Türkiye'deki demokratikleşme ve özgürlük alanının genişlemesi nedeniyle 31 yıldır sürgün yaşadığı İsveç'ten dönme kararı alan Kürt siyasetçi ve yazar Kemal Burkay, bugün İstanbul'a geliyor.
Yıl 1980. Nisan ayının ilk günleri... Ülkesinden ayrılmak zorunda kalan Kemal Burkay, 31 yıl sonra Türkiye'ye dönüş için daha önce denediği, gidip geldiği yolu tercih ediyor. Suriye sınırını kaçak geçip karşı taraftan, Kamışlı'dan geriye Nusaybin'e doğru dönüp bakıyor. "Küçük kel tepeler görüyordum. Öyle Ağrı gibi, Süphan gibi yalçın dağlar değildi. Onlar bile gözüme bir başka güzel gözüktü." diye anlatıyor memleketten kopuş gününü. Darbe döneminden beri İsveç'te sürgün yaşayan Kürt aydın, Stockholm'deki son gününü Zaman'la birlikte geçirdi. Burkay, "Yeni Türkiye'ye geliyorum. Belki bitki örtüsü bile değişmiştir." diyor.
12 Eylül darbesinden hemen önce Türkiye'yi terk eden ve uzun yıllar İsveç'te sürgün yaşayan Burkay, Türkiye'de demokratikleşmenin önünün açılması ve özgürlük ortamının genişlemesiyle birlikte dönüş kararı aldı. Bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 'dön' çağrısı yaptığı sosyalist yazar, bugün İstanbul'da olacak. Stockholm'deki son gününü Zaman'la birlikte geçiren Burkay, bir yandan 31 yılının geçtiği çevreleri gezdirip hüzünlendi, bir yandan da kendisini bugün saat 12.20'de Türkiye'ye uçuracak sefer öncesi heyecanını paylaştı. Henüz Türkiye'de nerede yaşayacağına karar vermemiş. İstanbul'un ardından Ankara, Diyarbakır ve nihayet babaocağı Tunceli'yi ziyaret edecek.
Türkiye'de bıraktığı ikizleriyle kucaklaşacak. "Belki bitki örtüsü bile değişmiştir. Duyuyorum, evler çatılı hale gelmiş. Elektrik ve su taşınmış. Türkiye değişmiş elbette... Şehirdeki gibi evler yapmışlar." dediği köyüne uğrayacak, hasret giderecek. 43 yaşında ayrıldığı Türkiye'nin nereden nereye geldiğine şahitlik edecek. Kendi ifadesiyle, ömrünün geri kalanında da Türkiye'nin geçirdiği bu dönüşüm sürecinin dışında kalmayacak. Gerek yeni anayasa çalışmaları gerekse Kürt meselesinin çözümüne yine katkı sunmaya devam edecek. Giderken üzgün, sancılı, ümitsizdi. Şimdi, "Yeni Türkiye'ye geliyorum." diyor. Burkay, Ergenekon soruşturmalarına destek veren, silahlı hak aramalarla arasına kalın bir çizgi çekmiş, geçen yılki kısmi anayasa değişikliklerine destek vermiş bir isim.
İsveç'te siyasi sığınmacı olarak 31 yıl yaşayan Burkay, 'dışarıda' geçirdiği günler için, "Ne gurbet hissi, ne sürgün hayatıydı." diyor. Kendinden önceki daha talihsiz sürgünlerden söz ediyor. Nazım Hikmet'i, 1920 ve 30'lu yıllarda yurtdışında yaşamak zorunda olanları hatırlıyor. "Onların Türkiye dışında birlikte yaşayabilecekleri küçük bir toplulukları bile yoktu." diyor ve şunları ekliyor: "Buralarda Kürt, Türk geniş bir koloni var. Kültürümüzü yaşayabiliyoruz. Mesela burada, bizim dernekte Kürt folkloru çocuklardan yetişkinlere kadar çok canlı." Elbette imdada bir de iletişim araçları yetişmiş: "Ülkede olup bitenleri İstanbul'dan veya Diyarbakır'dan izler gibi izleyebiliyoruz. Televizyon ve internet, ülkedeki politik ve sosyal hayatı buraya taşıyor. Telefon var. Gidip gelen insanlar var. Açıkçası kendimi gurbette ve sürgünde hissetmedim."
Ayrılmak zorunda olduğu ikiz kızlarını 10 yaşında bıraktıktan sonra tekrar gördüğünde aradan 15 yıl geçmiş. "Birçok insan bizim burada krallar gibi yaşadığımızı düşünse de günlük hayatın zorluklarıyla uğraştık." derken, kirasını ödeyemedikleri için daha küçük bir eve taşındıkları günleri anlatıyor: "Bulunduğumuz ülkenin dilini bile tam öğrenemedik. İş hayatına giremedik. Hep siyasetle uğraştık."
Sürgün hayatının ilk günlerinde bütün diğer mülteciler gibi sosyal yardımlarla ayakta kalmışlar. Kitaplarının telifi ve başında olduğu KOMKAR'ın desteği bir parça hayatlarını kolaylaştırmış. Hemşire olan eşi, kendi işini yapamasa da öğretmen olarak çalışmaya başlamış. Sonra yanına alabildiği çocuklarından bazıları çalışma hayatına atılmış. Kızı Helin (44) doktor. Oğlu Baran, sağlık sektöründe çalışıyor. En küçükleri 24 yaşındaki Dilan'ın tahsil hayatı ise devam ediyor. Yıllarca hasretini çektiği ikizleri Berivan ve Evin ise hep Türkiye'de kalmış.
ÖNYARGILARI BIRAKTIM, ÇOĞULCULUĞU SAVUNUYORUM
"Soğuk Savaş zamanıydı. Doğu ve Batı Avrupa vardı. En önemli değişiklik duvarların kalkması oldu. Berlin'de batıdan doğuya geçerken duvar, kontroller ürkütücüydü." diye anlatıyor ilk yıllarını. "Aman, sosyalizm olacaksa bile Soğuk Savaş içinde olmasın." diye eklemeyi de ihmal etmiyor. Avrupa'nın bütünleşme sürecinde düşüncelerini yenilediğini anlatıyor açık yüreklilikle. "Birçok önyargıyı bıraktık. Daha demokratik ve çoğulcu bir sosyalizmi savunuyoruz. Diktatörlüğe karşıyız ve demokrasi, diyoruz. Sosyalizm olacaksa bile halk istemeli, halka rağmen olmamalı." görüşlerini ifade ediyor. Türkiye'deki solcu ve ulusalcı çevrelerin dünyanın değişimini okuyamadığını belirtiyor. Avrupa Ekonomik Topluluğu'ndan (AET) Avrupa Birliği'ne (AB) geçiş sürecini yaşayan biri olarak, "Avrupa sadece kapitalizm ve emperyalizm değil. Aynı zamanda bilim, sanat ve demokrasi. Emekçisiyle, işvereniyle bir bütün." diyor.
Türkiye'ye dönmenin heyecanını yaşarken bir taraftan da psikolojik olarak kendini hazırlamış: "İçinde yaşamak, soluk almak farklı bir şey. Gidip gelenler bazıları olumlu bazıları düş kırıklıklarını dile getiriyorlar. İnsan ilişkilerindeki olumsuz gelişmeler gibi... Herhalde doğaldır. Ama gitmeden, yaşamadan büyük laf etmek zor. Yine de şaşıracağımı zannetmiyorum."
Türkiye'de nerede yaşayacağına henüz karar vermemiş. İstanbul, Ankara ve Diyarbakır'dan sonra Tunceli'de baba ocağını ziyaret edecek. Kararsızlığını şu sözlerle yansıtıyor: "Dostlarım, arkadaşlarım var. İkiz kızlarım ülkede. Çocukları var. Gidince onları da göreceğim. Onun dışında orada kız kardeşim ve onların çocukları var. Seher Dilovan benim yeğenim, kız kardeşimin çocuğu. Köyde ağabeyim ve yeğenlerim var Tunceli'de."
İsveç'te ise oğlu ve büyük kızı kalacak. Onları da, torunları gazetecilik okuyan Rojda ve bilgisayar okuyan Berçem'i de özleyecek. Tahsil hayatı devam eden küçük kızı Dilan da Stockholm'de yaşamaya devam edecek. Adına şiir yazdığı 2004 yılında İtalya'da Premio Cremona ödülüne layık görülen, sonra opera olarak da söylenen kızı Helin, "Babamın en çok arkadaşlığını özleyeceğim." diyor. Birçok dostu ve arkadaşı da burada kalacak. Şimdiden ziyaret sözü veriyor Kemal Burkay. Sürgünde geçen 31 yıl içinse kimseye kırgın olmadığını söylüyor: "Kenan Evren'e bile. Gariban, darbecilikten ifadesi alınan zavallı bir adam şimdi. Önemli olan, bir daha yeni Evren'lere imkân vermemek."
STATÜKO CANAVARI SON ANLARINI YAŞIYOR
Türkiye'ye döner dönmez sıcak politik ortamla ve anayasa tartışmaları içinde kendini bulacağının bilincinde. "Elbette yeni anayasaya destek olacağım." vurgusunun ardından şunları söylüyor: "Ülkemin ihtiyaç duyduğu tümüyle yeni, çağdaş standartlarda demokratik bir anayasa. CHP ve diğer partiler buna hazır değil, hükümetten cesaret bekliyor. Döndüğümde aktif siyasette olmak istemem. Asla milletvekili olmayacağım. Daha çok yazmak, gezmek ve dinlenerek ömrümü tamamlamak isterim. Ama buna imkân olmadığını biliyorum. Bizim de sorumluluklarımız var. Köyüme çekilemem ama yolu ne olur bilemem."
Son yaşanan Silvan saldırısı ve tırmandırılan terör hadiseleri ile ilgili olarak, "Bunlar beni korkutmuyor, üzüyor." ifadesini kullanan Burkay, şu tespitleri yapıyor: "Tam düze çıkacağınızı düşünürken yeni engeller ve tuzaklar bunlar. Türkiye eskisi gibi ve eski yöntemlerle yönetilemez. İnişli çıkışlı ve sancılı olacak. Ama sonuna geldik. Bu bir anlamda canavarın son anlarını yaşarken can havliyle kuyruğunu oynatması. Eski statüko yıkılıyor ve büyük bir değişimden geçiyoruz."
Kemal Burkay ile dönüş yolunda
Demokratik açılım sayesinde dönmeye karar verdim
Türkiye'ye dönme fikri bende açılım süreci ile birlikte doğdu. Elbette daha önce de düşünüyordum ama koşulları uygun görmüyordum. Başbakan Sayın Erdoğan, benim de ismimi vererek bazı kişilerin yurtdışından dönmelerinin önünde bir engel olmadığını söyledi. İçişleri Bakanı Beşir Atalay da telefon açtı bana.
Seçimler olmasaydı nisan veya mayıs aylarında dönecektim. Seçimler araya girince, ona yönelik spekülasyonları da düşünerek erteledim.
Kürt hareketi 60'lı ve 70'li yıllardan başlayarak demokratik ve barışçı bir şekilde gelişiyordu. Ne yazık ki sistem sola karşı olduğu gibi Kürt hareketine de sert yaklaştı. O kadar sert olmasaydı, yani demokratik, barışçı bir şekilde örgütlenerek devam etseydi büyük bir ihtimalle bu şiddet sarmalını yaşamazdık. 30-40 yıldan bu yana ülkeyi perişan eden, ülkenin kaynaklarını tüketen on binlerce can kaybına yol açan bu süreci yaşamayabilirdik.
BDP, Ergenekon davasını bile desteklemedi
Geldiğimiz aşamada değişimden ve özgürlüklerden yana olan kesimlerin bu değişim sürecine destek vermesi gerekiyor. Eski önyargılardan kurtulmalıyız. Ekmeğinin daha da büyümesini isteyen kitleler, baskı gören Kürtler, inanç özgürlüğünü her bakımdan isteyen Aleviler, belli durumlarda birçok engelle karşılaşan İslami kesimler... Bütün bu toplumsal kesimlerin sürece destek vermesi gerekir.
Kürtlerin bir kesimi 'devletten ve hükümetten gelecek her şey Kürtlerin zararınadır' diye düşünüyor. Daha çok politize olan ve iddia sahibi olan Kürtleri kastediyorum tabii. PKK çevresi, BDP falan... Ben bunu çok yanlış buldum. Bir Ergenekon davasını bile desteklemediler. Halbuki bu dava Türkiye için bir şans. Çetelerden kurtulmak için bir fırsat. Alevi kesimi örneğin, AK Parti'nin İslamcı bir gelenekten geldiğini söyleyerek destek vermediler. 'Bunlar İslamcı, Sünni' diye düşündüler. O halde bizim için tehlikeli olabilir önyargısıyla yaklaştılar. Böylesi önyargılarla olmaz. Birtakım liberal aydınlar daha sağlıklı yaklaşabildiler. Değişimden yana olan herkesin el ele vermesi lazım. Bu sol olur, emekçiler olur, işçi kesimi olur, Kürtler ve Aleviler, Müslüman inancı ağır basanlar olur herkes el ele vermeli.
Atılan cesur adımlar önemli. TRT Şeş, açılım sürecinin başlatılması, Kürt sorununun özgürce tartışılması, bunun yanı sıra Ergenekon davası çok önemli.