İşte araştırmacı yazar Ali Ünal, Aylık Dini İlimler ve Kültür Dergisi Yeni Ümit'te kaleme aldığı yazı...
Los Angeles Times’ta 2 Temmuz 2006 günü Louis Sahagun, şöyle yazıyor:
Megakilise papazları en son Inglewood’da bir araya gelerek Büyük Görev’in icrası, yani yeryüzündeki herkesi İsa’nın mesajından haberdar etmek için küresel haberleşme ve ulaşım vasıtalarını daha etkili kullanma stratejileri konusunu görüştüler. Onlar, 20 yıl içinde bu görevin yerine geleceğine ve dolayısıyla dünyanın sonu için İlâhî planın tamamlanacağına inanıyorlar.
İran’da nükleer tercih üzerinde ısrar eden Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, İsrail’in ortadan kalkmasını 12. İmam Mehdî’nin zuhurunun işareti sayıyor ve 2 yıl içinde onu Tahran’da istikbal edeceğini umuyor. Ahmedinejad’ın, Tahran belediye başkanı iken milyonlar harcayarak, bu şehri Mehdî için imar edip, onun zuhuruna hazır hale getirdiği söyleniyor.
Kudüs’te bazı Yahudi gruplar, kendi Mesihlerine yol açmak için İslâm’ın en kutsal mabedlerinden Mescid-i Aksa’nın yerine mabed inşa edebilmek için çalışıyorlar. Zenaatkârlar, din adamları için beyaz ketenden cüppeler, mücevher kakılı göğüs zırhları, gümüş borazanlar ve mabedin temeli için 6.5 ton ağırlığında köşetaşları hazır etmiş bulunuyor.
Missisipi’de vaizlik ve sığır besiciliği yapan Clyde Lott, Sayılar kitabında çok da açık olmayan bir emrin icrası için bütünüyle kızıl tüylü yüğrülmemiş inek sürüsü meydana getirmeye çalışıyor. Onun da maksadı, bir arınma ritüeli olarak ayıpsız, kızıl tüylü, yüğrülmemiş inek kurban etmek ve Mesih’in gelişine zemin hazırlamak. Şu ana kadar ineklerinden sadece bir tanesi rabbiler tarafından gerekli vasıflara sahip görüldü. Rabbiler, bu ineğin vücudunda siyah veya beyaz üç tane bile kıl bulamadılar.
Louis Sahagun’un yazdıkları, tablonun çok az bir kısmı. Tabloyu daha iyi görebilmek için, önce Kıyamet Savaşı olarak değerlendirilen Armagedon üzerinde durmak gerekiyor:
Kıyamet Savaşı: Armagedon
Armagedon, Kıyamet’e yakın meydana geleceğine inanılan korkunç bir felâketin adı. Kelime, İbranice Megiddo Tepesi manâsına gelen Har Megido’dan geliyor. Megiddo, Arz–ı Mukaddes’te yer alan ve üzerinde eski zamanlarda büyük savaşların cereyan ettiği derin bir ovanın ismi. Bu savaşlardan biri, 2 Krallar, 23’te anlatıldığına göre, Mısırlılarla İsrailîler arasında cereyan etmiş (M.Ö. 609). Savaşı İsrailîler kaybetmiş ve putperestliği kaldırıp, Şeriat’a dayalı Yahudi devletini yenilemek için istikbal ve potansiyel va’- deden henüz 30’larının sonundaki kral Yoşiya öldürülmüş. Davut Hanedanı idaresinin yükselişte olduğu bir dönemde gelen bu ölüm, Babil esareti öncesinde bu hanedanın çöküşünün habercisi olduğu gibi, bir gün gelip Megiddo’da meydana gelecek bir savaşta Davut krallığının dirileceği inancına kaynaklık etmiş.
Kitab-ı Mukaddes’te Armagedon, bazılarına göre Dördüncü İncil’in yazarı, bazılarına göre ise aynı isimde ve Hz. İsa’dan bir hattâ üç asır sonra yaşamış bir başkası olan Yuhanna’ya ait Vahiy, 16:16’da geçer: “Üç kötü ruh, kralları İbranicede Armagedon denilen yerde topladılar.” Kudüs’ü yıkan ve Yahudileri dünyanın değişik yerlerine dağıtan Roma orduları M.S. 67’de burada toplanmışsa da, iki milyon efradı bulunacağı ve doğudan geleceği ifade edilen bu orduların toplanması, istikbale ait bir kehanet olarak yorumlanmaktadır.
Yehova Şahitleri’ne göre Armagedon, şeytanın toplayacağı yeryüzü kralları ile Tanrı tarafından tayin edilmiş kral İsa arasında meydana gelecek bir savaştır. Yuhanna’nın Vahyi, Fırat ırmağının sularının çekileceği zamana tevafuk edecek böyle büyük bir savaştan Kadir-i Mutlak Tanrı Yehova’nın büyük gününün savaşı olarak bahseder (16:14) ve Kuzu’nun (Mesih) kralları yeneceğini söyler; “Çünkü Kuzu, rablerin Rabbi, kralların Kralı’dır ve O’nunla birlikte bulunanlar, çağrılmış, seçilmiş ve O’na sadık kalmış olanlardır.”
Yehova Şahitleri, iki milyon efradı bulunan bir ordunun dar bir ovada bir araya gelemeyeceğinden de hareketle, Megiddo’nun Tanrı’ya karşı savaş için sembolik bir toplanma yeri olduğu düşüncesindedirler. Hezekiel kitabı 38’inci ve 39’uncu bölümlerde, uzak kuzeydeki Magog ülkesinden İsrail üzerine kasırga gibi gelecek, burada bulut gibi toplanacak kral Gog’un ordularından bahsedilir. Çıkacak savaşta herkes birbirine kılıç çekecek ve neticede Rab, o orduları salgın hastalıkla, kanla cezalandıracak, Gog’un, ordusunun ve ondan yana olan birçok ulusun üzerine sağanak yağmur, dolu, ateşli kükürt yağdıracak, Gog, orduları ve ondan yana olan uluslar İsrail dağlarına serilecek ve kurda kuşa yem olacaklardır. Onların silahlarını toplayan İsrail halkı ise, 7 yıl bu silahları yakarak ısınacaktır.
Yuhanna’nın Vahyi’ne göre (20:1–2), Armagedon’u yeryüzünde Tanrı’nın Krallığı takip edecek ve Mesih’in Bin Yıllık Krallığı olarak bilinecek bu krallık döneminde şeytan bağlanacaktır. Bu bin yılın sonunda şeytan kısa bir süreliğine serbest bırakılacak, ulusları aldatmasına izin verilecek ve bu uluslardan deniz kenarındaki kum taneleri sayısınca toplanacak Gog–Magog (Ye’cuc–Me’cuc) orduları yeryüzünün enginliklerinden geçerek, kutsalların ordugâhını ve sevilen kenti kuşatacaklardır. Ama gökten ateş yağıp onları yakıp kül edecektir. İblis ise, temsilcisi büyük ejdere secde edip onun salâhiyetini kullanan canavarla sahte peygamberin de içinde bulunduğu ateş ve kükürt gölüne atılacaktır. Hepsi, orada gece gündüz, sonsuzlara dek işkence göreceklerdir (20. Bölüm).
Kıyamet öncesi olacaklar içinde Armagedon türü savaşların haberini ve tasvirini, İslâm’ın ikinci ana kaynağı hadis–i şeriflerde de okuruz. Bu rivayetlerden birinde, “Yakında milletler, yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi size karşı (savaşmak için) birbirlerini davet edecekler.” buyrulur. Bir sahabî, “Bu, o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” diye sorar. Rasûlüllah (s.a.s.), “Hayır, aksine siz o gün kalabalık fakat selin önündeki çerçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak.” cevabında bulunurlar. Bir başka sahabî, “Vehn nedir ya Rasûlellah?” diye sorunca da, “Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir.” buyururlar.1
Bir diğer rivayet ise şöyledir: “Fırat nehri altın bir dağın üzerinden açılmadıkça kıyamet kopmayacaktır. İnsanlar onun için birbirleri ile savaşacaklar ve her yüz kişiden doksan dokuzu öldürülecektir. Onlardan her biri, ‘Keşke kurtulan ben olsam!’ diyecektir.”2
Çeşitli hadis kitaplarında birbirine yakın ifadelerle yer alan bir hadis-i şerif ise, bu ifadeler telif edilerek bir araya getirildiğinde şöyle buyrulmaktadır:
İsa, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya inecektir. Başını eğdiği zaman su damlayacak, kaldırdığı zaman ondan inci gibi gümüş taneleri yuvarlanacaktır. Onun nefesinin kokusunu duyan her kâfir mutlaka ölecektir. Nefesi de gözünün gördüğü yere varacaktır… Mesih, Deccal’ı arayacak, nihayet Lut kapısında yetişip, onu öldürecektir… Sonra, Meryem oğlu İsa’ya bir kavim gelecek. İsa, onların yüzlerini silecek, onlarla Cennet’teki derecelerine göre konuşacaktır. Onlar bu halde iken Allah (c.c.), Hz. İsa’ya “Ya İsa! Ben öyle kullar yarattım ki, onlarla savaşmaya kimsenin gücü yetmez. Sen, benim kullarımı Tur’a götür, koru!” diye vahyedecek, Ye’cuc ve Me’cuc’u gönderecektir. Bunlar, Allah’ın buyurduğu gibi her tepeden hızla ineceklerdir. (Uğradıkları her) suyu içip tüketecekler. İnsanlar, onlara karşı kalelerine çekilecekler. Bu sefer onlar da oklarını göğe atacaklar. Okları, üzeri kanlı olarak geri dönecek. Bunun üzerine, “Biz, yeryüzündeki insanları kahrettik ve göktekilere de galebe çaldık.” diyecekler. Allah’ın nebîsi Hz. İsa ve arkadaşları mahsur kalacaklar. Öyle ki, onlardan birisine bir öküz başı, bu gün sizden birine yüz dinardan daha değerli olacak. Daha sonra Hz. İsa ve arkadaşları Allah’a dua edecekler ve Allah (c.c.) onların (Ye’cuc ve Me’cuc’un) boyunlarına neğaf (kurtlar) gönderecek. Böylece Ye’cuc ve Me’cuc bir kişinin ölmesi gibi hepsi birden ölmüş olacaklar. Hz. İsa ve arkadaşları (Tur’dan) inecekler ve onların leşleri, pis kokuları ve kanları ile dolmamış bir karış yer bulamayacaklar. Bunun üzerine İsa (a.s.) ve arkadaşları Allah’a dua edecekler. Allah da onların üzerine melez devenin boynu gibi uzun boyunlu kuşlar gönderecek. Bu kuşlar o leşleri alıp, Allah’ın dilediği yere atacaklar. Sonra Allah (c.c.) onlar üzerine bir yağmur gönderecek ve insanları o yağmurdan ne bir kerpiç ev koruyabilecek, ne de bir çadır. O yağmur, her tarafı yıkayıp ayna gibi parlatacaktır. Sonra yere, “Ürününü bitir, bereketini geri getir!” denecektir. O gün herkes bir tek nardan yiyecek. Nar insanları doyuracak ve kabuğu altında gölgelenecekler. Allah, süte de bereket verecek; öyle ki, yeni doğuran deve kalabalık bir cemaate, yeni buzağılamış inek bir kabileye, yeni kuzulamış bir koyun da sülâleye yetecek kadar süt verecektir. Sonra Allah (c.c.), onlara güzel bir rüzgâr gönderecek, o rüzgâr onları koltuk altlarından yakalayarak, Müslüman olan herkesin ruhunu alacaktır. Diğer insanlar, eşeklerin alenen çiftleştiği gibi açıkta çiftleşip duracaklar. İşte onların üzerine kıyamet kopacaktır.3
Kıyamet Savaşı’nı Zorlayanlar
Kıyamet Savaşı’na Kitab-ı Mukaddes’te ve hadis-i şeriflerde yorum gerektiren sembolik ifadelerle temas edilmiş ve Kur’ân-ı Kerim’de de (Kehf Sûresi, 18/97–98; Enbiyâ Sûresi, 21/96) işarette bulunulmuş olmakla birlikte, günümüzde özellikle Amerika ve İsrail’de pek çok akım, Kitab-ı Mukaddes’ten kendi yorumladıkları biçimiyle bu savaşı gelecek adına esas alarak onu zorlamakta ve deyiş yerindeyse, kendi kaderleri gibi insanlığın kaderini de ona bağlamış bulunmaktadırlar. Bu akımların ve grupların en önemlisi veya önemlileri, siyasî sahada Hıristiyan Sağı, dinî literatürde Fundamentalism/Fundamentalistler (Köktendincilik/ Köktendinciler), bir başka açıdan Evangelicalism/ Evangelicalistler (Israrlı İncil Misyonerleri), dinî-siyasî sahada Hıristiyan Siyonistler olarak bilinen, ayrıca gerek kendi içlerindeki kısmen farklı gruplar, gerekse yine onlar için kullanılan adlarla Millenarianistler (Bozulma Sonrası Islahçılar), Millennialistler (Bin Yılcılar) ve en önemlisi Dispensationalistler (Periyodik Dinî Hakimiyetçiler) olarak adlandırılanlardır. Dünya üzerinde Millenarianist olarak nitelenebilecek pek çok grup vardır ki, bazıları şunlardır: Brahma Kumaris World Spiritual University (Brahma Kumaris Dünya Maneviyat Üniversitesi), Rasta, Fifth Monarchy Men (Beşinci Monarşi Adamları), Playmouth Brethren (Playmouth Kardeşler), Branch Davidians (Branş Davudîler), Shakers (Sarsıcılar), Yellow Turbans (Sarı Türbanlar), Taiping Rebellion (Taiping Kıyamı), Aum Supreme Truth (Aum Büyük Gerçeği), The Native American Ghost Dance (Yerli Amerikan Hayalet Dansı), The Heaven’s Gate Cult (Göğün Kapısı kültü), Joachimites (Joaşimits), Nostradamus, The Lord’s Resistance Army (Rabbin Direniş Ordusu), Hüccetiye, Transhumanism (İnsaniyet Ötesi) ve Singularitarianism (Birlemecilik).4
Fazla tanınmayan ve tesirleri yaygın olmayan grupları bir tarafa bırakacak olursak, bugün insanlığı Kıyamet Savaşı’na zorlayan, varlığını bunda gören ve geleceğini buna bağlayan grup, yukarıda zikredildiği üzere, siyasî sahada Hıristiyan Sağ’ın, dinî literatürde Hıristiyan köktendincilerin, bir başka açıdan Evangelicalism/Evangelicalistlerin, dinî-siyasî sahada Hıristiyan Siyonistlerin büyük çoğunluğunu kendinde barındıran ve Türkçe’ye Periyodik Dinî Hakimiyetçiler olarak çevirebileceğimiz Dispensationalistlerdir.
Israrlı İncil Misyonerleri (Evangelicalistler) ve Hıristiyan Köktendinciler
Dünyayı Kıyamet Savaşı’na zorlayan hareketlerin menşeini İncil tebliğciliği ve Hıristiyanlaştırma hareketi olarak tarif edilebilecek Evangelism’in daha köktenci, daha politik şekli olan Evangelicalism’e (Israrlı İncil Misyonerliği), onun menşeini de 16’ncı asırdaki Protestan reform hareketine kadar götürebiliriz. Luther kiliseleri, John Calvin ve Huldrych Zwingli gibi reformcuların kiliselerinden farklı olarak Evangelical kiliseler olarak anılıyordu. 17’nci asırda ve sonrasında İngiltere Kilisesi’ndeki püriten grup Evangelical grup olarak adlandırılırken, 18’inci asırda söz konusu Kilise’deki John Wesleyci diriliş, günümüzdeki Evangalical grubun asıl kaynağını oluşturdu.
18’inci asırda Birinci Büyük Uyanış Amerikan dinî hayatını derinden etkiliyor ve bir yandan da John Wesley ve Metodist hareket, İngiliz Hıristiyanlığını yeniliyordu. Bu yeni dinî uyanış veya heyecan, Aydınlanma hareketine ve deizme bir tepki olarak doğmuştu. Hareket, başlangıçta ferdî hidayet, şahsî dindarlık, İncil çalışmaları, kamu ahlâkı, İncil’in öğretilerini yayma ve bu konuda işbirliği üzerinde duruyordu.
Amerika’da 1973 yılında Yüksek Mahkeme’nin verdiği eyaletlerin kürtajı yasaklayan kanun yapamayacağı kararı, Evangelical hareket için bir dönüm noktası oldu. Hareket, o tarihten sonra daha çok siyasîleşti ve Amerikan politikaları üzerinde belli bir tesir icra eder hale geldi. Bu hareketin başlıca inanç esasları şunlardır:
• Kitab-ı Mukaddes’in lafzî doğruluğuna inanmak;
• Hıristiyanlaştırmaya veya kurtuluşa, bir başka ifadesiyle yeniden doğmaya özel önem vermek;
• Kitab–ı Mukaddes’e dayalı Protestan Kanunu’nu Tanrı’nın insanlığa vahyi ve dinî otoritenin yegâne kaynağı olarak kabul etmek ve Kitab–ı Mukaddes’in kehanetlerini, aşağıda üzerinde durulacak olan Periyodik Dinî Hakimiyet Hareketi’nin (Dispensationalism) anladığı istikamette yorumlamak;
• Misyonerliği teşvik etmek ve bütün Hıristiyanların başkalarını Hıristiyanlaştırmakla görevli olduğunu unutmaması,
• Kurtuluş ve günahların affı için amele değil de İsa’ya inanmaya önem vermek ve O’nun haç üzerindeki kurtarıcı aksiyonunun yegâne yol olduğu hususunu özellikle vurgulamak.5
Evangelicalism’den ayrı bir akım olmakla birlikte, benzer inançları taşıyan Amerika’daki Hıristiyan köktendinciliğin tarihi 20’nci asrın başlarına gitmektedir. 1907 yılında dinî inancın temellerini (fundamentals) bir defa daha tespit etmek ve açıklamak için toplanan Niyagara Şelaleleri Kitab–ı Mukaddes Konferansı, şu beş inanç esasını vazgeçilmez temeller olarak tespit ve ilan etmiştir: (1) Kitab–ı Mukaddes’in baştan sona mutlak ve yorumlanamaz lafzî doğruluğu; (2) Hz. Meryem’in bakireliği veya Hz. İsa’nın babasız doğmuş olması ve ilâhlığı; (3) Hz. İsa’nın her insanın birlikte doğduğu aslî günahtan temizlenmesi adına çarmıhta ızdırap çekip can verdiği; (4) Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra bedeniyle dirilip göğe çıktığı; (5) Hz. İsa’nın Mesih olarak tekrar yeryüzüne ineceği.6
Amerika’da İç Savaş’ın ardından Kilise’nin değişen dünya ile nasıl bir münasebet içinde olması gerektiği üzerinde başlıca üç görüş ortaya çıktı. Modernistler, tevarüs edilegelen inancı yeni entelektüel iklime uyarlama yanlısıydılar. Hıristiyan liberaller, Tanrı’nın biri Kitap, biri tabiat olmak üzere iki vahyinin bulunduğunu, bunların birbiriyle uyum içinde olduğunu, Kitab–ı Mukaddes’in Kilise’yi değil de Kilise’nin Kitab–ı Mukaddes’i ürettiğini, dolayısıyla da Kitab–ı Mukaddes bir insan ürünü olduğu için onun yeni şartlara göre yorumlanıp anlaşılması gerektiğini iddia ediyorlardı. Fundamentalistler ise, bilimi reddediyor, Kitab– ı Mukaddes’teki dünya görüşünü benimsiyor ve eski yolların aynen korunmasını savunuyorlardı. Sosyal reform konusunda pek çok modernist ve Hıristiyan liberal İncil’i sosyalleştirme, yani onu sosyal şartlara göre yorumlama, sosyal sahada ıslahat vasıtası olarak kullanma taraflısı iken, fundamentalistler, Periyodik Dinî Hakimiyetçiliğin tesiri altında İncil’i sosyalleştirmenin zaman kaybından ibaret bulunduğu, dünyanın sonunun geldiği ve dolayısıyla Kilise’nin bütün enerjisini ferdî Hıristiyanlaştırma, dolayısıyla fertleri kurtarma üzerinde yoğunlaştırması gerektiği iddiasındaydılar. Fundamentalistler, demokrasiyi de dünyadaki mevcut bütün kötülüklerin sebebi olarak görürler.7
Hıristiyan Siyonistler, Periyodik Dinî Hakimiyetçiler
Günümüzde büyük oranda Evangelicalistler olsun, fundamentalistler olsun, özellikle Amerika’da dine özel önem veren grupların çoğu, Hıristiyan Siyonizmi ve tarihin sonu konusunda Dispensationalism (Periyodik Dinî Hakimiyetçilik) akımına dahildir. Bunların sayısının 70 milyonu bulduğu ve Amerika’daki seçmen nüfusun en az %15’ini teşkil ettiği ifade edilmektedir.
Başlangıçta anti-semit (Yahudi karşıtı) olan Hıristiyan köktendinciliğinin nasıl Hıristiyan Siyonizmi haline geldiğinin iki izahından veya bu tarihî hadisenin iki sebebinden biri, Periyodik Dinî Hakimiyetçilik görüş, hattâ inanç ve akımında yatmaktadır. 20’nci asırdaki Anglo–Amerikan ittifakını tartışan Conspiracy: A Biblical View (Komplo: Kitab- ı Mukaddes’e Dayalı Bir Görüş) kitabının yazarı Gary North, bu konuda çok ilginç bir tahlilde bulunur.
Periyodik Dinî Hakimiyetçilik akımı, bir millennialist (bin yılcılık) akımıdır. Temelde Yahudi düşüncesinde de yer alan bin yılcılık, Hıristiyanlık’la birlikte yeni bir yorum ve önem kazanmıştır. Hıristiyan düşüncesinde bin yılcılık, Âhiret’ten önce Mesih’in yeryüzüne inip bütün insanlığın kralı olacağı ve onunla başlayarak insanlığın 1000 yıl süreyle bir altın çağ veya yeryüzü cenneti yaşayacağı inancıdır. St. Augustine’den itibaren bahis mevzuu Mesihî krallığın manevî sahada söz konusu olacağı düşüncesi hakimdi. Fakat son asırlarda, özellikle Avrupa’dan Amerika’ya göçlerden itibaren bu hakimiyetin sosyal-siyasî sahayı da kapsamına alacağı düşüncesi yerleşmeye başladı.
Bahis mevzuu altın çağın gerçekleşmesinin İsrail ile ve Yahudilerle çok yakından münasebeti vardır. Tezlerini İncil’e dahil kitaplardan 1. Selânikliler, 16–17’ye dayandıran Hıristiyan Siyonist, Periyodik Dinî Hakimiyetçi fundamentalistlere göre Hz. İsa bulutlar içinde gizlice yere inecek, sadece ölü Hıristiyanları diriltecek ve bunun hemen ardından her gerçek Hıristiyan ölümü tatmadan göğe çekilecek, oradan da Cennet’e alınacaktır. Adına Büyük Sevinç (Rapture) denilen ve “Herkes Cennet’e gitmek ister ama kimse ölmek istemez.” sloganıyla anlatılan bu hadise, Luka, 21: 20–24 ve Zekeriya, 13: 8 ve 9’a dayandırılarak, bütün Yahudilerin İsrail’de toplanması, üçte ikisinin düşmanları tarafından öldürülmesi ve kalan üçte birin Hıristiyanlığa girmesinden önce gerçekleşecektir. Periyodik Dinî Hakimiyetçiler, gerçekleşeceğini iddia ettikleri bu kehanetin gerçekleşmesi için Hitler’in Yahudilere yaptıklarına ses çıkarmadılar.8 San Antonio’da 19.000 üyeli Cornerstone Church (Köşetaşı Kilisesi)’nden John Hagee, 12.000 Rus Yahudisinin İsrail’e göçmesine yardım etti ve İsrail’deki hastane ve bakımevlerine milyonlarca dolar yardımda bulundu. 9 Periyodik Dinî Hakimiyetçiler, ölümü tatmadan bedenleriyle birlikte göğe Yahudiler için 42 ay süreceğini iddia ettikleri söz konusu musibetten önce çekileceklerine inandıklarından ve eğer İsrail’le birlikte Yahudilerin üçte ikisi kendileri göğe çekilmeden önce ortadan kaldırılacak olurlarsa bütün inanç ve ümitleri boşa gitmiş olacağından, her ne pahasına olursa olsun İsrail’in ve Yahudilerin korunması gerektiği düşüncesindedirler ve bunun için çalışmaktadırlar. 10 Bu kehanetin aksine her davranış, Periyodik Dinî Hakimiyetçi Hıristiyan fundamentalistler tarafından şiddetle takbih edilmektedir. O kadar ki, Armagedon’la ilgili The End of the Age (Çağın Sonu) adlı romanında Pat Robertson, “İsaac Rabin öldürüldü, çünkü barış için çalışmakla Orta Doğu’da Tanrı’nın iradesine aykırı davranmıştı. Tanrı’nın kutsal ülkesini kim incitir ve bu ülkede olacakla ilgili kehanetin gerçekleşmesine mani olmaya çalışırsa tehlikededir.” demektedir.11 Fundamentalistler, dünyada herhangi bir ıslah çalışmasına, meselâ “tabiî” çevrenin korunmasına da karşı çıkmaktadırlar. Çünkü, onların en önde gelenlerinden Tim LaHay’in de ifade ettiği üzere, çok yakın bir gelecekte çevre zaten tümden tahrip edilecektir ve Mesih’in gelişi ve Büyük Sevinç, tahrip edilmiş bir çevreyi gerektirmektedir.12
Hıristiyan Siyonistler, bizzat konunun uzmanlarına göre Siyonistlerden daha çok İsrailcidir. Tanrı’yı Kıyamet’e Zorlamak adıyla Türkçe’ye çevrilen Forcing God’s Hand: Why Millions Pray for a Quick Rapture and Destruction of Planet Earth isimli kitabın yazarı ve Hıristiyan Siyonizmi’nin bizzat Amerika’nın varlığını tehdit ettiğini belirten müteveffa Grace Halsell şöyle der: “Hıristiyan Siyonistlere göre, İsrail’in her isteğine yeşil ışık yakılmalı ve bu, Amerikan halkından gizli tutulmalıdır. İsrail istediği sürece yalan da, soygun da, gasp ve cinayet de haklı hale gelir. Çünkü İsrail’in isteği, Tanrı’nın isteğidir.”13 Hıristiyan fundamentalistlerin liderlerinden Jerry Falwell de şöyle yazar: “Kuvvetle inanıyorum ki, Tanrı Amerika’yı kutsamıştır; çünkü Amerika, Yahudileri kutsamaktadır. Bu millet tarlalarının ekinle beyaz, bilimsel araştırmalarının ilgi çeken ve özgürlüğünün sağlama alınmış olarak devam etmesini istiyorsa, İsrail’i desteklemeye devam etmelidir.”14
İsrail’e olan bu desteğin bir boyutunu Periyodik Dinî Hakimiyetçi Hıristiyan fundamentalistlerin ölümü tatmadan bedenleriyle birlikte göğe çekilme ümniyesi oluştursa da, onun bir diğer boyutu daha vardır ki, o şudur:
Colomb’un Amerika’ya ulaşmasından sonra Avrupa’dan bu kıtaya gelenlerin pek çoğu, Yahudi sempatizanıydı. Bunun bir sebebi, o çağlarda Avrupa’da Yahudilere karşı girişilen katliamların hasıl ettiği sempati ise, diğer sebebi, Yahudilik’le yakın bağları olduğuna inanılan Masonluğun Avrupa’da, özellikle İngiltere’de bilhassa aydınlar ve sermayedarlar arasında yayılmaya başlamasıydı.15 Amerika’ya ayak basan Avrupalıların Yeni İsrail kurma peşinde oldukları da bir gerçektir: Michael Gillespie, şöyle yazar: “Roy H. May, Amerikan demokrasi deneyinin, kaynağını Kitab–ı Mukaddes’ten alan toprak gaspı ve katliam üzerine oturduğunu belirtir. ‘1620’da Massachusetts’e ayak basan Püritenler, Yeni İsrail’i kurduklarına inanıyorlardı. Gerçekte tüm sömürgeleştirme macerasının Tanrı tarafından yönlendirildiği inancı hakimdi… İngiliz sömürgeleştirme düşüncesini şekillendiren Va’dedilmiş Ülke hayaliydi. Hacca gelir gibi Amerika’ya gelenler, kendilerini eski İbranîlerle özdeşleştiriyor ve Yeni Dünya’yı Yeni Kenan olarak görüyorlardı. Tanrı’nın Va’dedilmiş Ülke yolundaki seçilmiş halkıydı onlar… Tanrı’nın Yeni İsrail’i kurmaya çağrılan Seçilmiş Halkı olma imajı, Amerika’nın kendine bakışında bütünleyici tema olmuştur.’ Alden T. Vaughan, New England Frontier: Puritans and Indians 1620–1675 (Yeni İngiltere Sınırı: Püritenler ve Kızıl Derililer 1620–1675) isimli eserinde, Püritenlerin yerlilere olan muameleleri de ele almaktadır.16
Yahudiler, siyonist Hıristiyan fundamentalistlerin inançlarını elbette reddettikleri, hattâ bunu mizah konusu yaptıkları ama ondan olabildiğince istifade ettikleri gibi, nasıl Amerika’nın kurulmasının arkasında çok derin Yahudi tesiri varsa, Hıristiyan fundamentalizmi ve yukarıda kendilerinden söz edilen Kıyamet Savaşçısı diğer akımlar da, kökleri, kurucuları ve liderleri noktasında aynı açıdan incelenmeye değer bir konu olma özelliğine sahiptir.
Yahudi Köktendinciliği
Thomas Williamson, Siyonist ve Periyodik Dinî Hakimiyetçi Hıristiyan köktendinciliğin ırkçılığına parmak basar ve bu hareketin mensuplarının, etnik Yahudilerin önce Filistin’i, sonra bütün Orta Doğu’yu, ardından da bütün dünyayı ele geçirmelerinin kaderleri olduğuna inandıklarını belirtir.17 Nasıl bu hareket aynı zamanda ırkçı bir hareketse, Yahudi köktendinciliği de öncelikle ırkçı bir harekettir. İsrail’in yarım asra yakındır Filistin’de uyguladığı politikalar, sınır tanımaz zulüm ve katliamlar, “Jewish Fundamentalism in Israil”in, kendileri de birer Yahudi olan yazarları Israel Shahak ve Norton Mezvinsky’e göre, dinle kaynaştırılmış ve dünyayı Yahudi olan ve olmayan şeklinde ikiye bölen en ayrımcı bir ırkçılıktan kaynaklanmaktadır. Shahak ve Mezvinsky, bütün milletlerin karşı çıkması gerektiğini ifade ettikleri bu ırkçılığın Talmud’a dayandırıldığını belirtmekte ve şöyle yazmaktadırlar: “Talmud der ki: Birbirine zıt iki ruh vardır: Yahudi olmayan ruh şeytanî âleme aittir; Yahudi ruh ise, kudsiyet âleminden gelir.” Yahudi köktendinciliğinde Mesihî akımın babası olan Rabbi Kook, şöyle der: “Bir Yahudi’nin ruhu ile Yahudi olmayanların ruhları arasındaki fark, insan ruhu ile hayvan ruhu arasındaki farktan daha derindir.”
Shahak ve Mezvinsky, değerlendirmelerine şöyle devam etmektedirler: “Gush Emunim rabbileri, Arapları öldüren Yahudilerin cezalandırılmamaları gerektiğini tekrar tekrar belirtmektedirler. Maymonides Kodu’na ve Halaka’ya istinaden rabbi Ariel de, “Yahudi olmayanı öldüren bir Yahudi yargılanamaz ve dince yasaklanan cana kıyma suçunu işlemiş sayılmaz.” hükmünü verir.
Bugünkü İsrail’de bile halkın yarısının bu anlayış ve ondan kaynaklanan politikalara karşı olduğunu belirten söz konusu iki yazar, Arapların topraklarını işgale Siyonistlerin kutsanması gereken bir istirdat olarak baktıklarına, çünkü onlara göre bu toprakların şeytanın dünyasından ulûhiyetin dünyasına geçtiğine dikkat çekmektedirler. Siyonistler, hedeflerine ulaşmak için gereken her yerde ve her şekilde güç kullanmayı izinden öte bir gereklilik olarak görmektedirler. 18
Kısaca, Hıristiyan köktendinciliği de, Yahudi köktendinciliği de aynı maksada hizmet etmektedir.
Sinarşistler
19’uncu asır Batı tarihi, bütün boyutlarıyla çok ciddi ele alınması gereken bir dönemdir. Bu asırda bir yandan insan hayatının maddîleşmesi ve materyalist akımlar zirveye çıkarken, diğer yandan hem buna bir reaksiyon olarak, hem de Batı’nın, Din’in sahih batınî boyutunun saptırılmasını temsil eden “mistisizm”e pek verimli bir zemin oluşturmasının neticesinde okültist ve ezoterik akımlar alttan alta büyük gelişme göstermiştir. Söz gelimi, ezoretik gelenekler üzerinde çalışan Will Parfitt, The Elements of the Kabalah adlı eserinde, Batı mistik geleneğinin kalbinde Kabala’nın yattığı gibi, Freud psikolojisi dahil bütün modern Batı psikolojisinin de öncelikle Kabala üzerine oturduğunu belirtir. Denebilir ki, modern insana hükmeden “mistik materyalizm” veya “materyalist mistisizm” olmuş, aynı sebeple yerin altı yerin üstüne hakim hale gelmiş, şeffaflık perdesi arkasına gizlilik saklanmıştır. Günümüzde komplolardan sıkça bahsedilmesi ve sık sık “komplo teorileri”ne atıfta bulunulmasının mühim bir sebebi budur.
19’uncu asırda ortaya çıkan en önemli gizli akımlardan biri sinarşidir (Synarchy). Anarşinin tersi olan sinarşiyi Webster’s Dictionary, “ortak egemenlik” olarak tarif eder. 18’inci asırda kavram olarak adından söz edilmeye başlayan sinarşi, ezoterik bir akım halinde Joseph Alexander Saint-Yves d’Alveydre (1824–1909) tarafından sistemleştirilir. Saint-Yves’in “esin” kaynağı, kökleri tarihî Siyon tarikat veya tekkesine (Priory of Sion) giden, Davut (Siyon) yıldızını amblem olarak seçen Martinist tarikatıyla da bağlantılı Tapınak Şövalyeleri’dir. Saint-Yves, onları tarihin en üst sinarşistleri olarak değerlendirir.
Sinarşi, totaliter bir yönetim öngörür. Saint-Yves, dünyayı gerçekte yer altında Agartha adını verdiği ve kendileriyle telepati yoluyla temas kurmanın mümkün olduğunu iddia ettiği aydınlanmış ruhlar topluluğunun yönettiğini ve bunların bir de kralı olduğunu söyler. Yer üstünü ise agarthanın yönlendiriciliği ve totaliter bir sistem altında perde gerisinden gizli “aydınlanmış, beyaz sâlikler” topluluğu yönetmelidir. Görünürdeki hükümet ve yönetim şekli önemli değildir. Nasıl orta çağlar Avrupa’sını perde gerisinden siyasî, malî-ekonomik ve dinî hayatı kontrol altında tutmayı başaran Tapınak Şövalyeleri idare etmişse, dünyayı da, adı geçen kurumlar başta olmak üzere ülke yönetiminin ana müesseselerini kontrol altında tutarak söz konusu elit kadro idare etmelidir.19
Konunun uzmanları, sinarşinin Hitler’e varıncaya kadar son dönem Avrupa siyasî tarihinde derin etki yaptığını, bugün de onun, dünyayı savaşa sürükleyen ve merkezinde bazı “Hıristiyan Siyonistler”in bulunduğu bir takım uluslar arası sermaye kartellerince temsil edildiğini belirtiyorlar.
Netice
Hıristiyanlık, bilimsel gelişmeler karşısında sürekli geriledi ve sonuçta iman ile akla ve ilme ayrı saha tahsis eden Dekart düalizmini can simidi gibi gördü. Bunun neticesinde Hıristiyan dünyada bilme ile inanma, akıl ile kalb birbirinden koptu; din ve inanma ilim, akıl ve mantıkla alâkası olması gerekmeyen bir dogmatik bağlanmaya indirgendi. Böyle bir Hıristiyanlık, bilim ve teknoloji desteğindeki modern hayata da karşı koyamadı; bu hayatın getirdiği kaos ve ölüm korkusu, insanları dinî gibi görülen çok çeşitli akımlara ve anlayışlara sürükledi. Dini ırk ideolojisine dönüştüren özellikle Siyonizm temelli Yahudilik ve onunla bağlantılı bir takım beynelmilel gizliaçık kuruluşlar, bu sürece önemli katkılarda bulundu. Bugün Yahudi fundamentalizmi veya Siyonizm’le birlikte, özellikle Amerika merkezli, Periyodik Dinî Hakimiyetçi ve fundamentalist Hıristiyan Siyonizm’i, Mesihiyet boyutlu bir anlayışla dünyayı büyük bir ateşin içine atmaya çalışmaktadır.
İslâm inanç, düşünce, tarih ve dünyasında da âhir zamanla ilgili Mehdiyet ve Mesihiyet kavramları yer almış olmakla birlikte, bunlar hiçbir zaman, bu çalışmada tahliline çalıştığımız özellikle son iki asra ait Hıristiyanî ve Musevî anlayıştaki gibi olmamıştır. İran’da 1950’lerde ortaya çıkan Huccetiye grubu, Mehdî’nin zuhuru için âlemin fesada uğraması gerektiğine, dolayısıyla âlemi düzeltmeye çalışmanın yanlış olduğuna inansa da, bu grubun bu görüş istikametinde kayda değer bir faaliyetine şahit olunmamış, bunun da ötesinde “İran İslâm Devrimi” ve devrim yönetimleri, bu grubu takip altında tutmuştur. Mevcut Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad için, onun “söylem”lerinden hareketle Hüccetiye doktrinini hayata geçirmeye çalıştığı iddiaları varsa da, bu çalışmanın başında Los Angeles Times’ta yazan Louis Sahagun’dan yaptığımız iktibas, tersi bir durumun söz konusu olduğunu, Ahmedinejad’ın Tahran belediye başkanı iken bu şehri Mehdî için imar ettiğini ortaya koymaktadır. Şu kadar ki, Ahmedinejad’ın İsrail’in ortadan kalkmasını Mehdî’nin zuhuruna alâmet saydığı anlaşılmaktadır ki, İsrail’in ortadan kaldırılması Ahmedinejad’ın şahsına ait bir politika olmaktan çok, İran devriminin baştan beri İsrail’i kabullenmediği bilinen bir gerçektir.
Ali Ünal - Yeni Ümit