KINALI BAYRAM

Samanyoluhaber.com yazarlarından Harun Tokak, yeni köşe yazısını 'KINALI BAYRAM' başlığıyla kaleme aldı. Yazının sesli formatı Hizmetten.com'un Youtube adresinden takip edilebilir.

KINALI BAYRAM


Yazının Hizmetten.com Youtube linki: https://www.youtube.com/watch?v=7AwLg5vX1hI

Son teşrik tekbirleri ile Kurban Bayramı da çekip gitti.
Arka arkaya geçen trenlerden sonra, sessizliğe bürünen kasaba istasyonları gibi, günler derin bir sessizliğe büründü.
Çocukluğumuzdaki bayramlar ne kadar da geride kaldı.
Daha doğrusu benim çocukluğum o köy bayramlarında kaldı.
Ağabeyimin de dediği gibi, bayramlar artık bizim için bir hüzün.
Köye dönsek bile artık ne bir Haziran günü kaybettiğim babam ne de bir Ağustos anam var.
Rahmetli babamın elimizden tutarak bizi şehre götürüşünü; o yoksul hâliyle ne yapıp edip birkaç parça bayramlık, birkaç çeşit zerzevatla köye dönüşümüzü hatırlıyorum.
Baharın güzelliği karşısında sarhoşa dönen bir kelebeğin daldan dala konuşu, bir oraya bir buraya uçuşu gibi, elimizde bayramlıklarla, toprak yolda bir o yana bir bu yana sekerek koşardık köye doğru.
Eve geldiğimizde bayram sabahına kadar defalarca giyer çıkarır, defalarca prova yapardık.
Şimdi ömrümüz gurbetlerde geçiyor.
Biz ayrılıklara yazgılı toprakların çocuklarıyız.
Türkülerimiz ayrılık kokar, hüzün kokar bizim.
Yakın tarihte en çok da Çanakkale’ye, Yemen’e giden yiğitlerle yaşadık ayrılıkları.
En çok da oralarda kurban verdik.
Lakin kanla sulanan topraklar mümbittir, bereketlidir.
Anadolu’nun bağrında yetişen imanlı nesiller dünyanın umudu haline geldi.
Atalarının at sırtında gittiği ve gidemediği yerlere uçaklarla giderek, yüreklerindeki merhameti taşıdılar.
Arefe günü o ailelerden birini ziyaret ettik. 
Dört çocuklu bir aileydi.
On yedi yıl Kırgızistan’da, üç yıl Irak'ta, on yıl Libya’da, sonra Romanya’da kaldıktan sonra şimdi de Norveç’te mülteci kampında yaşıyorlar.
Kızları büyümüş üniversite okuyor. 
Hepsi Kırgızistan’da doğmuşlar.
Sonra anne babalarıyla ülke ülke gezmişler.
Anne ve babalarının idealleri onları da beslemiş. 
Pırıl pırıl evlatlar olmuşlar.
İçlerinden biri ‘’Ben sizin Kınalı Küheylanlar kitabını okudum,’’ deyince, hayalim yıllar öncesine gidiyor.
Bozkırda muhteşem bir sonbahar şöleni…
Tanrı Dağları’na doğru uzayıp giden hıyaban yoldaki kavak ağaçlarında uğulduyor rüzgâr. 
Yol boyu, Yozgatlı Kınalı İsmail'i konuşuyoruz.
Çanakkale’deki Kınalı Hasan'ı biliyorduk ama Kınalı İsmail’i ilk defa duymuştum.
Gölün karşı kıyısında, her bir rüzgâr darbesiyle sağanaklaşan sarı konfeti yağmurları altında bir müddet daha yol aldıktan sonra Tanrı Dağlarının eteğindeki şehir görünüyor.
Okulun bahçesinde öğretmen ve öğrenciler karşılıyor bizi.
Orhan İnandı bir arkadaşı göstererek ''Kınalı İsmail'' diyor.
Kınalı İsmail, orta boylu, yüzü, hasadı yeni kaldırılmış kıraç bir arazi gibi, hüznün harman yeri; ağır yük taşımak için yaratılmışçasına omuzları geniş bir yiğit…
Penceresi, Tanrı Dağları’na bakan bir odaya oturuyoruz.
Konuya girmek için Kınalı İsmail’e, “Nedir bu kına hikâyesi?” diyorum.
Çanakkale'deki meşhur Kınalı Hasan, babamın amcasıymış,” diyor.
“Kınalı Hasan'ın babası Hüseyin Ağa köyün ağası imiş. Zengin, varlıklı bir insan. 
Köyün yarısına yakın araziler onunmuş. Hüseyin Ağa’nın hanımı Selvi Ana köyde çok sevilen, büyük ruhlu bir kadınmış.
Oğulları Hasan, İsmail, Mustafa-üçü de on sekiz, yirmisinde.
Önce 1911'deki Balkan Savaşları için çıkıyorlar köyden.
Balkanlar, Birinci Dünya Savaşı, Millî Mücadele derken, bir muharebe biterken yenisinin başladığı yıllar.
Çanakkale Harbi patlak verince Selvi Ana, bu defa üç oğlunun siyah saçlarına kına yakarak cepheye uğurluyor. 
Savaş sırasında Selvi Ana'nın üç kınalı kuzusundan Hasan'ı gören kumandan; “Saçındaki bu kına nedir? Kınayı kadınlar yakar,” deyince, mahçup oluyor Kınalı Hasan.
''Bilmiyorum komutanım, anam yaktı.'' diyor.
Kumandan, '’Öyleyse mektup yaz da sor bakalım anana,’' diyor.
Kınalı Hasan anasına mektup yazıyor.
Selvi Ana cevabında;
''Kumandan Bey, Hasan'ıma, kınalı kuzuma saçlarındaki kınayı sormuşsun. 
Gelinlere kına yakılır, kocalarına kurban olsun diye; 
Koçlara kına yakılır, Allah’a kurban olsun diye; 
Yiğitlere kına yakılır, vatana kurban olsun' diye,’’ yazıyor.
Selvi Ana'nın mektubu cepheye ulaşmadan oğlu Hasan Allah’a kavuşuyor. 
Kardeşi Kınalı Mustafa da Çanakkale'de şehit oluyor.
Üç kınalı kuzudan sadece Kınalı İsmail kalıyor. 
O da Sakarya Savaşı'nda Yunanlılara esir düşerek Atina'ya götürülüyor.
Kınalı İsmail, esir değişimiyle döndüğünde, anne ve babası çoktan ölmüşlerdir.
Geniş ve görkemli konakları köylüler tarafından işgal edilmiş, bağ, bahçe, tarla ne varsa hepsi paylaşılıp dağıtılmış.
Kınalı İsmail evi, arazileri geri alıyor.
Evleniyor.
Üç oğlu oluyor. 
Oğullarına Çanakkale’de kaybettiği kardeşlerinin adını koyuyor.
Hasan, Mustafa ve Yusuf…
Ben, Yusuf’un oğluyum.
Buralara gelirken anam, ‘Oğlum bizim töremizde vatana adanan erkeklere kına yakılır; ben de seni Hizmet’e adıyorum, eline kına yakayım da öyle git,” dedi.
Öğrenciler elimdeki kınayı gördüler.
O gün bugün bana “Kınalı Öğretmen” diyorlar.
Zaten ağabeylerimiz yurt dışına gidecek öğretmenler için “kınalı” tabiri kullanırlardı.
Biz de müsemmaya muvafık olsun istedik.
Dedim ya, kanla beslenen toprak mümbittir, besilidir.
Mazlum milletlerin afakına bir şafak parıltısı gibi doğan yiğitlerin her biri bir kınalı küheylândır.
Kınalı İsmail’i anınca akla Kınalı Bayram geliyor.
Kınalı Bayram olayı, Kütahya’nın Çavdarhisar ilçesine bağlı Hacı Mahmutlar köyünde yaşanıyor.
1930’lu yıllar…
Kurban günleri…
Köydeki bütün evler, kurbanlık koçlarını, koyunlarını, hazırlayıp bahçelerindeki bir ağaca bağlamış.. 
Kadınlar kınalamıştır kurbanlıkları. 
Köyde töre böyledir.
Bütün aile fertleri eve girip çıkarken mutlaka kurbanlığın yanına uğruyor; onları okşuyor, seviyorlar.
Yemleri yoksa yem veriyorlar, suları yoksa önlerindeki kaba su dolduruyorlar.
Köyde kurbanlıklara çok özel bir ilgi gösteriliyor.
Kurbanlıklar asla incitilmiyor.
Sonuçta birkaç gün sonra evden ayrılıp gideceklerdir.
Köy çocuklarından Bayram daha 5 yaşındadır. 
Evin koçu kınalanırken, anası Bayram’ın avuç içine kına yakıyor.
Elini mendille sarıyor anası.
Bir gece öyle uyuyor Bayram.
Avuçları çok güzel oluyor. 
Sanki güneş avcunun içine doğmuş.
O da kınalanmış oluyor kurbanlıklar gibi. 
Sokağa çıktığında arkadaşlarına, kuzenlerine gösteriyor ellerini.
Herkes çok beğeniyor. 
“Bayram” diyorlar, “Madem kına yakmışlar sana, demek ki sen de kurbanlıksın.’’ 
Camide hoca anlatmıştı: Hazreti İbrahim oğlu İsmail’i kurban etmeye götürürken şeytan İsmail’e, “Baban seni kurban etmeye götürüyor,” demiş.
“Babam öyle bir şey yapmaz,” demiş İsmail.
‘‘Babana sor o zaman,’’ demiş şeytan.
İsmail, “Şeytan doğru mu söylüyor?” demiş babasına.
‘‘Oğlum, Allah seni çok seviyor; yanına istiyor,’’ demiş babası.
‘’O zaman beni kurban edebilirsin, babacığım,’’ demiş İsmail. 
Babası kurban etmek için yatırmış oğlunu.
Bıçağı çalmış ama bıçak kesmemiş. Onun yerine Allah gökten kınalı bir koç göndermiş; onu kesmişler.
‘’İsmail gibi seni Allah için kurban ediyormuş gibi yapalım; nasılsa Allah bu bıçağın kesmesine izin vermez ve yine gökten bir koç gönderir biz de o koçu kurban ederiz.’’
Bu fikir bütün çocukların aklına yatıyor.
Bayram’ın birinci günü, köyün dere kenarındaki Karaağaç ağaçlarının orada buluşuyorlar. 
“Kınalı Bayram’ı tıpkı Hazreti İsmail gibi bağlayıp yatırıyorlar.
Bıçağı Bayram’ın boynuna çalıyorlar.
Bıçak kesiyor.
Gökten koç gelmiyor.
Bayram can havliyle bağırınca, oradan geçmekte olan bir köylü hemen Bayram’ı kaptığı gibi sağlık ocağına yetiştiriyor.
Bayram büyüyor, evleniyor.
Oğlu oluyor; adını Abdullah koyuyor.
O da oğlunu Allah yolunda Hizmet’e adıyor. 
“Tek evladın, neden böyle ettin?” diyenlere boğazındaki bıçak izini gösteriyor.
Oğlu Abdullah Aymaz, Hizmet Hareketi’nin mümtaz şahsiyetlerinden biri oluyor.
Kınalı Bayram bahsi yine kınalı küheylânlarımızdan Ali Bayram Ağabeyi hatıra getiriyor.
Bu koca yürekli adam bir haziran günü ayrıldı aramızdan.
Muhammed Kileci Hocamız, “Yakın bir zaman önce Mısır’da Ali Bayram Hoca’nın kabrini ziyaret ettim” diyor.
Birkaç gün sonra rüyamda gördüm.
Gençleşmiş, güzelleşmişti. 
Yine koşturuyordu.
 “Ağabey, sen ölmedin mi?”
 Hüzünlü baharlar çağlayan gözleriyle gülümsedi.
 “Şehitler ölmez, bilmiyor musun?” 
 Yanıma geldi; sarıldık, ağladık.”
Hollanda’ya döndüğümde, Kazakistan’da birlikte çalıştığımız Harun Bey rüyamın sadık olduğunu gösteren bir olay anlattı:
Ali Bayram hocamızın yanına arkadaşlardan biri defnedilirken mezarcı, “Yahu, ben bu zatı altı önce defnettim; ter-ü taze duruyor, kim bu zat? Şehit bu” demiş. 
Son teşrik tekbirleri ile Kurban Bayramı da çekip gitti.
Bayramlar geride kaldı.
Arka arkaya geçen trenlerden sonra, sessizliğe bürünen kasaba istasyonları gibi, günler derin bir sessizliğe büründü. 
Her sevda bedel ister. 
Her bayram bir bedelin meyvesidir.
Yakın tarihte en çok da Çanakkale’de, Yemen’de, Millî Mücadele’de kurban verdik.
Kanla beslenen topraklar mümbittir, bereketlidir.
Anadolu’nun bağrında yetişen imanlı nesiller dünyanın umudu haline geldiler.
Kendilerini insanlığın bayramına adadılar.
Onca yol çiğnediler
Ama bir çiçek bile çiğnemediler.
Tek bir çiçek…

15 Haziran 2025 10:25
DİĞER HABERLER