Biat etmeyen cemaatlerin fitne sokularak bölünmeye çalışıldığını belirten Kâzım Güleçyüz, "Devlet de İslamlaştı toplum da zaten İslamlaşma noktasında bir aşamaya geldi. Dolayısıyla cemaatlere gerek kalmadı" diyerek bitirme planını açıkladı.
Yeni Asya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kâzım Güleçyüz, biat etmeyen cemaatlerin fitne sokularak bölünmeye çalışıldığını belirterek, "Olayları sadece iktidar medyası ile takip eden geniş bir kesim, cemaatler vs. bu noktada bir hipnoz hâli içerisinde." dedi. Kazım Güleçyüz, Aksiyon'da Cemal A. Kalyoncu imzasıyla yayınlanan röportajda, Risale-i Nurlara devlet tekeli getirilmesi, Hizmet Hareketi'ne yönelik yapılanlar, diğer cemaatlerin yaşananlar karşısında aldıkları pozisyon ve AK Parti ile ilgili gelişmeler gibi konularda görüşlerini açıkladı.
'Hizmet Hareketi'ne yönelik yapılanların 2004 Ağustos'undaki MGK gündemine gelen ve o zamanki kurul üyelerinin tamamının imzaladığı belgede yer aldığının görüldüğünü belirten Güleçyüz, "Yani mesele dershaneler diye başladı, ondan sonra cemaatle irtibatlı bütün kurumların tasfiyesi gibi bir noktaya taşındı. Yani bu bir devlet operasyonu. Zaten Erdoğan defaatle söylüyor, ‘Bu bir MGK kararıdır’ diye." değerlendirmesinde bulundu. Güleçyüz, Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakan'ken 2013 yılındaki Türkçe Olimpiyatları’na katılarak Fethullah Gülen Hocaefendi’yi Türkiye’ye davet etmesini ise "belli bir strateji takip etmek suretiyle cemaatle ipleri tamamen koparma noktasına gelmezden evvel esas niyetlerini gizleme olayıdır." sözleriyle değerlendirdi.
Güleçyüz "Devlet de İslamlaştı toplum da zaten İslamlaşma noktasında bir aşamaya geldi. Dolayısıyla cemaatlere gerek kalmadı. Cemaatler, devletin İslam dışı yapısının içerisinde olmasından kaynaklanan bir ihtiyaca cevap veriyorlardı, artık bu ihtiyaç devlet tarafından karşılanıyor, dolayısıyla cemaatleri feshetmek... Yani idari ve yasal tedbirlerle cemaatlerin varlığına son verip bundan sonra onları dünyevi yapılara, STK’lara dönüştürmek… Köse, buna itiraz eder tarzda yazmıştı. Biz hep şunu söyledik. Cemaat ve tarikatlar manevi oluşumlardır. Bunlar böyle yasayla, emir komutayla tanzim edilebilecek oluşumlar değildir. Tarikatların her birinin işte bir sahabeye uzanan kökleri var. Cemaatler aynı şekilde bugünün ihtiyaçlarına cevap verir tarzda ortaya çıkan birlikteliklerdir. Kanun çıkararak tarikatların kapısına kilit vurdunuz ama yok edemediniz" diyerek sözlerini sürdürdü.
İşte Aksiyon dergisinin bu haftaki kapak dosyasını oluşturan o röportaj:
RİSALE-İ NURLARIN DEVLET TEKELİNE ALINMASI
- Devlet risaleleri tekeline alamadı. Mahkeme dur dedi. Siz de “Risale-i Nur Kur’an’ın Malıdır, Tekelleştirilemez” adıyla, süreçte yaşananları kitaplaştırdınız. Muhafazakâr bir iktidar döneminde risalelere getirilmeye çalışılan tekeli nasıl yorumluyorsunuz?
Zannediyorum ‘Nurculuk yapılacaksa onu da biz yaparız’ gibi bir anlayıştan yola çıkılarak bir anlamda biat etmiş olan cemaatler üzerinden yapılmak istenen bir operasyondu bu. ‘Bize uygun bir Nurculuk, bizimle barışık bir Nurculuk modeli olursa biz onlarla birlikte çalışırız, her türlü kolaylığı gösteririz’ gibi bir anlayış… Bandrol uygulaması başladıktan, peşinden devlet tekeli maddesi düzenlemesi Meclis’ten geçirildikten sonra Diyanet üzerinden yeni kurulan sistemle bu, hayata geçirilmeye çalışılmış. Getirilen sisteme biat eden ve daha ötesinde iktidara biat eden yayınevleri Risale-i Nur’u basabildi. Bizim gibi sisteme itiraz eden, mücadele verenler de dışlandı. Ama gerek yasanın gerekse yasaya istinaden çıkarılan kararnamenin yüksek yargı organlarınca iptal edilmesi projeyi akim bıraktı. Hukukun temel prensipleri açısından bakıldığında böyle bir düzenleme baştan yanlış ve sakattı. Fikir ve kültür adamlarına devletin müdahalesi, el atması hiçbir şekilde temel hak ve özgürlüklerle, ileri demokrasiyle, evrensel hukuk kriterleriyle bağdaşmaz. Tekrar normale dönüş noktasında çok önemli bir aşamaya gelindi. Direnmediler. Yargı kararlarından sonra ortaya çıkan duruma neyse ki uydular. Çünkü yargı kararlarını dahi uygulamadıkları konular var; birçok mevzu biliyoruz. Neyse ki burada artık işi bu noktaya taşımayı belki ya göze alamadılar veya kendi içlerinde ihtilafa düştüler. Çünkü onu da duyduk. Ama bizim gördüğümüz kadarı ile böyle bir mücadele yaşandı kendi içlerinde. Ve bu konuda normale dönmüş olduk.
ERGENEKON, BALYOZ
- Süreci yakından takip eden biri olarak sizin tahmininiz nedir? Nasıl bir el bununla uğraştı? ‘Sağ el, sol el’ tartışmaları vardı. Doğu Perinçek sürekli açıklamalar yapıyor, ‘bizim istediğimiz olacak’ diye, özellikle cemaatlere yönelik.
Zannediyorum Ali Bulaç Bey’in bu manada değerlendirmeleri olmuştu. Biliyorsunuz Ergenekon, Balyoz süreçleri yaşandı, davalar açıldı. Ciddi iddialar gündeme geldi. Ve ilk dönemde iktidar bu davaları sahipleniyormuş gibi bir görüntü verdi. Cumhuriyet tarihinde ilk defa, seçilmiş bir iktidar, darbecilere karşı böylesine kararlı bir mücadele veriyor, şeklinde söylemler işittik. O Ergenekon ve Balyoz davalarında en çok üzerinde durulması gereken konu, derin devlet olarak ifade edilen, derin yapılar. Bunlar devletin içerisinde yer etmişler. Ve ciddi anlamda etkinler. Bu yapı, siyaseti de sınırlayan ve devlet politikalarında etkili olan işte gizli anayasalar, millî güvenlik siyaset belgesi filan gibi dokümanlarla da çalışan, kendisini hesap vermek zorunda hissetmeyen böyle karanlık bir yapı. Bu yapının farklı yüzleri, farklı ekipleri var.
- Sol kanadı biraz deşifre oldu.
Şimdi bir de muhafazakâr, dindar dediğimiz, -Dindar mı dinci mi demek daha doğru olur? Dinci demek belki daha doğrudur- bu kimlikle iş yapan kolları da var bunun. Bu Risale-i Nur operasyonunun bu kadar sıkıntılı bir boyuta getirilmesi büyük ihtimalle onların işi. Ama bunların hepsi aynı kökten besleniyor, aynı yapının kolları. Resmî ideoloji var. İşte onun etrafında örgütlenen bir yapı. Risale’de bandrol olayı ve devlet tekeli hadisesi büyük ihtimalle onların işi.
- Siz bu kanat ile daha önce hiç karşılaştınız mı; 1992’den beri Yeni Asya’nın genel yayın müdürüsünüz, gazeteci olarak haberciliğin içindesiniz?
Onu somut delillerle seslendirmek biraz zor ama benim müşahedem, bu kadar sene bu işlerin içindeyiz. Nur cemaatlerinin içindeki o ihtilaflarda özellikle işi kızıştıran, tahrik eden ve provokatif birtakım tavırlarla, söylemlerle ihtilafların yaşanmasını tetikleyen, o ihtilaflara taraf olan insanları âdeta geri dönülemez şekilde, bir daha yüz yüze bakamayacağı boyutlara taşıyan o süreçlerde bu tarz yapı elemanlarının etkili olduğu kanaatim var benim. Yoksa Risale-i Nur’dan uhuvvet, müspet hareket, güzel ahlak dersini almış olan insanların bu tarz davranışlara girmesi mümkün değil. Fikir ihtilafı olabilir. Siyasi konularda da farklı düşünceler olabilir zaman zaman. Ama hiçbir zaman bütün bu kardeşlik hukukunu berhava edecek bir davranış içerisinde olması beklenemez Nur talebesinin. Ama maalesef özellikle bu tarz maksatlı sızmış olan, o yapının elemanları diyebileceğimiz kişiler, özellikle temayüz etmiş, abi konumundaki insanların etrafını kuşatarak ihtilafları körüklediler. Özellikle burada benim tespitim var, bir kanaatim var.
- Sonradan girmiş değil, çok uzun yıllar içeride…
Evet, uyuyan ajan dedikleri…
MGK KARARLARI, HİZMET HAREKETİ'NE YAPILANLAR ve DİĞER CEMAATLERİN DURUŞU
- Bir de bugün varlığı bilinen 2004’teki MGK kararı var, bu da tartışılıyor, aşama aşama uygulanmış diye…
Evet.
- Hatta siz 2013’ten önce yazılarınızda bazı gelişmelere dikkat çekiyorsunuz. 2011’de bazı yazılarınız var, onlar izlenimleriniz mi yoksa kulağınıza gelen şeyler mi?
2004 Ağustos’undaki MGK gündemine gelen ve o zamanki kurul üyelerinin tamamının imzaladığı belgenin detaylarına bakıldığında bugün yapılmakta olan birçok şeyin o belgede yer aldığı görülüyor. Yani mesele dershaneler diye başladı, ondan sonra cemaatle irtibatlı bütün kurumların tasfiyesi gibi bir noktaya taşındı. Yani bu bir devlet operasyonu. Zaten Erdoğan defaatle söylüyor, ‘Bu bir MGK kararıdır’ diye.
- Ama bir yandan da Recep Tayyip Erdoğan, 2013 yılındaki Türkçe Olimpiyatları’na katılarak Fethullah Gülen Hocaefendi’yi hasretle Türkiye’ye davet ediyordu… Yani siyaset mi yapıyor?
Tabii. Ve belli bir strateji takip etmek suretiyle cemaatle ipleri tamamen koparma noktasına gelmezden evvel esas niyetlerini gizleme olayıdır.
- Camia’ya yapılanlar itibariyle gelinen durum ortada. Bir taraftan da Ergenekon, Balyoz yargılamaları beratle sonuçlandı. Buna göre ne AK Parti’ye kapatma davası açılmış ne de başka sıkıntılar çekilmiş geçmişte!
Aslında onlarda da rahatsız olan var. Mesela Ergenekon, Balyoz davaları ile ilgili olarak (AK Parti Milletvekili) Ayhan Sefer Üstün, ‘Bunların içinden en az 15 kişi bal gibi darbeci’ dedi. Yahut Şamil Tayyar’ın iktidar medyasının onlara kucak açar hâle gelmesine itiraz ettiğini biliyoruz filan. O anlamda iktidar partisi içerisinde bir rahatsızlığın var olduğu işaretlerle gözüküyor. Belki bilmediğimiz başka şeyler de var. Bunlar zaman içinde ortaya çıkar. Ki risaleler meselesinde de mahkeme kararından sonra, tekrar bir yasal düzenleme yapılmak istenmesi konusunda bir ikilem ve parti içinde tartışma yaşandığını duyduk. O da bunun bir başka boyutunu oluştursa gerek.
- Sizin gördüğünüzü cemaatler özelinde görünmez kılan ne?
Hadiseleri somut olgular olarak okuyabilen bir zihin zaten aşağı yukarı bizim çıkardığımız neticeleri çıkarır. Ama maalesef olayları sadece iktidar medyası ile takip eden geniş bir kesim, cemaatler vs. bu noktada bir hipnoz hâli içerisinde. İktidar medyası o kadar inanılmaz çelişkiler sergiliyor ki. Bir taraftan hani deniyor ya balık hafızalı bir toplumuz. Üstad onu söylüyor zaten; insanların yüzde 80’i ehl-i tahkik değildir diyor. İlaveten böyle aşırı hüsnüzan, bir muhabbet var. Malum ‘muhabbet gözü kördür’ sözü var. Bütün bunlara bakıldığında insanlarda bir basiret bağlanması, hadiselerin arka planını okuyamama hastalığı var. Bundan dolayı böyle bir psikoloji içerisinde âdeta hipnotize edilmiş hâlde kendilerine söylenenlere inanarak ona göre hüküm veriyorlar ve düne kadar kardeş gözüyle baktıkları insanları âdeta tekfir eder, şeytanlaştırır derecesinde bir savrulma yaşıyorlar. Bu çok acı bir şey. Bu arada tabii cemaat mensuplarından bir kısmının belki bu ilişkiler iyiyken ortaya koymuş oldukları bazı dışlayıcı tavırlar filan da bunda etkili olmuş olabilir. Ama bu meseleyi izah etmiyor tek başına.
- Bir de Doğu Perinçek’in açıklamaları var. Cemaatlerin kökünün kazınacağını söylüyor. Acaba abartı gibi mi algılamak lazım yoksa hakikaten süreçte etkinler mi? Veya birileri ‘başka eller’ yapıyor görüntüsü mü vermek istiyor?
Onu diyemezler, çünkü kendi iktidarlarında bunlar gerçekleşiyor; ama yapılanlara baktığınız zaman onların programı uygulanıyor. Hani 12 Eylül’de başka bir siyasi akım için deniyordu ya, ‘biz içerdeyiz ama fikirlerimiz iktidarda’ diye. Şu anda yapılanlar da tamamen Perinçek ideolojisinin uygulanması biçiminde karşımıza çıkıyor. Perinçek’in içeriden çıkarken ilk lafı, cemaat ve tarikatların kökünü kazıyacağız, oldu. Sonra güya tadil etti. ‘İşte benim hedefim Gülen Cemaati, örgütü idi’ filan dedi ve ‘bu konudaki mücadelede Erdoğan’ın yanındayım, arkasındayım’ diye de ilave etti. Ama peşinden ‘sıra Erdoğan’a da (Abdullah) Gül’e de gelecek. Onlar da yargılanacak’ demeyi de ihmal etmedi.
- Daha sonra da defalarca söyledi ve iktidardan hiç ses çıkmadı!
Daha sonraki beyanlarında da sözü anayasayla korunan devrim kanunlarından Tekke ve Zaviyeler Kanunu’na getirerek, ‘Bu kanun yürürlükte olduğu müddetçe cemaat ve tarikatların bu memlekette var olması mümkün değildir. Dolayısıyla hepsinin kökü kazınacaktır’ diye hedefinin tüm cemaat ve tarikatlar olduğunu defaatle söyledi. Gidişat da zaten öyle bir tablo gösteriyor. Yani diğer cemaatler henüz farkında değiller ama maalesef böyle bir anlayış şu anda iş başında.
- Siz cemaatlere yapılacaklar konusuna çok ehemmiyet veriyorsunuz. Bununla ilgili yazılar yazıyorsunuz. Tam olarak nedir plan? Bir kuruldan bahsettiniz…
Bunu bir proje olarak son dönemde yazan Abdülkadir Selvi, Yeni Şafak’ta. Önce Alevi dernek temsilcileri ile devletin de üç dört temsilcisinin yer aldığı bir kuruldan bahsetti. Bunun yanında Sünni cemaat, tarikat temsilcilerinin yer alacağı ‘irfan merkezleri’ gibi benzer bir kurulun düşünüldüğünü yazdı. Bu bana Faruk Köse’nin Yeni Akit’te yazıyorkenki yazılarından birini hatırlattı. Orada, artık cemaatlere gerek kalmadı, diyen bir hazırlık anlayışından söz ediyordu. Çünkü devlet de İslamlaştı toplum da zaten İslamlaşma noktasında bir aşamaya geldi. Dolayısıyla cemaatlere gerek kalmadı. Cemaatler, devletin İslam dışı yapısının içerisinde olmasından kaynaklanan bir ihtiyaca cevap veriyorlardı, artık bu ihtiyaç devlet tarafından karşılanıyor, dolayısıyla cemaatleri feshetmek... Yani idari ve yasal tedbirlerle cemaatlerin varlığına son verip bundan sonra onları dünyevi yapılara, STK’lara dönüştürmek… Köse, buna itiraz eder tarzda yazmıştı. Biz hep şunu söyledik. Cemaat ve tarikatlar manevi oluşumlardır. Bunlar böyle yasayla, emir komutayla tanzim edilebilecek oluşumlar değildir. Tarikatların her birinin işte bir sahabeye uzanan kökleri var. Cemaatler aynı şekilde bugünün ihtiyaçlarına cevap verir tarzda ortaya çıkan birlikteliklerdir. Kanun çıkararak tarikatların kapısına kilit vurdunuz ama yok edemediniz.
- Eşyanın tabiatına aykırı…
Evet. Aynı şekilde cemaatlerle o kadar uğraştınız, en başta Nur cemaatiyle. Bediüzzaman Hazretleri hayatta iken üç tane büyük mahkeme oldu, talebeleri ile beraber. Ama bu baskılar, mahkemeler, hiçbiri o vakayı ortadan kaldırmaya muvaffak olamamış. Toplum gerçekleri ile bu anlamda uğraşırsanız, Donkişotvari bir çabanın içine girmiş olursunuz. Sosyal gerçekler emir komuta ile ve yasalarla tanzim edilemez.
- Bunun ‘akıl yürütücülüğü’ hangi merkezde sizce?
Burada bir resmî ideoloji etrafında örgütlenen, demin bahsetmiş olduğumuz yapı zaten baştan beri cemaatlerden, tarikatlardan hazzetmedi. Ve onları imha için her fırsatı kullanmaya çalıştı. Muvaffak olamadı ama gündeminde, sabit bir madde olarak var; cemaatleri ve tarikatları yok etmeye, etkisizleştirmeye, insanların onlara teveccüh etmesini engellemeye çalışmak diye. Öbür tarafta bugünkü siyasi iktidarın ideolojik köklerine baktığımız zaman burada da işin bu muhafazakâr-Ergenekoncu tabir ettiğimiz yapılara uzanan boyutu var. İlaveten iktidarın beslendiği anlayış, cemaatlerle hiçbir zaman barışık olmadı. Çünkü Nur Cemaati, Süleymancılar olarak ifade edilen Süleyman (Hilmi Tunahan) Efendi’nin talebeleri, diğer büyük tarikatlar, köklü cemaatler siyasal İslamcılık anlayışına, ideolojisine hiçbir zaman; Menderes-Demokrat Parti (DP) döneminde de (Süleyman) Demirel-Adalet Partisi (AP) döneminde de destek vermedi. Bir iki istisna dışında genelde bu siyasal İslamcılık anlayışına iltifat etmedi. Dolayısıyla bu anlayışın buradan gelen bir rahatsızlığı var cemaatlere karşı. Cemaatleri, güya getireceği İslam iktidarını engellemekle, geciktirmekle suçluyorlar. Ve affedemiyorlar bir türlü. Kendi iç dünyalarında sürekli bir rahatsızlık sebebi olarak varlığını devam ettiriyor. Dolayısıyla burada birleşiyorlar. Kemalist anlayış, cemaat, tarikat düşmanı anlayışla siyasal İslamcılık anlayışı cemaatleri hedefe koyma noktasında bir birlik içerisine giriyorlar ve bu projeler bundan dolayı gündeme geliyor.
- Ali Bulaç’ın bir yazısında yazdığı gibi ‘cemaatler dinin, mezhebin ve farklı kimliklerin hayatiyetini sağlar; cemaat yoksa din de yoktur’. Bundan sonra Türkiye’de cemaatleri ne bekliyor?
Cemaatler AKP üzerinden kendilerini iktidarla bu kadar bütünleştirince zaten çok ciddi bir erozyona uğradılar maalesef. Kimlik kaybı, itibar kaybı yaşadılar. Öncelikler ciddi anlamda, esas varlık sebepleri çok tahrip oldu. Ve dünyevileştiler. Zaten esas mesele bu. Cemaatlerin dünyevileşmesi demek, varlık sebeplerini, misyonlarını terk etmeleri ve siyasal rüzgârların etkisine kapılarak oradan oraya savrulmaları demek. Hâlbuki cemaatler insanların manevi hayatlarını zenginleştirmek, ebedî hayatlarını kurtarmak için var olan birlikteliklerdir. ‘Dünyaya çağıran çok’ diyor Üstad, ‘ama esas hayat olan ahrete çağıran çok az’. Cemaatlerin yapması gereken şey bu olması gerekirken maalesef işte ‘hizmetlerimi geliştiriyorum’ diye girdiler işin içine ama binadır, servettir, paradır, makamdır, mansıptır, şudur budur, bunlar öne çıktı. Araçlar amaç oldu. Cemaatlerin hizmetleri ciddi anlamda zarar gördü bundan. İhlas kırıldı. Hizmetlerin zaten özü, ruhu ihlastır. İhlas kırılınca maalesef böyle siyasi iktidarın projelerinin peşinde sürüklenen; işte dün seçimi kazanmaktı, şimdi başkanlık seçimleri, anayasa platformu vs. gibi birtakım yeni oluşumlarla tekrar gene siyasi iktidarın ve liderin, reisin öne çıktığı projelere arka çıkmak, onlara lojistik destek sağlamak, kamuoyu oluşturmak gibi misyonlarla gündemlerini sınırlayan ve kendilerini tüketen yapılara dönüştüler. Çok sıkıntı verici bir şey.
- Bunu toparlama süreci ne kadar zaman alır?
Bize bağlı o. Bizim işimiz tamirdir. Hep öyle olmuştur zaten. Özellikle Risale-i Nur’u doğru anlayan insanların yapıcı hizmetlerle bu ağır tahribatı tamir noktasında bir seferberlik içine girmeleri lazım. Hadiselerden doğru dersler çıkararak o dersler istikametinde yürüyüşe devam etmeleri lazım. İşimiz daha da zorlaştı ama ne yapalım. Bunu gerektiriyor.
- Toplum olarak her şeyi siyasetten beklemeyip siyaseti de hukuk, demokrasi ve ahlak zeminine çekecek bir irade ve inisiyatif ortaya koymadan bahsediyorsunuz. Bugünkü ortamda ve bundan sonra bu yol çizilebilir. Çünkü azıcık eleştirel bir şey söylediğinde hemen lince kalkışıyorlar…
Siyaset maalesef çok kirlendi. Zaten ‘menfaat üzerine dönen siyaset canavardır’ diyor Üstad. Bu dönemde dindar siyasetçiler eliyle, tırnak içinde bu yozlaşma, dejenerasyon had safhaya ulaştı. Ahlaki değerler çok ciddi anlamda tahribe uğradı. Üstad’ın hani “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni ve’s-siyaset” prensibi var. Onun için siyasetin bu kadar yozlaştığı bir zamanda, hele bizim, dindarların, cemaatlerin bu kirlenmeden kendilerini sıyırabilmeleri için bu çerçevede mutlaka siyasetle ilişkilerini kesmeleri lazım. Siyaset dışı zeminlerde yapmamız gereken, yapabileceğimiz o kadar çok hizmet var ki. Siyasi projelerden azade bir zeminde ve anlayışla bu sivil platformlardaki birliktelikleri artırmamız ve demokrasi, hak, özgürlükler, ahlak, yani bu değerler üzerinde ciddi anlamda çalışmalar yapmamız lazım. Yani siyasi kavgalarla filan bunlar olamaz. Sağlıklı bir demokrasinin esas beslendiği kaynaklar bunlar olması lazım. Hürriyet, hak, hukuk, demokrasi.
- Siz bunu uygulamaya koyduğunuzda da bundan malzeme çıkarmaya çalışıyorlar, yaftalayarak!
Siz kendiniz yaparken iyi de, yani Perinçek’le aynı çizgide olmaktan rahatsızlık duymuyorsanız niye başkalarına ithamlarda bulunuyorsunuz ki!
AK PARTİ
- İslam’da Siyaset Düşüncesi kitabını 1995’te yayımladınız. Aradan 21 yıl geçti. AK Parti iktidarı sizi hayal kırıklığına uğrattı mı bu anlamda?
Biz başından beri zaten kuşkuluyduk, bu hareketin püf noktası bize göre yanlış olduğu için.
- Abdurrahman Dilipak ve Merkez Parti Başkanı Abdurrahim Karslı’nın AK Parti’nin proje olduğuna dair açıklamaları ile ilgili mi, söyledikleriniz?
Hayır. Ama Erdoğan üzerinde bir yatırım yapıldığını, iç ve dış çevrelerin onunla ilgili ciddi iç hazırlıklar içerisinde olduklarını yazılarımızda yazdık o zaman. Hatta 2002 seçim öncesinde broşür de yaptık. Bunlar her ne kadar ‘değiştik’ deseler de aynı gelenekten gelen, din adına siyaset zihniyetine sahip insanlar olduğu için itirazımızın temel çıkış noktası buydu. Üstad din adına siyaset olmaz, yanlış diyordu.
- Sonradan ‘AK Parti projeydi’ açıklamalarını görünce ne düşündünüz?
Şaşırmadık. Ve kurulur kurulmaz böyle, iç ve dış uluslararası boyutu da olan bir siyasal mühendislik projesi ile iktidara getirilmesi zaten meseleyi anlatmaya yetiyordu. Sonraki gelişmeler bölge politikaları, ondan sonra içeride özellikle son dönemde sürdürdükleri politikalar neticeyi net bir şekilde ortaya koydu.
- Davutoğlu-Erdoğan arasında sorun var mı? Dilipak yazılarında tersini söylüyor ama…
Sık sık ters düştükleri konuları görüyoruz. Neticede siz de başbakanlık konumundasınız ve bir sorumluluk taşıyorsunuz. Verdiğiniz sözler, yapmanız gereken icraatlar var. Ama sık sık müdahalelerle kendi işinizi sağlıklı bir şekilde yapamaz hâle gelirseniz rahatsızlık duymanız gayet normaldir. Uyum görüntüsü vermeye çalışsalar da bu görüntünün doğru bir görüntü olduğunu düşünmüyorum.
- Krize yol açar mı bu?
Davutoğlu’nun göstereceği dirayetle ilgili bir şey bu.
- Siz neler yaşıyorsunuz? Tehditler alıyor musunuz?
Tehditler her zaman geliyor. Haddi hesabı yok. Biliyorsunuz troller, troliçeler diye bir olgu var, herkesi seviyesiz şeylerle ciddi anlamda hedefe koyan… Tek merkezden yönlendirildikleri de biliniyor. Bunun yanında kendi içimizi karıştırmaya çalışıyorlar. Ki bütün cemaatlerde de aşağı yukarı benzer sıkıntılar olduğunu duyuyoruz. Özellikle biat etmeyen, haktan yana duran ve haksızlığa karşı çıkan cemaatlerle ilgili olarak, içlerinde böyle bir fitne meydana getirip bunu körüklemek suretiyle cemaatleri bölmek gibi…
- Ciddi sıkıntılar yaşandı mı burada da?
Yaşanıyor tabii. Özellikle son bandrol olayının nihayetlenmesinden sonra hızı kesildi gördüğüm kadarı ile.
- Ne yapıyorlar peki?
Kendi cemaatimizin moralini bozma ve özellikle bizleri hedefe koyarak yıpratma ve karalama kampanyaları yürüterek sıkıntı vermeye çalışıyorlar. Bu hep uygulanagelen bir taktik zaten; cemaatleri kendi içinden bölüp parçalamak. Ama bizim bir avantajımız var. O da her şeyin meşveret sistemi ile yürütülmesi ve cemaat mensuplarının bu meşveret süreçlerinde kendilerini etkin şekilde ifade edebilmeleri. Bu bizi o tarz şeylere karşı bağışıklı, sağlam kılıyor. Bundan dolayı etkili olamıyorlar.