Kendinden motorlular...

Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz, yeni köşe yazısını 'Kendinden motorlular...' başlığı ile kaleme aldı.
         Kitleleri, lokomotif ruhlu insanlar harekete geçirir. Eğer bu kendinden motorlular kötü ideolojilerin ve radikal anlayışların mensupları ise, insanları felâkete götürürler. Eğer güzelliklere hayırlara ve evrensel insanî değerlere sevk ediyorlarsa, insanları huzura ve saadetlere sevk etmiş olurlar.

         Normalde hangi milletten veya hangi dinden ve anlayıştan olursa olsunlar bütün insanlarda güzelliğe, iyiliğe meyil vardır. Tabiî, vicdanı sönmüş, kalbi kararıp mühürlenmişler istisna edilebilir. Ama bizim elimizde bir “samimiyet ölçer”  bir âlet olmadığı için ilk baştan her insan için hüsn-ü zanda bulunmaya mecburuz. Zaten Cenab-ı Hak,  “Tîn Suresinde”  incire, zeytine, Tur-u Sina’ya ve Belde-i Emir Mekke’ye yemin edip “Muhakkak ki, insanı, ahsen-i takvim üzere, en güzel kıvamda, en mükemmel biçimde yarattılar” diye yemin etmiyor mu?  Öyleyse asıl olan ahsen-i takvimliktir. Ama aslını koruyamayıp nefis ve şeytanın  emrine girip esfel-i sâfîline yuvarlananlar da oluyor. Ama, tam iman edip sâlih  ameller işleyenlere ise hiç eksilmeyen vaad ediliyor.

         Bu yeminler Hz. Muhammed Aleyhisselama, Hz. Musa Aleyhisselama, Hz. İsa Aleyhisselam ve diğer şahsiyetlere işaret etmekte…

         Biz dönelim Ahsen-i Takvim üzere yaratılan insan hakikatine.  Aslında dünyanın  neresinde olursa olsun insanlarda bu güzel  mayadan bir eser vardır. Bilhassa mazlum ve mağdur insanlara karşı bir merhamet duygusu mevcuttur. Bize düşen o ülkenin dilini, kültürünü öğrenerek entegre olmaya çalışmak. Ama asla kendi özümüzden ve kökümüzden kopup asimile olmadan o mozayik  içinde kendi rengimizde çiçekler açarak o topluma yeni bir zenginlik katmak. Eğer konumlarına  uyum sağlayarak, topluma yük olmadan bilakis yük alarak üretken olarak tam bir vatandaş özelliklerini taşıyarak yaşarsak, saygı ve sevgiyle karşılaşırız. Biz zaten dünyanın sulh ve selametini, insanlığın huzurunu istemiyor muyuz? Onun için nerede ne olduğumuzun, hangi ülkede yaşadığımızın ne önemi var. Mülk Allah’ın değil mi? Biz Allah’ın mülkünde O’nun memlükü olarak  Onun hizmetinde çalışmıyor muyuz?  Böyle iman etmiyor muyuz. Gerisi teferruat…

         Biz Hizmet Ruhu ile 1966’larda M. Fethullah  Gülen  Hocaefendi ile beraber Kestanepazarı Yurdu’nda ne isek, 1993’lerde Amerika’da  Kestane Kampında yine o idik. Şimdi de dünyanın her yerinde aynı ruh ve anlayışla Mutlak Muhacirler olarak bulunmaktayız. Dünyada kalıcı olmadığımıza, Âdem babamızın ilk mülkünden DÜNYA  SÜRGÜNÜNE   sürüldüğümüze göre şimdi de valizimiz hazır olarak beklemeliyiz.

         Omuzumuza yükletilen, umumî ve kudsî hizmeti Allah’ın bir emaneti olarak buna layık emanetçilere devrederek aslî yolculuğumuza devam etmeliyiz. Bu öyle mübarek bir yolculuk ki; başımız, dişimiz hiç ağrımadan bu dünyada zevk içinde bin sene yaşasak bile, bu, cennetin bir saat saadetine bedel değil. Cennetin de bin senelik saadeti Allah’ın cemalini bir saat  seyretmeye denk değil…  İşte böyle kudsî bir yolculuk.  Keşke bütün insanlığın da buna vâsıl olmasına vesile olabilsek!..

         Bu anlayışa ulaşabilirsek, hiç kimsenin, malında, mülkünde gözümüz olmaz. Kimseye de rahatsızlık vermiş olmayız. Bâki gerçekler, fanî şeylerle değiştirilebilir mi? İnsan böyle bir şeye kalkışırsa, ahmaklık yapmış olmaz mı?

         Türkiye’de başımıza gelen zulümler karşılık vermeden mazlum ve mağdur olarak yoluna  devam edenleri dünya bilmiyor mu? Görmüyor mu?  İşte bu yüzden Hizmet’ten olduğunu isbat edenlere  dünyanın hür ve demokratik ülkelerinde devamlı oturum vermiyorlar mı? Böyle bir Müslümanlığı takdir etmeyen kaç insan vardır yeryüzünde?

         Öyleyse biz bu itibarımızı koruyarak bu güzel yolda yürümeye devam edeceğiz… Daha güzel bir yol varsa, göstersinler, o yolda gidelim. Buradan daha güzel bir yol olmadığına göre Sırat-ı Müstakim olan Ana Caddede yürümeye  devam…
21 Nisan 2025 11:51
DİĞER HABERLER