“Hocaefendi’nin anlatmasıyla biz Orta Asya’ya âşık olduk.1992 yılında Orta Asya’ya gideceklerin adları belirlenmeye başlanmıştı.Bir gün Yusuf Pekmezci, Hayati Yavuz ve ben, Hocaefendi’nin huzuruna çıktık. Hocaefendi diğer üç arkadaşımıza döndü ve onlara “Siz Almatı’ya gidin, Nazif (Nafiz) Bey siz de Çimkent’e gidersiniz” dedi.
Yavuz Sakarya-
Bunun üzerine biz, gitmek için hazırlık yapmaya başladık.
Bu arada Kazakistan’a gidip gelen arkadaşlar oluyordu.
Bir gün onların da olduğu bir toplantıya Hocaefendi bizi de davet etti. O gün orada, onlara; “Sayram’a gittiniz mi” diye sordu.
Onlar henüz gidemedik efendim deyince Hocaefendi; “Oralara gidip de Sayram’a gitmediyseniz, Kazakistan’a gittik demeyin” dedi.
Sonra bana dönerek; “Sen Çimkent’e gidince üç cumadan birini mutlaka orada ikâme et” dedi. Ben de -Rabbime hamdolsun- çok büyük bir mâni olmadığı müddetçe ona verdiğim sözü yerine getirmeye gayret ettim. Sonradan öğrendim ki, Sayram’da kırk civarında Sahabe mezarı varmış.”
Bu satırlar, seksenli yıllardan itibaren İzmir’deki en dar günlerinde Hocaefendi’nin yanında yer alan, zor dönemde evinde ağırlayan Nazif Dedeoğlu’nun bir video konuşmasından…
Dedeoğlu, 1942’de Konya’da doğdu.
Henüz 12 yaşındayken ailesiyle Salihli’ye, 1967’de ise İzmir’e yerleşir. İzmir‘de okuduğum yıllardan tanıdığım çok gayretli bir Hizmet sevdalısıydı.
İzmir’in, Altındağ semtinde inşaat malzemeleri satardı.
İnşaat sektörünü iyi bildiğinden, İzmir ve çevresindeki Hizmet kurumlarının hemen hepsinde onun alın teri vardı.
Eski adıyla üç numara olarak bilinen, Bornova-İstanbul yol kavşağındaki Atıf Bey yurt binasının yapımından, inşasına kadar büyük emekleri oldu.
Yamanlar Lisesi, yeni binasının yapımında da çok emeği olduğunun şahidiyim.
Sanırım 1988 yılı olmalı.
İş yerini Cuma Ovası’na yaklaşık otuz beş dönüm arazi üzerinde kurulu yere taşımıştı. O, hizmet müesseselerine sadece alın teri ile değil, maddi olarak da çok büyük katkılar sağladı.Sosyal medyaya düşen video konuşmasında da dediği gibi, Hizmetin ihtiyaçlarını karşılama noktasında da hep saff-ı evvellerindendi.
Hocaefendi, Orta Asya’ya hicret talebinde bulunduğu zaman;
“Senin fabrikan, büyük işyerin var. Onları emanet edeceğin kimsen de yok” deyip, isteğini geri çevirmişti. Ancak o, bu talepte ısrarcı oldu.
Bir yolunu bularak, merhum Samsunlu (M.Ali Şengül) hocayı, aracı yaptı.
Ve nihayetinde beşinci kez talepte bulunduğundan Hocaefendi, onun bu aşk derecesindeki isteğini geri çevirmedi.
1966’ların bu fedakâr ve cömert jenerasyonu, hem ‘vermede hem de koşturmada en önde olup mükâfat ve tevazu da en arka sıralarda olma’ ahlakıyla, 1990’lı yıllarda Orta Asya’dan, dünyaya eğitim seferberliğinin yolunu açtılar.
Bugünkü haramilerin göz diktiği dünyadaki eğitim kurumlarının temellerini attılar.
Emekle büyüttüler, genişlettiler.
İşte bunlardan biri de, geçen günlerde 30 yıl önce gittiği topraklarda defnedilen Nafiz Dedeoğlu’dur.
O günlerde talipli olduğu ve ilk gideceği yer olan Kazakistan’ın Çimkent şehrinin yerini haritada bulamaz.
Yanında bulunan Prof. Dr. Zafer Ayvaz’dan bu coğrafyayı sorar.
SSCB’nin dev sınırları içinde, hem de kiril alfabesiyle yazılı dünya haritasında olması, işini daha da zorlaştırmıştı.
İşte, o çetin günlerin cefakârlarından biri, Kazak ve Kırgızların ‘Nazif Dede’si; 30 yıl sonra, önümüze büyük bir kahraman olarak bugün çıkıverdi.
O, 1994’te hicret ettiği Hoca Ahmet Yesevi’nin diyarında çok büyük hizmetlere öncülük etti, hayırlı işlere vesile oldu.
Binlerce Kazak ve Kırgız’ın okuması için eğitim yuvalarının açılmasına önayak oldu.
Bir ırgat gibi bu kurumların inşaatında çalıştı.
Bir müddet komşu ve kardeş ülke Kırgızistan’a taşındı.
2011’den beri Kırgız’daki eğitim kurumlarının, tadilat ve tamirat işlerini de bizzat takip etti.
Aladağ eteklerinde, okulların inşaat sahasında kurulan konteynerde, kışın ayazında, yazın ise Bişkek’in kavuran sıcağında, buradaki dev okulların hizmete girmesi için gece, gündüz koşturdu.
Kırgız ve Kazak kardeşlerinden izzet-i ikramı esirgemedi.
Öyle ki; hazırladığı kumpir ikramıyla gelen giden dostlarının, hem gönlünü, hem de karnını doyurdu.
Elli yaşındayken bu coğrafyaya revan olan Nafiz Dede’nin, yaşı 80’ne dayanmıştı.
Dile kolay, tam 30 yıl.
İlerleyen yaşı, geçirdiği trafik kazası ve nükseden rahatsızlıklarla bir taraftan mücadele etti. Ayrıca, ondan fazla ameliyat geçirdi, tek böbrekle yaşıyordu. Bazı sağlık problemlerine rağmen, baş koyduğu bu yolda; “Ben yoruldum hayat” demedi hiç.
Türkiye’deki süreçten dolayı maddi olarak bunalan eğitimcilerin, ilk kapısını çaldığı, gölgesine sığındığı, nefeslendiği bir ulu çınar gibiydi.
Sadece maddi desteğe değil, Nafiz Dede’nin; “Çözeriz balacan (evlat)” sözünden, sinerjiyle dönerdi herkes.
Tükendik dendiği anlarda adeta Hızır gibi biterdi her birinin yanına.