaşımı için üç yıl daha süre vardı. Ve Korkut Eken'in avukatı, müvekkilinin gizli oturumda kayıp silahlar başta olmak üzere birçok konuda açıklama yapacağını söylüyordu. Ama dava yeniden görülemedi.