Türkiye-İsrail arasında sıkıntıya girmiş olan ikili ilişkilerde iki taraftan diğerine daha fazla ihtiyacı olanın İsrail olduğu üzerinde durduk. Yani, İsrail’in Türkiye ile iyi ilişkileri koruma ihtiyacı Türkiye’nin İsrail ile iyi ilişkileri koruma ihtiyacından daha fazla.
Türkiye’de bazı çevrelerin kafası tam da buna basmıyor. Gazze’nin Ortadoğu dengeleri ve ‘Ortadoğu siyasi denklemi’ açısından bir ‘kırılma noktası’ olduğunu kavrayamadıkları için.
İşin esası, Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta Şimon Peres’e karşı davranışı değil. Bu davranışın üzerine bina edildiği Gazze olgusu. Eğer İsrail, Olmert’in ziyaretinden birkaç gün sonra pervasızca Gazze’ye saldırıp, 360 kilometrekarelik ve 1.5 milyon insanın yaşadığı Gazze Şeridi’nde bir katliama yol açmasa idi, Tayyip Erdoğan Davos’ta o davranışı ortaya koyabilir miydi?
İki yıl Gazze Şeridi’ni ablukaya alacaksınız, gıda ve ilaç girişini bile engelleyeceksiniz; yetmemiş gibi bir de üçte biri çocuk 1300’den fazla insan öldüreceksiniz, 5 binden fazla kişiyi yaralayacaksınız, binlerce yapıyı bir enkaz haline getireceksiniz ve ‘müttefikiniz’ Türkiye’den ‘anlayış’ bekleyeceksiniz. Göremediğiniz takdirde ise ‘Kürt sorunu’nu hatırlatacak, Ermeni soykırımı tasarısının Amerikan Kongresi’nden geçmesinde kılınızı kıpırdatmayacağınız şantajını yapacaksınız.
Böyle ‘güvenilir ilişki’ olur mu?
Tayyip Erdoğan, bu duruma karşı milyonlarca insanın paylaştığı duyguları dillendirdiği için ‘Arap sokağı’ ve daha da önemlisi ‘Türkiye sokağı’nda kahraman muamelesi gördü. Türkiye’ye Ortadoğu’da ‘moral liderlik’ kazandırdı.
Olan bundan ibarettir.
***
Türkiye, bu bölgeyi 400 yıl yönetmiş bir İmparatorluğun mirasçısı. İsrail’in bugün üzerine oturduğu topraklar da, Gazze’de bundan 90 yıl önce o Türkiye’nin topraklarıydı. Bugünkü kuşakların büyükbabaları, büyükanneleri için oraları ‘vatan toprağı’ idi.
Söz konusu coğrafyanın, Türkiye açısından tarihi anlamı ve manevi bağlarından gayrı bir de ‘güvenlik boyutu’ söz konusu. Türkiye, eski topraklarında ve bugün için ‘arka bahçesi’nde barış ve istikrara aykırı bir politikanın ‘müttefiki’, destekçisi olamaz.
Olmadığı için ‘moral liderlik’ konumuna yükselmiştir.
Türkiye’nin bölgedeki ağırlığı kendiliğinden artmıştır. Bölge zaten Soğuk Savaş’ın sona ermesinden ve Irak savaşından bu yana bir ‘güç boşluğu’ yaşıyordu. Arap dünyası zayıf ve paramparça. Filistinliler bu genel Arap zayıflığını yansıtıyorlar. Onlar da zayıf ve paramparça.
Gazze macerasıyla ‘caydırıcılık sınırları’nın sonuna ulaşmış olan ve bir de ‘moral meşruiyeti’ni hepten yitirmiş olan İsrail’in de ‘güçlü’ olduğu söylenemez. İsrail, sadece Amerika’ya yaslanmak zorundadır. Amerika’nın tek başına bölgede yapabileceği pek bir şey yok.
Bölge, Soğuk Savaş süresinde Amerikan ve Sovyet nüfuz alanlarına bölünmüştü. Sovyetler sahneden çekilince, Ortadoğu’daki yerini Rusya otomatik olarak almadı. Amerikan nüfuzu ise İsrail ile kendi halkları nezdinde kredisini yitirmiş zayıf Arap rejimleri (başta Mısır) üzerinden yürüyor. Ortaya çıkan boşluk, İran tarafından doldurulur oldu.
Bu bakımdan, Gazze ve Davos sonrasında Türkiye’nin ‘moral liderlik’ konumu, tüm bölgenin çıkarına ve bölgenin ihtiyacı olan ‘yeni ağırlık merkezi’ni oluşturuyor.
Tam da bu nedenle, Gazze sonrasında Obama Amerikası’nın Ortadoğu’da Türkiye’ye ihtiyacı herhangi bir başka döneme oranla çok artmış durumdadır. Çünkü, Barack Obama çoktandır hem İsrail ve hem de Filistinliler nezdinde ‘ölmüş’ kabul edilen ‘iki devlet çözümü’nü benimsediğini ilan etmiş ve ‘iki devlet çözümü’nü canlandırmak istemiştir.
Yeni Başkan’ın yeni Ortadoğu özel temsilcisi George Mitchell, bu çözümün önünde iki engel dikildiğini çok geçmeden görecektir.
1. Filistin bölünmüşlüğü. Batı Şeria, Filistin Yönetimi’nin (FKÖ ve Fetih), Gazze ise Hamas kontrolünde kaldığı, Filistin ulusal birliği sağlanamadığı sürece ‘iki devlet çözümü’ imkânsızdır.
2. İsrail, bugüne dek ‘iki devlet çözümü’nü imkânsız kılmak için ne gerekirse yapmıştır.
***
Sloganları bırakıp, rakamlarla ve olgularla konuşalım.
1993’te Bill Clinton’un önünde, Beyaz Saray bahçesinde Yasir Arafat ile Yitzhak Rabin ve Şimon Peres el sıkışarak ‘Oslo Barış Süreci’ni başlattıkları yani ‘iki devletli çözüm’ yolunda yürümeye giriştikleri vakit, Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimcilerin sayısı 109 bin idi. Yani, Batı Şeria’nın İsrail işgali altına girdiği 1967’den 1993’e kadar geçen 26 yıl içinde 109 bin Yahudi, işgal altındaki Batı Şeria’ya yerleşmişti.
1993’ten 2009’a dek 17 yıl içinde bu sayı ‘Barış Süreci’ var iken iki mislinin üzerine çıkmıştır. Bugün Batı Şeria’da 230 Yahudi yerleşim merkezinde 275 bin yerleşimci var. Onları korumak için de İsrail ordusu mevzilenmiş vaziyette. Tespih taneleri gibi Batı Şeria’ya yayılan Yahudi yerleşim merkezleri arasında kurulan yol şebekeleri ve Filistinlilerin çevresinde güvenlik gerekçesiyle inşa edilen duvar ve dikenli teller, Batı Şeria’yı paramparça hale getirmiş, Filistin ekonomisini mahvetmiş ve toprak devamlılığı olacak bir ‘bağımsız Filistin devleti’nin kuruluşunu imkânsız duruma sokmuştur.
Batı Şeria’da 625 adet İsrail barikatı, kontrol noktası dikilmiş vaziyette ve Filistinliler bir yerden diğerini gidemez haldedirler.
Ayrıca, bir ‘bağımsız Filistin devleti’nin başkenti olarak tasavvur edilen Doğu Kudüs’ün çevresinde 200 bin Yahudi yerleşimci yaşıyor. Batı Şeria’nın hiçbir köşesinden ‘başkentleri’ne engelsiz ulaşabilmek imkânı yoktur.
Nasıl kurulacak ‘bağımsız Filistin devleti’? Nasıl gerçekleşecek ‘iki devletli çözüm’?
Ayrıca bir de enkaz haline gelmiş ve hâlâ abluka altında tutulan Gazze var. Gazze’nin yeniden inşası milyarlarca dolar gerektiriyor.
‘Denizden nehire’ yani Akdeniz’den Şeria (Ürdün) nehrine kadar olan alanda arabayla bir saatlik bir uzaklık- ‘tek devlet’ mümkün. İsrail, şayet Batı Şeria’yı ilhak ederse.
O durumda, İsrail, tüm Batılı değerlere sırtını çevirip ‘apartheid’ yani *ırk ayırımı’ devleti olacak, yani bir ‘ırkçı’ devlete dönüşecek veya Filistinli Arap nüfusu Yahudi nüfusunu geçeceği için ‘Yahudi ulus-devleti’ şeklindeki İsrail’in Siyonist projesi sona erecek.
İsrail, tabii ki, böyle bir ‘seçeneği’ istemiyor. ‘İki devlet çözümü’nü ise imkânsız hale getiriyor.
Geriye ne kalıyor?
1948 ile 1967 arasında olduğu gibi Batı Şeria’nın Ürdün’e verilmesinin, Gazze’nin de Mısır’a devredilmesinin mırıldanması İsrail’de başlandı. Böyle bir ‘çözümü’ ise ne Ürdün istiyor, ne de Mısır.
Görüldüğü gibi, durum hayli karmaşık ve İsrail’e tek söz geçirebilecek devlet olan Amerika’nın işi çok zor. Barack Obama’nın tüm dünya için önemli olan ‘siyasi sermayesi’ Akdeniz ile Ürdün Nehri arasındaki dar alanda ve daracık Gazze Şeridi’nde tükenebilir.
Böyle bir ‘Ortadoğu denklemi’nde ABD, savaş ve çatışmaya sırtını dönmüş bir Türkiye’yi elinin tersiyle itemez.
Böyle bir ‘Ortadoğu denklemi’nde, o bölgeyi 400 yıl yönetmiş olan Türkiye ise, İsrail’in peşinden sürüklenemez.