Samanyoluhaber.com yazarlarından Arif Asalıoğlu dünya siyasetinin en önemli karakterlerinden biri olan Putin'i yazdı.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 7 Ekim’de 72 yaşına girdi. Çeyrek asırdır bir ülke lideri olarak, kamuoyundaki imajı ve halk desteği çok değişiklik göstermeden başladığı günden bu yana artan tonda devam ediyor. Hem iç hem de dış politikada bir denge kurarak hareket ediyor ve farklı toplumsal kitlelere hitap ederek ülke mozaiğini bütüncül olarak tutuyor. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonraki sıkıntılı dönemi cesur ve istikrarlı icraatlarıyla tersine çevirmesi onu Rusya'nın en güçlü siyasi figürü haline getirdi. Bir KGB ajanı olan Putin, geldiğimiz gün itibariyle halk nazarında I Petro ve II Katerina gibi reformist güçlü bir lider olarak kabul görmeye başladı.
Rusya’nın yaşadığı büyük değişimde başrol oynadı. 2014 başında Ukrayna'daki siyasi kriz esnasında Kırım'ı Rusya'ya katması ve Doğu Ukrayna'daki bölgesel Rusları desteklemesi, Putin'i Batı'nın hedef tahtasına oturttu. On yıldır Rusya derin bir izolasyona tabi tutuldu. Ülke ekonomisi çok büyük krizler atlattı. Fakat bu süre içerisinde Rus halkının tarihsel kahramanı ve bütün Batı ile mücadele eden sembolü haline geldi. Bu sembol oluşun geri planında 1991-2000 döneminde yaşananların büyük etkisi oldu.
Rusya’nın kaos yılları
Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte, Moskova merkezli siyasi oluşum, tarihteki yürüyüşüne Rusya Federasyonu adıyla devam etmeye başladı. Ancak Boris Yeltsin liderliğindeki sovyet sonrası dönem, Rusya açısından büyük çalkantılara sahne oluyordu. Kaos yılları yaşanıyordu ve tek parti yönetiminden serbest piyasa ekonomisi ve demokrasiye geçişin sancılarıyla baş etmeye çalışan Rusya'nın uluslararası alandaki nüfuzu giderek zayıflıyordu.
AB, ABD ve NATO, Rusya'nın yakın coğrayasındaki devletlerle ortak hareket suretiyle ülkeyi çevreleyerek hareket alanını daraltma stratejisini hayata geçirmeye başlamıştı. Diğer yandan Rusya Federasyonu'na bağlı Çeçenistan cumhuriyetinin ayrılma girişimi, ülkeyi büyük bir siyasi ve askeri krizle karşı karşıya getirdi. Rus halkının geleceğe yönelik endişelerinin giderek yoğunlaştığı böylesi bir ortamda Kremlin’e çıkan yeni bir aktör, ülkenin kaderinin değişmesinde başat rol oynayacak ve 21. yüzyılın başlarındaki dünya sahnesine damga vuracak liderlerden biri haline gelecekti.
Kominist muhalefetin etkisinin azalması Putin’e yol verdi!
Rus halkı, Yeltsin döneminde itibarı ve etkisi zayıflayan Rusya’yı yeniden ayağa kaldıracak isim olarak gördüğü genç siyasetçiye büyük ilgi gösterdi. Putin’in devlet başkanlığında, Yeltsin’in başlattığı reform çalışmaları hız kazandı. Rus ekonomisinin liberalleşmesi için yeni kanunlar çıkarıldı. Yeltsin döneminde daha güçlü olan komünist muhalefetin etkisinin azalmasıyla Putin’in önü daha da açılmıştı. Dış politikada etkinlik ile ekonomik güç arasındaki doğru orantının farkında olan Putin, ülkeye bir yandan daha fazla dış yatırımın gelmesini sağlarken, diğer yandan Rusya’yı uluslararası alanda daha fazla söz sahibi haline getirmeye çalışıyordu. Bu bağlamda AB ve ABD ile ticari ve ekonomik anlaşmaların sayısını artırırken, Rusya’nın özellikle yakın çevresindeki nüfuzunu yeniden artırmak için hamleler yapıyor, eski sovyet ülkeleriyle ekonomik ve siyasi bağlarını güçlendirmeye çalışıyordu.
Mart 2004’te oyların yüzde 71’ini alarak yeniden başkan seçilen Putin, bu dönemden itibaren muhalefete baskı uyguladığı ve ülkedeki diğer siyasi grupları güçsüzleştirdiği yönünde eleştirilerle uğraşmaya başladı. Batı ülkeleri ve iç muhalefet, bu eleştiriye ilerleyen dönemde basın özgürlüğünün kısıtlanmasını ekledi. Fakat bu dönemden itibaren hiç bir seçimde ve kamuoyu anketlerinde desteği yüzde 63’ün altına düşmedi.
Minchenko Consulting tarafından hazırlanan “Vladimir Putin İmajının Dinamikleri” raporu, Putin’in başkanlık kariyerinin başlarında bir “mücadeleci” olarak ortaya çıktığını, zamanla bu imajın “güçlü bir reformist lidere” dönüştüğünü anlatıyor. Çalışmayı yapan uzmanlar, Putin’in ilk yıllarında hırslı ve kararlı mücadele ortaya koyduğu, bu imajın 1999’daki Rusya halkının güvenlik ve istikrar taleplerine birebir yanıt verdiğini belirtiyorlar. Boris Yeltsin’in zayıflayan liderlik performansının ardından, halk güçlü bir lider arayışına girmişti.
Rusya’nın istikrarını koruma ve devleti güçlendirme misyonu
Putin, Rusya’nın istikrarını koruma ve devleti güçlendirme misyonunu üstlendi. Bu dönemde, Putin’in dış rakiplerine karşı kararlı duruşu, Rus halkı tarafından olumlu bir şekilde algılandı ve lider olarak popülaritesini pekiştirdi. İç politikada özellikle vatandaşların yaşam koşullarını iyileştirme çabalarıyla halkla daha yakın bir ilişki kurmaya başladı. Örneğin, “anne sermayesi” gibi sosyal girişimler, Putin’in halkın refahına yönelik politikalarının sembolü olarak öne çıktı. Bu politikalar, Rusya’nın demografik krizine yönelik çözüm arayışlarının bir parçasıydı ve halkın Putin’e olan güvenini artırdı. Bu dönemde Putin, halkın endişelerini dinleyen, onlara yardım eden ama aynı zamanda otoritesini de koruyan bir lider olarak konumlandı.
Ancak Putin’in imajı sadece iç politikayla sınırlı kalmadı. Raporda, Putin’in 2007 yılında Münih’te yaptığı konuşma, Batı’ya karşı sert bir eleştiri olarak kabul ediliyor ve Putin bu dönemde uluslararası arenada “halkı için isyancı” olarak algılanmaya başlanması anlatılıyor. Putin, bu konuşmasında Batı’nın dış politikasını açık bir şekilde eleştirerek, Rusya’nın çıkarlarına uygun olmayan uluslararası düzeni hedef alıyor. Batı’nın küresel hegemonyasına karşı bir meydan okuma olarak görülen bu konuşma, Putin’in Rusya’yı dünya sahnesinde daha güçlü bir konuma yerleştirme çabasının bir yansıması olarak değerlendiriliyor.
Bu dönemde Putin, özellikle Doğu Avrupa, Orta Asya ve Afrika’da stratejik ilişkiler geliştirerek Rusya’nın küresel nüfuzunu artırmaya odaklandı. Putin’in bu bölgelerdeki liderlik rolü, Rusya’nın geleneksel Batı merkezli dünya düzenine alternatif bir güç merkezi olarak yeniden konumlandırılmasının bir parçasıydı. Son yıllarda ise Putin’in imajı daha da farklı bir boyuta evrildi. Raporda, Putin’in “mutlak lider” kimliğinin öne çıktığı belirtiliyor. Putin, sadece bir “mücadeleci” ve “halk önderi” olmanın ötesinde, Rusya’nın ve dünya düzeninin yeniden şekillendirilmesinde aktif rol oynayan küresel bir lider olarak tanımlanıyor. Putin, Rusya’da yeni bir elit sınıfı oluşturarak, ülkede yeni kurallar getiren ve oyun sahasını yeniden inşa eden bir lider olarak ön plana çıkıyor. Bu imaj, Putin’in sadece iç politikada değil, küresel arenada da Rusya’nın rolünü yeniden tanımlama çabalarının bir yansıması olarak değerlendiriliyor.
Merkezi otorite güçlendirildi
Rusya son yüzyılda iki kez dağılma sürecinden geçmiştir. Bunlardan ilki Çarlık Rusya’sının yıkılışı, ikincisi ise SSCB’nin çöküşü olmuştur. Bu parçalanmaların sebebi etnik ya da azınlık çatışmalarından çok, merkezi otoritenin zayıflamasıdır. Böyle bir ortamda devlet başkanı olan Putin, merkezi otoriteyi gerek ülkenin idari yapısı gerek siyasi yapısında yaptığı değişikliklerle sağlamlaştırmıştır. İdari yapıyı yeniden düzenleyen Putin, seçimle göreve gelmesinin ikinci yılında özerk cumhuriyetlere bahşedilen ayrıcalıklara son vermiştir. Bu şekilde Rusya’ya bağlı özerk cumhuriyetler Moskova’nın sıkı kontrolü altına alınmıştır. Yaptığı düzenlemelerle valilerin seçimle değil atamayla iş başına gelmesini sağlamıştır.
Sadece idari alanda değil siyasi alanda da gücü elinde toplamak isteyen Putin, kendisine karşı çıkan Oligarklara da savaş açmıştır. Zira Oligarklar özellikle 90’lı yılların ortalarından itibaren Yeltsin dönemi ile altın çağlarını yaşamış, zenginliklerini arttırmış ve Kremlin ile hükümet politikaları arasında hep belirleyici bir konumda olmuşlardır. Fakat iktidarı paylaşmak istemeyen Putin, oligarkların politik güçlerini aldıkları medya patronlarının da üzerine cesurca gitmiştir. Kremlin’de Rus oligarklar ile yaptığı toplantıda onlardan vergi borçlarını ödemelerini ve siyasi alana karışmayarak ekonomik alandaki yerlerine dönmelerini istemiştir. Putin bu hamleleriyle oligarkları da saf dışı bırakarak merkezi otoritesini daha da sağlamlaştırmıştır. Bu uygulamaları Putin’i iç basın ve dünya basınında “anti-demokratik lider” söylemleriyle karşı karşıya getirmiştir. Fakat ülke çıkarlarını, demokrasiden daha üstte gören Putin bu tutumundan geri adım atmamıştır. Böylelikle daha görevinin ilk aylarında böyle büyük bir işe kalkışmasıyla diğer Rus yöneticilerden daha farklı bir yönetim sergileyeceğini ispatlamıştır.
Vladimir Putin, göreve geldiği süre itibariyle ekonomik ve mali alanda da değişiklikler yapmıştır. Başlangıç olarak vatandaşlardan alınan vergilerde %13’lük indirim yapmış ve karmaşık vergi sistemini tek tip düzene oturtmuştur. Memur maaşlarının düzenli ödenmesini sağlamış ve Sovyetler Birliği’nin çöküşünden itibaren Rusya ilk kez bütçe fazlası vererek dış borçlarını ödemeye başlamıştır. Ekonominin iyiye gitmesi ve halkın refahının artması Putin’e verilen desteğin artmasını sağlamıştır.
Putin’in başkanlıktaki ikinci dönemi Independent Task Force Raporu’nda şöyle değerlendirilmiştir: “Putin’in ikinci döneminde Rusya toplumunun ve ekonomisinin daha modern olduğu görülüyor. Buna karşılık gücün yeniden merkezileşmesi ve çoğulculuğun azalması Başkan Putin’in öncülük ettiği siyasal gelişmelerin oldukça olumsuz sonuçlarıdır. Denilebilir ki Vladimir Putin, Rusya’yı daha güçlü fakat daha az demokratik bir duruma getirmiştir.” Fakat Rus toplumu, ekonomik ve uluslararası sorunlara rağmen uyguladığı politikalarla siyasi istikrar ve ekonomik refah sağlayan ve Büyük Rusya İdeali’ni tekrar dile getiren Putin’i demokratik olmayan uygulamalarına rağmen desteklemeyi sürdürmüştür.
Siyasal kültür farklılığı
Sonuç olarak demokrasi ve iktidar kavramları her toplumun aynı pencereden bakıp aynı şekilde yorumladığı kavramlar değildir. Keza dünya gündemini meşgul eden Rusya-Ukrayna Savaşı’nın sorumlusu olarak görülen Vladimir Putin her ne kadar Batı dünyası tarafından diktatör gibi ithamlara maruz bırakılsa da, kendi ülkesinde girdiği tüm seçimleri yüksek oy oranlarıyla kazanarak halkının sempatisini kazanmış ve SSCB’nin dağılma sürecinden sonra güç kaybı yaşayan Rus toplumu ve devletinin yeniden ayağa kalkmasını ve Rusya’nın dünyada söz sahibi olduğu bir konuma yükselmesini sağlayan, başarılı, güçlü, vizyoner ve kurtarıcı bir lider olarak görülmüştür. Siyasal kültür dünyada diktatör ya da özgürlükçü olarak görülen liderlerin uluslararası toplumdaki algılanışları ve izlenimlerinin aksine kendi ülkelerinde bir kahraman ya da kurtarıcı olarak görülmelerinin nedenini büyük ölçüde açıklamaktadır.