Karaman'dan 'Kemalist' fetva

Hayrettin Karaman: Haddini aşmayan cemaate kimse dokunamaz!
Saray fetvacısı Hayrettin Karaman, devlette ve ekonomik ve sosyal hayatta var olmaya çalışan dindarlara karşı Kemalistlerin on yıllardır kullandığı dili kullandı.

Karaman "Devlete sızmaya, holdingleşmeye, iktidarı perde arkasından yönlendirmeye kalkışmayan dini topluluklara, yapılara kimsenin zarar vermeyeceğini" savundu. "Mutedil laik ülkelerde bile bunlar varlık ve faaliyetlerini rahatça sürdürebilirler" diyen Karaman, sözlerinin devamında devletin cemaatlere müdahalesini savundu: Haddi aşanlar, tarikat veya cemaat kisvesi altında siyaset, ticaret ve ihanet yapanlar ise elbette korkmalılar ve hiç şüphe yok ki, devlet bunları engellemelidir.
 
Karaman, son olarak  "Ben başını örten ama göstere göstere sigara içen bir bayan gördüğümde şöyle bir intibaa kapılıyorum: Sanki farklı olanlara şunu diyor: 'Siz benim başımı örttüğüme bakmayın, benden ümidinizi kesmeyin, sizinle paylaşacağım daha çok şeyim var" ifadesiyle gündeme gelmişti. Söz konusu ifadelerin tepki çekmesi üzerine Karaman, köşesinden "helallik" istemişti.
 
Hayrettin Karaman'ın "Haddini aşmayan cemaate kimse dokunamaz" başlığıyla yayımlanan (13 Ağustos 2017) yazısı şöyle:
 
Bir önceki yazımda geleneğimizde, ümmetin birliği ve cami cemaati dışında cemaat adıyla bilinen bir topluluk bulunmadığını, çeşitli İslâmî hizmetler için bir araya gelmiş toplulukların veya oluşturulmuş kurum ve  kuruluşların daha ziyade  tarikat  ve vakıf adıyla kurulduğunu ifade etmiştim.
 
Bugün Türkiye’de resmen tarikat yok, sivil toplum kuruluşları var.
 
Sivil toplum kuruluşları seküler sistemin yapılarıdır, tarikat ve cemaatle alakaları yoktur.
 
Karıştırılmasın diye kısaca tanımını aktarayım:
 
Sivil toplum kuruluşu/örgütü (STK)  resmi kurumlar dışında ve bunlardan bağımsız olarak çalışan, politik, sosyal, kültürel, hukuki ve çevresel amaçları doğrultusunda lobi çalışmaları, ikna ve eylemlerle çalışan, üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük usulüyle alan, kâr amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar ve/veya üyelik ödemeleri ile sağlayan kuruluşlardır. Sivil toplum kuruluşları oda, sendika, vakıf ve  dernek adı altında faaliyet gösterir. STK’lar şeffaf, denetlemeye açık, hesap vermeye hazır kuruluşlardır.
 
STK’lar, mevzuata uygun çalıştıkları ve amaçlarını aşmadıkları sürece bunlara kimse dokunamaz, kendilerine yönelik bir tehlike de yoktur.
 
Son zamanlarda Türkiye’de “cemaatler tehlikede, eğer bunlar yok edilirse İslam da yok olur” kabilinden endişeler dile getiriliyor. Bu cümlede geçen cemaatlerden maksadın da tarikatlar olduğu anlaşılıyor.
 
Ülkemizde medeniyet ve kültürümüzü yabancı (Batı) olanla değiştirmek üzere girişilen devrimler arasında tekke ve zaviyelerin kapatılması ve tarikat faaliyetlerinin yasaklanması da vardı. İnsanın ferd ve toplum olarak tabiatına aykırı olduğu için yasak tutmadı, tarikatlar durum ve şartlara göre bazen açıkça, bazen de gizli olarak faaliyetlerine devam ettiler. Gizli oldukları, denetime tabi bulunmadıkları, propaganda ve telkin yoluyla halkın inandırılması esasına dayandıkları için sahih ve faydalı olanları yanında sahte, zararlı, kötü niyetliler için kullanışlı olanları da vücut buldu ve etkili oldu.
 
Irak’ta Kesnizâniyye tarikatının her tarafa sızarak ülkeyi, bir kurşun atmadan ABD’ye nasıl teslim ettikleri bugünlerde yine konuşuluyor. Daha önceleri Hindistan bağımsızlık mücadelesinde Barelviyye tarikatının İngilizleri desteklediği, hilafet hareketine de karşı çıktığı biliniyor. Son zamanlarda Türkiye’de, tarikat olmasa da onun bazı özelliklerini taşıyan Gülen hareketinin  can ve mala verdiği zarardan başka  başımıza açtığı belâlardan hala kurtulabilmiş değiliz.
 
İşte bu kötü örneklerden hareket eden bir kısmı iyi, bir kısmı kötü niyetli çevreler aslında tarikatları kastederek cemaat adıyla bu kuruluşlara dikkat çekiyor, denetim altına alınmazlarsa, şeffaf ve hesap verebilir olmazlarsa tehlikeli olacaklarını ifade ediyorlar. Bu hareket karşısında o kurumların mensupları da telaşa kapılıyorlar.
 
Tasavvufun islâmî bir kurum olduğunu, dinimizi kâmil manada anlama ve yaşama amacıyla üç okuldan da (fıkıh-kelam, tasavvuf, İslam felsefesi) yararlanmak gerektiğini savunageldim. Amaçlarının dışına çıkmamaları, siyasete ve dünya menfaatine bulaşmamaları şartıyla ehlinin yönetiminde tarikatların faydalı olacağı inancımı koruyorum. Tarikatların amacı İslam’ı “irfan, takva, ihsan ve ihlas” boyutlarıyla yaşamak isteyenlere belli usuller dahilinde eğitim  vermektir.
 
Bu amacı koruyan; devlete sızmaya, holdingleşmeye, iktidarı perde arkasından yönlendirmeye… kalkışmayan dini topluluklara/yapılara kimse zarar veremez. Mutedil laik ülkelerde bile bunlar varlık ve faaliyetlerini rahatça sürdürebilirler.
 
Haddi aşanlar, tarikat veya cemaat kisvesi altında siyaset, ticaret ve ihanet yapanlar ise elbette korkmalılar ve hiç şüphe yok ki, devlet bunları engellemelidir.
13 Ağustos 2017 14:14
DİĞER HABERLER