KHK mağduru hâkim-savcılardan binlercesinin cemaatle ilgisi yok!

Kanun Hükmünde Kararname (KHK) mağduru hâkim Kemal Karanfil, "İhraç edilen hâkim ve savcılar 'Gülen cemaati üyesi' algısı yürütülüyor. Zerre kadar alakası olmayan binlerce insan var. İktidarı eleştirmiş, 'yargı yürütme organının etkisi altında kalmasın!' diyen birçok insanı o torbaya koyarak ihraç ettiler." dedi.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü bahanesiyle yayımladığı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile mesleğinden ihraç edilen hâkim Kemal Karanfil hem kendi yaşadığı hukuksuzlukları hem de Türkiye’nin içinden geçtiği antidemokratik süreci Kronos’a anlattı.

Hâkim Kemal Karanfil, Eskişehir’de Sulh Ceza Hâkimi olarak görev yaparken, Sulh Ceza mahkemelerinin hukuksuz olduğu gerekçesiyle iptali için Anayasa Mahkemesine (AYM) gitmişti. 

ORADAN ORAYA SÜRDÜLER

Ondan sonra başına gelmeyen kalmadı. Eskişehir’deki görev süresi dolmadan kış ortasında üstelik hasta oğlunun tedavisi sürerken Zonguldak’a tayin edildi. 

Bugün hukuk öğrencisi olan ve o dönemde Eskişehir Fen Lisesinde okuyan kızını Zonguldak Fen Lisesi çeşitli gerekçelerle kabul etmedi. Karanfil, kızının kayıt edilmemesini mahkemeye taşıdıktan bir süre sonra Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) 2'nci Dairesi'nce Şanlıurfa’ya geçici görevle sürüldü. 

Yetmedi, HSYK 2'nci Dairesi tarafından geçici olarak görevden uzaklaştırıldı.

Açık sözlülüğü ile bilinen Karanfil’in, HSYK seçimlerinde iktidarın arkasında durduğu Yargıda Birlik Platformunu (YBP) desteklemediğini sosyal medya hesabından paylaşması bardağı taşıran son damla oldu.

15 AY TUTUKLU KALDI

15 Temmuz 2016 sonrasında ise 4 bin 800 meslektaşının başına gelenleri o da yaşadı. Gözaltına alındı, tutuklandı, 15 ay cezaevinde tutuldu. 

Çıkarıldığı mahkeme, hakkında hüküm vererek serbest bıraktı. Bugünlerde ise KHK İstanbul Platformu ve Hukukun Üstünlüğü Platformunda aktif olarak yaşadığı hukuksuzluklarla mücadele ediyor ve avukat imkânı bulamayan mağdurlar için hak arama süreçlerini anlatan bir kitabın son hazırlıklarını yapıyor.

13 kardeşten biri olarak Siirt’te 1972 yılında dünyaya gelen Hâkim Kemal Karanfil devletin parasız yatılı okullarında okumuş. Üniversite yıllarında ise lise döneminde okuduğu otelcilik meslek lisesi kartını kullanarak geceleri çalışıp gündüzleri amfiye ders dinlemeye gitmiş. 

HUKUKÇULARIN MARUZ KALDIĞI HUKUKSUZLUKLARI ANLATTI

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Karanfil’in üniversiteye, liseye ve ilkokula giden üç çocuğu var. Eşi ev hanımı.

Karanfil hem kendi yaşadığı hukuksuzlukları hem de Türkiye’nin içinden geçtiği antidemokratik süreci Kronos’a anlattı.



Eskişehir’de Sulh Ceza Hâkimi olarak görev yaparken, Sulh Ceza Hâkimliğinin iptali için Anayasa Mahkemesine gittiniz. Neden?

Baştan anlatayım; 15 Temmuz’dan önce AKP iktidarı yargıyı etkisi ve kontrolü altına almak için 2010 yılından itibaren planlı ve sistematik şekilde çalışmalar ve yasal düzenlemeler yaptı. Bilindiği üzere 2010 referandumu ile Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) yapısını değiştirdi. Yargıtaya 144, Danıştaya 33 üye seçti. 

Anayasa Mahkemesine de yeni üyeler seçti. Bu üyeler bizzat o zamanın Başbakanı, şimdinin Cumhurbaşkanı olan Recep Tayip Erdoğan’ın son gözden geçirme ve son onayı ile görev aldılar. 4 yıl kadar çalışan bu kişilerin çoğu daha sonra terörist ilan edilerek tutuklandılar. 

Yargıya yapılan bu dizayn, özellikle 2014’te daha belirgin hale gelmeye başladı. 2013’te 17/25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet skandalı ile bazı bakan ve çocuklarıyla ilgili soruşturmalar ortaya çıkınca iktidar tarafından Sulh Ceza Hâkimliği “proje”si ortaya konuldu.

Neydi sizce bu projenin amacı?

İktidar, istediği kararları almak ve istediği kişileri gözaltına almak, kayyım atamak veya bazı soruşturmalardan kurtulmak için bu kapalı devre yapıyı, Sulh Ceza proje mahkemelerini devreye soktu. Beni de kendilerine yakın gördükleri için 2014’te Eskişehir’de sulh ceza hâkimi olarak görevlendirdiler. 

Fakat bunun ülke için bir felaket olduğunu, kapalı devre bir yapı içerdiğini, etkisiz bir itiraz sistemine sahip olduğunu görünce ülkesini, memleketini seven bir hukukçu olarak Anayasa Mahkemesine götürdüm.

AYM, sulh ceza hakimliğini anayasaya uygun mu buldu?

Başta başkan Haşim Kılıç dahil olmak üzere Anayasa Mahkemesinde beş üye, sulh ceza hakimliği kararına karşı itirazın yine sulh ceza hakimliğine yapılmasını düzenleyen 6545 s.y. md. 74 ün (CMK 268-3) iptalini istedi. 

Fakat orada kirli pazarlıklar olduğunu daha sonra duydum. Ret vermek koşuluyla seni başkan vekili seçeriz, eşini Yargıtay üyesi seçeriz denilmiş. 

Maalesef ileride İstiklâl Mahkemeleri gibi anılacak, büyük zulümlere alet edilecek Sulh Ceza Hâkimliği yasasının iptaline ret oyu veren üyeler ret oyuna karşılık başkan vekili seçildiler, eşleri de Yargıtay üyesi seçildi. Yani o dedikoduları doğrulayan işlemler yapıldı.

Bu süreçte Yargıda Birlik Platformunun pozisyonu, etkisi neydi?

Yargıda Birlik Platformu denilen bir ekip, yargıda kendileri gibi düşünmeyen insanları tasfiye etmek için, cemaat bahane edilerek, AKP, yargıda değişik kesimlerle ittifak yaparak seçimlere girdi. Hakimlere maaş zammı ve cezalı kişilere sicil affı vaadi yapıldı, “başka kişiler seçilirse tanımayız!” tehditleri yapıldı; yani kazanmak için devletin bütün imkanları ortaya döküldü. Eşit olmayan koşullarda yapılan seçimleri, az bir oy farkı ile kazandılar. 

Normalde adil bir seçim değildi. Tüm devlet imkanlarının seferber edildiği bu seçimde galip gelen hükümet destekli Yargıda Birlik Platformu listesi, seçimden önce “Tarafsız ve bağımsız olacağız, herkese eşit davranacağız” dedikleri halde tam tersini yaptılar.

Tam tersini derken ne yaptılar örneğin?

Kendilerine oy vermeyen insanları tek tek fişleyip, önce sürgün ettiler. Altı ay arayla değişik değişik illere tayinler çıkartarak bezdirmeye çalıştılar. Yetkilerini aldılar. Başkan olanları üye yaptılar, kıdemleriyle orantısız küçük illeri birinci bölge yapmak suretiyle küçük küçük illere tayinler yapıldı. 

Yargıyı hallaç pamuğu gibi oradan oraya dağıttılar. 15 Temmuz da bahane edilerek kendilerine oy vermeyen insanları, tek satır savunma alınmaksızın ihraç ettiler.




Yani ihraç edilecek olan hâkim ve savcıların listesi 15 Temmuz’dan önce bu platform mu belirledi? 

Aynen öyle. Hatta bu işlerin daha önceden planlı olduğunun kanıtı, açıkça dillendiriliyordu: “5 bin hâkim ve savcıyı ihraç edeceğiz” diyorlardı ama atacak bahane bulamıyorlardı.

Nerede diyorlardı, kulislerde mi konuşuluyordu?

Kendi aralarında konuşmalarında, toplantılarda 4 bin 500 kişiyi veya 5 bin kişiyi meslekten ihraç edeceğiz diye tehditler yapılıyordu. Bunu Denizli’den HSYK üyesi seçilen Turgay Ateş özellikle dile getiriyordu. 

Hatta HSYK seçimleri için Mersin’e gelen Mehmet Yılmaz’a (YBP adayı, halen HSK başkan vekili olarak görev yapmaktadır) bu husus hatırlatılıyor, “Sizin 2 bin 500 hakim-savcıyı ihraç edeceğiniz söyleniyor, doğru mu?” diye. 

Mehmet Yılmaz, “12 Eylül’de darbecilerin bile yapmadığını biz nasıl yaparız!” dediği halde, 15 Temmuz’dan hemen sonra bu söylenilenin tam tersini, kat kat fazlasını yaptılar ve tek satır savunma almaksızın binlerce hâkim-savcıyı ihraç ettiler.



Yüksek yargı üyeleri neden ve nasıl değişti?

Şekillenen Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesinden iktidarın yeterince memnun olmaması üzerine 1 Temmuz 2016 tarihinde 6723 sayılı yasa ile tüm Yargıtay ve Danıştay üyelerinin görevi sona erdirildi. Görevden aldıktan sonra bir yasayla, istemedikleri kişileri tetkik hâkimi olarak yetkilendirdiler. 

Daireler de muhalif olarak gördükleri demokrat Yargıtay üyelerini düz hâkim olarak sağa sola atamaya çalıştılar. Bunların yerine de 25 Temmuz 2016 tarihinde kendilerine yakın gördükleri 342 hâkim ve savcıyı Yargıtay üyesi olarak seçtiler. 

16'ncı Ceza Dairesi gibi önemli bir daireyi sıfırdan dizayn ettiler. 9'uncu Ceza Dairesi'ni yeniden kendilerine yakın üyelerle doldurdular. Dolayısıyla tabi hâkimlik ilkesine aykırı olarak bu daireler oluşturuldu.

Anayasal teminat varken bu işlemler yapılabilir mi?

Aslında Anayasayı ihlal ederek yaptılar. Normalde bir hâkimi, mesela Yargıtay üyesini yürütme organı azledemez. Anayasa madde 11, “Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” diyor. 

Yine Anayasanın 139'uncu maddesinde, “Hakimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz.” deniliyor. Bir Yargıtay üyesi o tarihteki Yargıtay kanununa göre 65 yaşına kadar görev yapar. 

Müktesep haklarını ihlal etmek suretiyle bunları yaptılar. Yani, Anayasaya aykırı olacak şekilde düzenlemelerle yaptılar. Bunu anamuhalefet liderinin Anayasa Mahkemesine taşıması halinde Anayasa Mahkemesinin iptal etmesi gerekirdi. 

15 Temmuz gibi, iki üyesinin yetkisiz sulh ceza hakimliğince tutuklandığı bir ortamda (16.4.2019 tarihli AİHM Alparslan Altan Türkiye kararına bakılabilir) diğer üyelere gözdağı verilmiş oldu. Diğer üyeler korkutuldu. “Ben de iptal edersem akıbetim tutuklanan üyeler gibi olur,” şeklinde bir gözdağı verildiği için iradelerine bir nevi ipotek konuldu. Bu tip şeyleri iptal edemediler.

Yargıda bazı şeylerin 2010’dan sonra değişmeye başladığını söylediniz. Şöyle de bir iddia dile getiriliyor. ‘15 Temmuz sonrası ihraç edilen hakim ve savcılarla şimdiki hükümet o zaman aynı görüşteydiler. Sonra menfaatleri çakıştığı için bu insanlar tasfiye edildi. 2010 referandumuna ve yargıdaki değişime destek verilmeseydi, bunlar başlarına gelmeyecekti.’ Öyle mi?

Her dönemi kendi koşullarında değerlendirmek gerekir. 2010 yılından önce yargıda, yasalar dışında karar verme ve siyasi iktidar üzerinde vesayet oluşturma gibi bir uygulama vardı. Anayasa Mahkemesinin skandal 367 üye kararını hatırlarsınız, cumhurbaşkanını seçtirmeme, mesela Danıştayın başörtüsü yasağı ile ilgili katı tavrı, izin vermemesi gibi… 

O dönemde ben de Yargıtayda beş yıl kadar çalıştım, önyargılı, taraflı, hukuk dışında kendini AKP ve iktidarına muhalif gören antidemokrat üyeler çoğunluktaydı. 

Ordudan ve yargıdan ihraç edilen kişiler için yargı yolu kapalıydı. Haklarını arayamıyorlardı. Siyasi iktidar ve milli irade üzerindeki vesayeti kaldırmak, daha demokratik ve şeffaf bir sistem oluşturma güzel niyetleriyle o referanduma gidildi. Fakat AKP iktidarı maalesef kendi oluşturduğu bu düzen işine gelmeyince, istediği kararları alamayınca işler değişti… 

2013 yılında Yargıtay'da bir üye ile görüşmüştüm, neden AKP iktidarı ile kavga ettiniz, daha doğrusu bu aşamaya geldiniz, diye sorduğumda bana şöyle demişti: “Eskiden, Yargıtay 4'üncü Hukuk Dairesi gibi önemli dairelerde, AKP aleyhine olan her dava onanıyordu. AKP'nin açtığı tüm davalar da reddediliyordu. Yani tamamen şimdiki gibi önyargılı bir yaklaşım vardı. Fakat biz geldiğimizde AKP'nin haklı olduğu davaları kabul ettik, haksız olduğu davaları da reddettik. Ama AKP dedi ki: ‘Hayır, benim açtığım tüm davaları kabul edeceksiniz, benim aleyhimde açılan tüm davaları da reddedeceksiniz.’ Yolsuzluğa ve gayri ahlaki işlere bulaşmış 2-3 ismin önemli dairelere başkan olarak seçilmesi için direttiler.’ İşte orada aramızda zıtlaşma oldu.”

Tartışmalı fiil ve söylemleriyle sıkça gündeme gelen şimdiki Danıştay Başkanı Zerrin Güngör’ün ısrarla Danıştay'a başkan seçilmesini hükümet olarak istediklerini belirten Adalet Bakanlığı müsteşarı itirafçı Birol Erdem’in 28.11.2016 tarihli Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na verdiği beyanları bu iddiaları doğrulamaktadır.

AKP istediği kararları çıkaramayınca tasfiye yoluna mı gitti?

Evet, bu şeklide AKP'nin istediği kararlar çıkmayınca o insanları da tasfiye etme yoluna giriştiler. Özellikle hırsızlık ve yolsuzluklar, bakan çocuklarıyla ilgili iddialar ortaya çıkınca, AKP bu sefer Doğu Perinçek ekibiyle, MHP ekibiyle, Hakyol ve Menzil gibi gruplarla ittifak ederek daha önce beraber yürüdüğü insanları tasfiye kararı aldılar. 

Yani 2010’daki niyet iyiydi. Örneğin yıllardır kamuda uygulanan başörtüsü yasağı bu tarihten sonra serbest bırakılabildi. HSYK daha şeffaf, tüm Batı ülkelerinde olduğu gibi seçimle, hakimlerin de oylarıyla oraya gelen üyelerden oluştu. Bu nedenle o dönemin de koşullarını dikkate almak lazım.

15 Temmuz’dan sonra ihraç edilen hâkim ve savcılar kimler?

2010’da bu 4 bin 500 hâkim ve savcı zaten görevdeydi. Atılan hâkim ve savcıların çoğu 20-30 yıldır görevde olan insanlar: Yani AK Parti kurulmadan önce alnının teriyle göreve gelmiş hepsi. Mesela ben 18 yıllık bir hâkimim. 

AKP iktidarında göreve gelmedim. 1998’de ilk ÖSYM sınavı ile hâkimliği kazandım. AKP'den çok önce göreve başladım. Benden çok daha önce, 1990’da, 1991’de, 1992’de göreve başlayan hakimleri tasfiye etti bu AKP iktidarı. Yani çoğunluğu kıdemli, birinci sınıf olmuş, tecrübeli insanları attı.

Aslında bir yanılsama var, herkes şöyle düşünüyor: Zaten AKP iktidarı bu hâkim ve savcıları göreve getirmişti, şimdi de atıyor…

Yok yok. Bir de atılan hâkim ve savcıların Gülen cemaatine mensup kişiler olduğu şeklinde yanlış bir algı yürütülüyor. Zerre kadar alakası olmayan binlerce insan var. 2014 HSYK seçimlerinde tarafsız hâkimleri desteklemiş, iktidarı eleştirmiş, 2010’da yaptığınızı bir daha yapmayalım, "yargı yürütme organının etkisi altında kalmasın!” diyen birçok insanı o torbaya koyarak ihraç ettiler. 

Örneğin Sincan Başsavcısı Murat Gökçe’ye bizzat AKP iktidarı, Yargıda Birlik Platformu üyeleri tarafından, gel bizim adayımız ol sana villa vs. verelim teklifi yapıldı. Ama reddettiği için hem ihraç edildi hem de 15 Temmuz bahanesiyle tutuklanarak 9,5 yıl gibi insafsızca bir cezaya mahkûm edildi. 

Onun gibi, sadece demokratik duruşundan ya da verdiği kararlardan dolayı bu iftiraya maruz kalan bir sürü hâkim ve cumhuriyet savcısı var.

Siz sulh ceza hâkimliğine itiraz ettiğiniz. Sizden başka bu garabeti gören olmadı mı? Söylediğiniz gibi belirli bir kıdeme gelmiş onlarca hâkim, savcı ve hukuk insanı vardı… Neden destek bulamadınız?

Tam tersine o dönemde meslektaşlarımdan destek gördüm… Örneğin birçok hâkim-savcı bu göreve gelmek istemiyordu. Dilekçe veriyorlardı, “beni bu görevden alın” diye. İktidar, sulh ceza hakimliklerine hâkim bulmakta zorlanıyordu. 

Düşünün koca İstanbul’da altı tane hâkimi bulmakta zorlanıyordu. Çünkü bu mahkemelerin ‘proje’ olduğunu ve illegal işlere alet edileceğini bildiği için çoğu kişi dilekçe verip beni görevlendirmeyin diyordu. Ona rağmen atanan hakimlerden iktidarın hoşuna gitmeyen, vicdana ve hukuka uygun kararlar veren bir sürü hâkim oldu. 

Onların hepsini görevden aldılar ve farklı hâkimler getirdiler. Bu hâkimler de hukuka uygun karar verince yine değiştirdiler. Bunlar belki medyaya yansımadı ama demokratik duruş gösteren çok hâkim oldu. Ben bu kötü işlere alet olmak istemiyorum diye dilekçe veren bir sürü hâkim de oldu. 

Eskişehir’de beraber çalıştığım hâkim, bizzat dilekçe verip, ‘beni buradan alın!’ dedi. Yani yalnız değildim bu konuda. İktidar ve etkisindeki HSYK yönetimi, havuz medyası bunu gördüğü için bu şekilde hoşa gitmeyen karar veren hâkimlere “paralel” iftirası atarak, haksız sürgünlerle ve yetkiyi ellerinden almak suretiyle taciz etme yoluna gittiler.

22 Ağustos 2019 14:42
DİĞER HABERLER