Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin Kötürüm Ali diye bilinen bir talebesinin idam ile yargılandığı süreçte yaşanan bir mahkeme anekdotunu anlatıyor.
Ömer Özcan Bey, AĞABEYLER ANLATIYOR-2 isimli değerli çalışmasında hazırladığı Kötürüm Ali ile ilgili hatıraları naklederken, yaşadığımız süreci hatırlatan şeyleri de bir nevi dile getirmiş oluyor:
Kötürüm (Alil) Ali Osman, Isparta’nın Atabey ilçesinde 1913’te doğmuş ve 1950’de vefat etmişti. 20 yaşlarında yakalandığı yılancık hastalığı sebebiyle bacaklarının kas ve sinirleri tamamen zayıflayarak yürüyemez hale gelmiş ve kötürüm kalmıştır. Çare olarak, yere dayanıp yürüyebilmesi için altına deriden bir altlık, ellerine de birer ellik verilmiş. Bu şekilde önce ayaklarını öne atıyor, sonra elleriyle yere dayanarak vücudunu ileriye doğru verip yürüyebiliyormuş...
1938-1393’larda hemşehrisi Tahirî Mutlu Ağabey vesilesi ile Risale-i Nurları tanıyan Alîl Ali, hayatını tamamen Hizmete vakfeder. Maddî-bedenî hayatı yıkılır ama, mânevî hayatı birden ayağa kalkar. Üstad Hazretlerine yazdığı bir mektubunda: “Allahıma şu dünyadaki bütün zerreler adedince hamd olsun. Şu zamanın hatta mâzi ve müstakbelin de en büyük ve en mühim ulemâsı olan Risale-i Nur’u bizlere bahşetmiş.” demektedir. Bu muhterem ve mübarek Ağabeyimiz, hayatını iman ile hayatlandırarak, yarım vücuduyla, kısa ömründe, sanki on ayakla hizmete koşmuştur.
Ali Rıza Atadal’ın annesi, Alil Ali’nin kardeşidir. Yani Ali Rıza Beyin de dayısı olmaktadır. Ayşe Atadal, o günlerin zor şartlarını şöyle anlatıyor:
“O tarihlerde en küçük bir ihbar olduğunda, gelip evleri basıyorlar ve yazılan Risale-i Nurları imha ediyorlardı. Bu sebeple, Risaleler, ekseriyetle geceleri, kandil veya gaz lâmbasının ışığı ile yazılıyordu. Ancak şüphe çekmemek için dışarıya ışık sızdırılmadan yazılması lâzımdı. Ali Osman da o yazanlardan biridir. Ev eski, ahşap, her taraftan soğuk alırdı. Yakacak odun ve kömür de fazla olmazdı. Bu sebeple akşamdan yanan sobanın kor halindeki ateşi, mangaldaki külün içine alınır ve mangaldaki kor ateş çabuk sönmesin diye de üzeri külle örtülürdü. Ali Osman yazdıkça üşüyen parmaklarını, sadece parmaklarını bu külü açarak ısıtırdı. Üşüdükçe tekrar ısıtır ve bu şekilde sabaha kadar yazıya devam ederdi.
“Rahmetli Ali Osman Ağabeyin bu şartlarda çok fazla hizmet etmiştir. Bu ihlaslı fedakârlığı bana çok tesir ederdi. Arada bir parça Risale-i Nurlardan okuyuverdiğinde, sanki ağzından CENNET BALI akıyor gibi tatlı lezzet alırdım.”
Daha sonra Eğirdir’e birisinin gidip hizmet etmesi gerekir. Ağabeyler, istişare ederek, bekâr olduğu için Ali Osman Ağabeyimizin gitmesine karar verirler. Ali Osman Ağabey, Eğirdir’e Çilingir Ali Savran’ların yanına gider. O zaman şimdiki gibi özel dersane gibi evler olmadığı için şahısların evleri kullanılır. Nur talebelerinin evleri hem genişlik, hem de emniyet bakımından müsait değildir. Eğirdir halkı da ekseriyetle Halk Partili olmasıyla meşhur olduğundan Risale-i Nurların yazılması ve tanıtılması oldukça zor şartlar altında yerine getirilmektedir. Eğirdir’de Ali Osman Ağabeyin dayısı Hasan İnce vardır. Onun da orada iki katlı, o günkü şartlara göre güzel ve geniş olan bir evi vardır. Fakat Hasan İnce, Halk Partilidir hem de Eğirdir Halk Partililerin başıdır.
Kaderin cilvesine bakın ki, en büyük Hasan İnce’nin hanımı Şehriban İnce, “Hz. Musa Aleyhisselamın Asiyesi gibi” çok sâfî, salâbetli, dindar bir hanımdı. Kötürüm Ali Osman’ı oraya yerleştirir. Hizmetlerin kendi evinde yapılmasını ısrarla ister. Hasan İnce de mecburen bunu kabul eder. Artık Halk Partisi Başkanının evi, Risale-i Nur dersanesi olmuştur. Şikayet bile olsa kimse, o eve baskın yapamaz, arama yapamaz… Üç-dört sene gibi uzun müddet b u evde, hizmetler devam eder. Pek çok Nur talebesi yetişir. Daha sonra Ali Osman Ağabeyi, merkezi bir köy olan İmrahor’a taşırlar. Bir müddet de orada hizmetlere devam eder.
Afyon Mahkemesinde Kötürüm Ali Osman da tutuklu olarak bulunur. 22 Mart 1948 günü Hapisaneden Mahkemeye giderler. Ali Osman Ağabey de aralarındadır.
Herkes ikişer ikişer kelepçelenir. Jandarma refakatinde Mahkemeye doğru hareket eder. Fakat Ali Osman Ağabey kötürüm olduğu için arkalarında kalır. Tek başına arkalardan sürünerek, kendini çeke çeke mahkeme binasına kadar gelir.
Önden giden Üstad ve Ağabeyler muhâkeme edilecek olan binanın üst katına çıkarlar. Salonun üst kısmında merdivenin başında Mahkeme saatını beklemektedirler. Ali Osman Ağabey arkadan gelmiştir. Üst kata çıkması lâzımdır. Merdivenlerden çıkmaya başlar. Evvela vücudunu bir üst basamağa alıp, sonra ayaklarını çekerek, geri geri, ‘tık… tık… tık…’ diye ses çıkararak tırmanmaktadır. Manzara çok dokunaklıdır. Yukarıdan bu manzarayı Üstad’la beraber seyreden Ağabeylerin bazıları: ‘İşte en sakatımız dahi buraya gelmiş idam ile yargılanıyoruz’ diye hüzünlenirler. Üstadımızın da gözleri yaşarmıştır. İşte tam bu esnada, Üstadımız gür bir sesle bütün topluluğa hitaben ‘Korkmayınız kardeşlerim! İnşaallah bu nurlar parlayacaklar!…’ der.”
Her türlü sıkıntı ve tehlike karşısında bile moral gücümüzü sağlam tutarak işimize devam etmeliyiz.
Çünkü kıyamete ayarlı bu mukaddes Kur’an ve iman hizmetinin önüne Allah’ın izniyle hiçbir zaman hiçbir engel konamaz…
Sadece imtihan gereği sıkıntılı süreçler karşımıza çıkabilir ama bunlar hep geçici şeylerdir…
SAFVET SENİH