Kefen: En sevimsiz kostüm!

İster fistolu kefen giyerek siyasi liderinizi destekleyin, ister yanmayan kefen satarak hem müritlerinize cennet vaat edip, hem de para kazanın. Hangi saikle yapıyorsanız yapın ama ölümü talep etmeyin, ettirmeyin. Hele hele saf masum Anadolu insanının bin bir emekle yetiştirdiği gencecik evlatlarını ölüme göndermeyi kahramanlık olarak pazarlamayın lütfen. Ölümü hatırlamak ile ölümü arzulamak arasında fark vardır çünkü. Ölümü hatırlayıp, hatırlatarak bu dünyada ‘iyi insan’ olması hedeflenmiştir çünkü! Vicdansıza, hırsıza, zalime ölümü hatırlattığınızda önemsemiyorsa bin kere kefen giyse de çok şey değişmez.
Elbette bir giysinin sevimsiz olması onu giymeyeceğimiz anlamına gelmiyor. 

Kefen de öyle. 

Bazı Anadolu insanları yaşlanınca daha hayattayken kefenlerini alırlar ama bu çok rahatsız eder sevenlerini. Yarın öleceği kesin olsa bile bunu düşünmek istemezler. Çünkü kişi sevdiğini kaybetmeyi düşünmez. Kaybetmek üzer insanı. 

Ölüm de üzer. 

Üzüntüyü hatırlayarak sevincin, mutluluğun tadını çıkarabiliriz. 

Böyledir insan psikolojisi çünkü. 

En kötü anlarımızda güzel günlerimiz anımsayarak mutlu olmayı deneriz ya da en sıkıntılı anlarımızda gelecek günlerin güzelliği bizi motive eder. 

Ölüm ancak hayata ve doğruluğa karşı bizi motive ediyorsa anlamlıdır. 

Yoksa ondan siyasi ve ekonomik rant elde ediyorsak, soğuktan da soğuk, çirkinlikten de çirkindir. 

Zaten “fistolu kefen” manzaraları da böylesi suiistimal neticelerinde ortaya çıkıyor. 

Yanmayan kefen pazarlayan hocaların çağında bir başka sorundan bahsetmek için yaptım bu giriş. 

Sanırım çağdaş İslamcılarımızın en büyük sorunlarından biri “lezzetleri ölümü çokça zikrediniz” ve “Her nefis ölümü tadacaktır” gibi kutsal öğütleri yanlış anlama, yanlış yorumlama ve yanlış nakletme problemidir. 

Her gördüğümde tüylerimi diken diken eden ancak fazlaca da komik ‘dantelli kefen’ konusuna girmeyeceğim ama Sayın Cumhurbaşkanımızın son olarak gittiği yerlerde durup durup “kefen giymekten’ bahsetmesi dehşet verici. 

Bir meseleyi hatırlamakla, onu talep etmek arasında çok fark olmalı sevgili okuyucularım.

Yakınlarımız için kaygılanırız mesela. 

Annelerimiz sık sık ‘üşüteceksin’ diye hatırlatırlar bize.

Hastalanmayı, kendimize zarar vermeyi, trafikte araçlara dikkat etmemizi isterler değil mi?

Bunun anlamın, üşütmeyi talep etmek mi olmalı?

Hastalanmayı istemek midir ‘kızım sıkı giyin üşütme’ ya da trafik kazasına kurban gitmeyi istemek midir annelerimizin ‘kızım karşıdan karşıya geçerken sağa sola bakmayı unutma’ demesi?

Eminim aklı başında din bilgeleri, kafası aydınlık inanç yorumcuları da hayrete düşüyordur. 

Yüce Allah’ın ‘ölümü hatırlayın’ demesi, kendimizi adaletsizliğe, boş vermişliğe, insanlara haksızlık yapmaya, hırsızlığa filan kaptırmamamız için olamaz mı?

Ey insan senin hayatın sınırlı, eninde sonunda öleceksin o halde değer mi bu dünya için bu kadar hırslanmana, haksızlık etmene, çalmana, çırpmana, vicdansızlığa değer mi?

Demiş olamaz mı bu kutsal nasihatler?

Birbirinizi üzmeyin, zarar vermeyin, öldürmeyin, bakın siz ölümlüsünüz anlamı çıkarıyorum ben ölümle ilgili hatırlatmalardan. 

Bu nasihatleri dinleyip ölüme şeklen hazırlanmak bana hiç de sahici gelmiyor özür dilerim. 

Ölümü gerçekten düşünen, ölüm hakikatine ve ahiret inancına gerçek anlamda sahip biri, değil insana zulmetmeyi, canlılara, doğaya zarar veremez. Bir çiçeğin yaprağını dahi koparamaz ölümü ve ahireti gerçekten idrak eden bir insan. 

Ama içten inanıyorsa böyledir. 

Politik olarak böyle görünüyorsa başta tabi. 

Haksızlığın, gelir adaletsizliğinin, sınıflar arası uçurumun korkunç boyutlarda olduğu medeniyetlerde ölüm bir tür motivasyon kaynağı olarak kullanılıyor. 

Ve ne yazık ki başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere o kadar çok kullanmaya başladılar ki bu terminolojiyi. İnsanın dehşete düşmemesi elde değil. 

Emekle, alın teri ile tebessümle yoğurmak gerekirken bir ülkeyi, kan ile gözyaşıyla, ölümle inşa etmeyi vaat etmek sadece ilkel değil aynı zamanda akıl dışı da!

İnsanları ölüme değil yaşama çağırın lütfen. 

İnsanlara kefen değil, güzel giysiler, şatafata kaçmadan sade ve huzurlu bir hayat vaat edin lütfen. 

Ölüm gerçeğini elbette unutmayalım. 

Ama ölümü öncelikli hedef yaparsanız radikal ve aklını yitirmiş bir toplum elde edersiniz. 

Buna en başta sevgi peygamberi olan Peygamberimiz karşı çıkacaktır. 

Peygamberler kefenlerle değil çiçeklerle karşılanmak isterler. 

Çağrı filmini kaç kere izledim sayısını unuttum. 

En bayıldığım sahne ise Mekke’den Medine’ye göç sahnesi. 

Ellerinde çiçekler, teflerle şarkı söyleyerek karşılıyor Medineliler peygamberlerini. 

Müthiş bir coşkuyla, müthiş bir neşe ile. 

Kimse kefenle, ölüm çığlıklarıyla, intikam naralarıyla karşılamıyor şefkat güneşini. 

Şimdi ise bu peygamberin temsilcisi olduğunu iddia edenler her cümlelerinde nefret kusuyorlar, öfkenin keskin dilini kullanıyorlar ve kefen vaat ediyorlar. 

İşin en acı kısmı ise, dinleyenlerin çoğu genç. 

Avuçlarını patlatırcasına alkışlıyorlar bu sözleri. 

Bir insan ölüm teklif ediyor genç kitleye ve genç kitle, sen bize yaşam ve güzellik vaat etmek dururken niye ikide bir kefenden ölümden kandan bahsediyorsun, diye sormuyor. 

Çılgınca alkışlıyorlar bu sözleri. 

Ölümü değil, hayatı hedeflemek lazım. 

Ölümü unutmadan, ancak talep de etmeden…

Bir şey söyleyeyim; fisto da sevimli hale getirmiyor kefeni. 

Sevgiyle…

30 Ağustos 2017 14:53
DİĞER HABERLER