"Aynı cennete girmek istemeyenleri bile kendi Nun Gemisi’nden indirmeyen Kaptan-ı Derya-yı Ahir Zaman’ı gördüm… Ağlatanı için ağlayan gözler gördüm onda… Ağlatanını güldürmek için gecenin karanlığını gözyaşlarıyla yıkayan bir aydınlık süvarisiydi…"
Cinnetten Cennet’e çağrıdır, Nûn ile konuşmak...
İyyâke na’büdünün nûnu… Rabb’in huzurunda biz… Gayb sigasından muhatabiyete geçişin sonra gelen dibacesi… Rabb’e, iyyâke diyebilmenin ön şartı, nûn ile konuşmak… Biz diyebilmek… Biz, hepimiz… Rabblikten uzaklık noktasında birbirine eşit bizler… Biz, hepimiz, yalnız ve yalnız Sana kulluk ederiz…
Her insan bir âlem… Benim galaksim, benim güneşim, benim dünyam, benim insanlığım, benim hayvanat âlemim, benim nebatatım… ‘Ben’ denilen mir’at-ı esmâ-ı hüsnada akseden her şey… Hepimiz… Biz, yalnız ve yalnız Sana kulluk ederiz…
Her insan kendi Nun Gemisinin kaptanı… Herkesin Nun Gemisi, kendi idrak ve hayal gücünce geniş… kalbinin vüs’atince vâsî… hoşgörüsünün derinliğince amîk… Zamanın mekâna kazındığı, mekânın zamanlar-üstülükte bast ettiği bir mescid, Nun Gemisi… Kâbe mihrabı… Etrafında saf saf inananlar tayfası… Ve her insan kendi Nun Gemisinin kaptanı…
(...)