Türkiye’de MİT, emniyet ve yargı son 5-6 senedir sadece Hizmet Hareketi ile ilgili meselelere odaklanmış durumda.
Türkiye’de MİT, emniyet ve yargı son 5-6 senedir sadece Hizmet Hareketi ile ilgili meselelere odaklanmış durumda. 15 Temmuz’dan itibaren devlet kurumları arasında bir koordinasyon sorunu kalmadı ve ‘devlet aygıtları’ bu konuya karşı tavrını senkronize etti. Buna mukabil, Türk dış politikası da neredeyse bütün enerjisini yurt dışındaki Gülen bağlantılı okulları kapatmaya, baskı yapabildiği yerlerde yaşayan Gülen hareketi mensuplarını Türkiye’ye getirmeye harcıyor. NATO üyesi, dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasındaki bir Türkiye’ye ‘Hayır’ demek her zaman kolay olmuyor. Hele ki Balkanlardan Afrika’ya, Ortadoğu’dan Güney Asya’ya kadar çeşitli tarihsel yakınlıkları ve yıllara uzanan dış politika bağlantıları olan bir ülke, öyle ya da böyle dediklerini yaptırabiliyor.
Türkiye uzmanı Nate Schenkkan, bu duruma ‘global purge’ (küresel kıyım) adını vermişti, Foreign Affairs’te yazdığı bir makalede. Türkiye’deki purge’ün (kıyım) yanı sıra, bir uluslararası ilişkiler biçimi olarak ‘cadı avı’ sürüyor. Türkiye bu uğurda Interpol’ü bile kullanmaktan çekinmiyor. En az 46 ülkede bu politika, bir şekilde etki icra etmiş. Ankara, 2000’lerin başından bu yana kurduğu bütün ilişkileri, dış politika birikimini bu uğurda tek tek harcıyor. Schenkkan, makalesinde özellikle Türkiye’nin bu ‘ulusaşırı baskıyı’ (transnational repression) nasıl uluslararası kurumlara dayanarak yaptığına dikkat çekiyor. Küreselleşme, diyor, sadece sivil toplumun değil ulus devletlerin de ‘etkinliğini’ arttırdı. Bu sebeple de Schenkkan, bunun ‘küresel bir tehdit’ olduğunu çünkü Türkiye gibi otoriter ülkelerin ‘sosyalleşmeleri’ ve böylece liberal değerleri benimsemeleri beklenen kurumları kendi çıkarları için kullandığını ifade ediyor.
ULUSLARARASI KURUMLARIN ZAAFLARI
Kosova örneğinin can alıcı olması da tam olarak bununla ilgili. Çünkü Kosova, Avrupa Birliği’ne üye olma yolunda bir ülke. Kurumlarını AB normlarına göre reforma tabi tutuyor bir süredir. Üyelik süreci kapsamında AB kurumları tarafından denetleniyor. Ancak dün yaşananlar, Türkiye gibi ülkelerin bu türlü ülkelerle ilişkilerini kötüye kullanmak istediğinde hiçbir yasanın, hiçbir normun ya da ilkenin geçerli olmayabileceğini gösteriyor. Türk tarafının böyle bir ‘operasyon’ için Easter tatilini fırsat bilmesi, Kosova Başbakanı’nın ‘haberim yok’ açıklaması, BM’nin iltica kapsamında olaya müdahil olduğu hâlde durumu engelleyememesi gibi detaylar, tehdidin boyutları hakkında fikir veriyor.
Türkiye’deyken ‘Erdoğan sadece bizim problemimiz değil’ dediğimizde, ‘Yiyin birbirinizi’ cephesi hemen itiraz ediyordu. Nasılsa Erdoğan’ın ülkeyi bir ‘tek adam’ yönetimine sokamayacağını, bu arada Cemaat’i yok etmesinin de kâr olduğunu düşünmüşlerdi muhtemelen. Ancak geldiğimiz noktada Cemaat bahanesiyle kurgulanan sistem, Türkiye’yi karanlığa doğru sürüklerken, hâlâ o güne dair pişmanlık serdedecek kadar bile meseleyi anlamış görünmüyorlar. Benzer bir yaklaşım Avrupa’da da var. ‘Türkiye’yi dışlamadan dönüştürmeye çalışalım’ diyorlar fakat her defasında karşı karşıya kaldıkları ‘Suriyeli mülteciler’ tehdidi, Türkiye’ye karşı konumlarını zayıflatıyor. Hâl böyle olunca da, ısrarlı baskı sonucunda Erdoğan istediğini alan lider pozisyonuna geçiyor. Belki karşısında size bir şeyler veriyordur fakat medyamız olmadığı için Türkiye halkının haberi olmuyor.
ERDOĞAN YALNIZCA CEMAAT’İN PROBLEMİ DEĞİL
Bugün Avrupa ülkelerinin de bilmesi gereken sanırım bu: ‘Erdoğan yalnızca Cemaat’in, hatta sadece Türkiye’nin problemi değil’. Bugün Putin’in İngiltere topraklarında ‘ajan’ suçlamasıyla bir babayla kızını zehirletmesi nasıl diplomatik krize yol açıyorsa, Kosova’daki kaçırılma vakası da aynı şekilde tepkiyle karşılanmalı. Varna’daki AB liderleri toplantısının hemen akabinde AB’ye bu şekilde ‘nanik atan’ Erdoğan rejimi karşısında bu aciz görüntü devam ederse, yarın bir gün Avrupa’da yaşayan AKP taraftarları eliyle daha farklı eylemler icra edildiğinde ‘daha sıkı tedbirler’ almak ve dünyadaki ‘ikiyüzlü Batı’ imajı daha da derinleştirmek zorunda kalınabilir.
Türkiye, stratejik konumu itibariyle kolaylıkla vazgeçilebilecek bir ülke değil. Ancak Türkiye’nin ‘ilham verdiği’ politika biçimi Balkanlara, hatta Avrupa içlerine kadar uzandığında, istikrara daha büyük zararı dokunacaktır. Suriye konusundaki kafa karışıklığının zaman içinde bütün bölge için bir politik istikrar sorununa dönüştüğünü, Rusya’yı tekrar oyuna dâhil ettiğini hatırlamak gerekir. Erdoğan’a karşı alttan tavır alan, ‘suyuna gitmeye çalışan’ herkes kaybetti. Eğer bize inanmıyorsanız, Aydın Doğan’a medya imparatorluğunu nasıl kaybettiğini sorabilirsiniz…