Kral ve Halk

Samanyoluhaber.com yazarı Numan Yılmaz Yiğit'in yazısı
NUMAN YILMAZ YİĞİT

Yıllardan beri kurgulanan bir kısım yalanlar halka tüm medya gücüyle pompalana pompalana millet abondene oldu ve neredeyse ruh ve akıl sağlığını yitirecek noktaya geldi.

İnsanlar artık neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemez hale geldiler. Çünkü, yüzde yüz doğru olduğu bilinen gerçekler, medya ve kara propaganda vasıtası ile çarpıtılarak, halka, yanlışlar doğru, kara ak, günah sevap, şer de hayır olarak sunulmaya çalışıldı. Havuz medyası ile adeta kuşatılan ve manipüle edilen masum halk maalesef yıllardır doğru olarak bildiklerinin aksine yalan ve yanlışa şartlandırılarak aldatıldı. 

İletişim başkanlığı ve saray odalarında oturan görevlilerin sanki tek işleri var gibi, o da kendi zihniyetlerine zarar verecek bütün doğrulara yanlış, yanlışlara da doğru elbisesi giydirmeye çalışmak. Ne yazı ki insanlar neye doğru neye yanlış diyeceklerini şaşırmış durumdalar. Kime inanacaklarını da bilememekteler. Her gün peşi peşine medyada sorumsuzca yayınlanan pek çok çarpıtılmış haberle insanımız adeta yanlışlara şartlandırılmış bir vaziyete düşmüş durumdalar.

Bir milleti bu hale getiren zihniyet ve ona arka çıkan çevrelerin bu yaptıkları akla bir hikâyede anlatılan küçük bir ülkenin zırdeli zalim bir kralını akla getiriyor. Hikâye bu ya bu kralın kafasına koyduğu garip bir icraatı vardı ve bu konuda da oldukça ısrarlı idi. Gerçekleştirmek istediği icraat ise halkını kendince akıllandırmaktı. Çünkü ona göre halk kendini yeterince takdir etmiyordu, hatta nankörlerdi. Kral hem zalim hem de zırdeli olduğu için yakın avenesi bunu kendine söylemeye cesaret edemiyordu. Kral ise aksine kendini delice tavırlarını dahiyane buluyordu. Ona göre kendinde bir problem yoktu. Problem halktaydı. Zira halk cahildi ve davranışları bir garip anlaşılmazdı ve mutlaka düzeltilmeliydi. 

Hemen bir çözüm üretti ve emrini verdi. Kendisi gibi dahi olduğunu düşündüğü, fakat aslında ülkenin en meşhur zırdelisini olan tanıdığı bir kişiyi bulmalarını ve hemen getirmelerini istedi. Zırdeli hemen bulundu ve huzura alındı. Kral ona uzun uzun halkın normal olmadığını zira kendini ve icraatlarını takdir etmediklerini, dolayısıyla onların hemen normale döndürülmeleri ıslah edilmeleri gerektiğinden vs bahsetti. Kral kendi akıllanıp normale dönmek gibi daha kolay bir yol varken çok daha zor bir yol olan, halkı kendine döndürmeyi tercih etti.
     
Zırdeli, kralın niyetini ve kararlılığını anlamıştı. Aslında kralın istediği şey akıl sağlığı yerinde olan halkın delirtilmesinden başka bir şey değildi. Garipsemedi. Nihayetinde o da bir zırdeli idi. Emri aldı ve bunu nasıl yapabileceğini düşünmeye başladı. Nihayet planlarını yaptı ve kralın huzuruna çıktı. Krala bu iş için nelere ihtiyaç olduğunu anlattı. Büyük geniş bir çadıra, yüksek bir platform üzerine kurulmuş bir kürsüye bir de bir adet elma ve bir adette armuda ihtiyacı olduğunu söyledi. Planının iyi işlemesi içinde çadırın iyi korunmasını, saraydaki üst düzey memurlardan başlamak üzere kademe kademe halkın gruplar halinde çadırlara alınmasını ve iş bitene kadar da kimsenin dışarı çıkmasına izin verilmemesi gerektiğini tembihledi. Kral zaten kararlıydı hemen emir verdi hazırlıklara başlandı ve kısa sürede tamamlandı. 

Öncelikle saray kadrosu alındı çadıra. Sıcak bir mevsimdi. Çadır hınca hınç dolmuş sıcağın altında ayakta bekleyen insanlar zor anlar yaşıyorlardı. Kapılar tutulmuştu ve dışarı çıkmak mümkün değildi. Zırdeli geldi ve ağır ağır yürüyerek insanların bakışları arasında platformdaki kürsüde yerini aldı. Canı boğazına gelmiş herkes merakla kürsüye çıkan bu adamı takip ediyordu. Zırdeli oldukça sakin bir şekilde kürsüdeki yerini aldı ve önünde duran elmayı eline alarak yukarı kaldırdı ve insanlara göstererek ‘armut’ dedi. Sonra da aynı şekilde armudu kaldırdı ve  ‘elma’ dedi. Sonra yine elmayı kaldırdı ve yine ‘armut’ dedi. Dakikalarca   hiç üşenmeden bıkmadan elmayı aldı armut, armudu aldı elma dedi. 

Önceleri bu duruma aldırış etmeyen, gülen, yadırgayan hatta ‘aptal, salak, o elma değil armut, ya o armut değil elma, elmaaa’ diyenler saatlerdir süren bu saçmalıktan, ortamın olumsuz şartlarından dolayı canları sıkılmış ve asabileşmeye başlamışlardı. Fakat nafile, zırdeli bağrışmalara, sataşmalara, hakaretlere aldırış etmeden hiç istifini bozmuyor ve yine elmayı kaldırıyor armut, armudu kaldırıyor elma demeye devam ediyordu. Saatler geçmiş, deli hala bu saçmalığını sürdürüyordu. Çadıra tıkılan insanlar açısından durum gittikçe vahimleşiyordu. Fakat bu zırdeliyi hiç etkilemiyordu. O hala kürsüde sakin sakin eline elmayı alıyor ‘armut’ armudu eline alıp kaldırıyor ve ‘elma’ diyordu. Saray kadrosu iyice zıvanadan çıkmış ve kızgınlıklarından bağırıyorlardı; ‘elma değil lan o, armut armuuut!’ Fakat nafile...

Saatler günler geçmiş ilk kafile olan saray kadrosu perişan bir vaziyete düşmüştü. Zırdeli onların haline aldırış etmeden hala o saçma gösterisine devam ediyordu. Artık insanlar bağıra bağıra yorulmuş zırdeliyi vazgeçiremeyeceklerini anlamışlardı. Kimisi çabalamayı bırakmış kimisi de zırdelinin dediğini tekrar etmekten başka bir kurtuluş yolunun    olmadığını anlamış ve en sonunda elmaya armut, armuda da elma demeye başlamışlardı. Nihayetinde kimisi aklını yitirmiş, kimisi durumu kabullenmek zorunda kalmış, kimisi de perişan bir vaziyette zırdelinin dediğini aynen tekrar eder hale gelmişlerdi. Artık bu azaptan kurtulmanın tek çaresi, zırdelinin dediğini tekrar etmek olduğunu anlamış çar naçar hepsi de o koroya uymak zorunda kalmışlardı.

İlk deneme başarıyla neticelenmiş ve saray kadrosu kralın istediği kıvama gelmişti. Sonra kafile kafile komutan ve bürokratlar, hakimler ve bilim adamları uygulamaya alınmış günler süren seanslarla insanlar elmaya armut demeye şartlandırılmışlardı. Proje başarı ile devam ediyor ve yavaş yavaş halka doğru iniyordu. Halk bölük bölük o büyük çadıra alınıyor ve aynı işkence onlara da tatbik ediliyordu. O çadıra giren hemen herkes günlerce süren bu işkence ile adeta sarhoş, divane olup çıkıyorlardı. Felaket günden güne halk arasında yayılıyor ve aklı başında insanlar bu duruma bir çare arıyorlardı. Sonunda bir bilge kişiye konuyu danışmaya karar verdiler. 

Bilge kişi halk adına gelen heyeti uzun uzun dinledi ve onlara şu tavsiyede bulundu. ’Eğer akıl sağlığınızı korumak, deli olmak istemiyorsanız tek yapmanız gereken şey, zırdelinin dediğini dememenizdir. Ne yaşarsanız yaşayın, ama katiyen elmaya elma, armuda armut demekten vazgeçmeyin. Şunu unutmayın, eşyanın hakikatini değiştirmeye kalktığınız zaman değişen hakikat değil siz olursunuz. Yapmanız gereken tek şey onun dediği yanlışı tekrar etmemeniz yılmadan doğruyu söylemenizdir. Çözüm, onun yalan ve yanlışlarını tekrar etmekten kurtulmanızdadır. Onun yalan ve yanlışlarını tekrar ettiğiniz sürece onun tesirinden kurtulmanız mümkün değildir.’ Halk dersini almıştı. Bundan sonra çadıra alınanlar, zırdeli ne derse desin, dayanışma içinde, sabırla hep elmaya elma, armuda da armut demekten vazgeçmediler. Sesleri çıktığınca doğru olanı söylediler.

Israrla tekrar edilen yanlışı reddetmek, aynı ısrarla doğruyu söylemek ,adeta zırdelinin büyüsünü bozmuş, sonunda da çekip gitmişti. Planları altüst olan zalim deli kralda kahrından yıkılıp gitmiş böylelikle halk sadece doğruya doğru yanlışa yanlış demekle büyük bir musibetten kurtulmuştu.

Hikayelerde ekseriya asla değil fasla bakmak esastır. Yıllardan beri AKP ve arkasındaki zihniyet kendine muhalif gördüğü medyayı, sosyal medyayı zorbalıkla kapattı. Sonra da kurduğu havuz medyasıyla da ülke üzerinde medyatik bir çadır oluşturdu. Bu medyatik çadırla da halkı manipüle etti. Medyatik çadıra alınan halk yıllarca hemen hemen her gün pek çok zırdeli sözde gazeteci yazar sunucuların yalan yanlış haber dezenfeksiyonlarına maruz bırakıldı. İnsanlar doğru habere ulaşamadığı gibi sürekli yayınlanan yalan ve yanlış haberlerle adeta kıblesini şaşırdı ve şartlandırıldı. Temel dini değerlere göre haram, yasak olduğu apaçık bilinen pek çok fiil değişik yorum ve yalanlarla topluma doğru gibi lanse edildi. 

Bu noktada samimi Müslümanları üzen şey ise şu oldu; bir yere kadar -doğru olmasa da -devlete ekonomiye ait doğruların çarpıtılmasından daha öte dini ve hukuki konularda da aynı şenaatlerin işlenmesi anlaşılır gibi değildi. Çünkü böyle yapmakla toplumun hafızasındaki doğruların kodlarıyla oynanıyordu. Kendi iktidar ve politikaları için pek çok insani, hukuki imani, ahlaki doğruları bir kenara koyarak halka yalan ve yanlışları, doğrular olarak empoze etmeye çalıştılar. Mesela; Kur’an birlik beraberliği emretti. Mealen, Allah’ın ipine sımsıkı sarılın (Âl-i İmrân 3/103 )buyurdu, fakat bu zihniyet ayrıştırmayı, kutuplaşmayı yeğledi. Allah’ın ipi Kur’an yerine, Göbelse’in taktiklerine sığındı. Halka Kur’an’ın evrensel doğruları yerine kendi doğrularını dayattı. 

Kur’an kardeşliği kabile kabile, şube şube yaratılan insanların tanışmasını kaynaşmasını emretti( Hucurât  49/10) fakat bu parti müminler arası kardeşliği paramparça ettiği gibi onların arasına da maalesef düşmanlık tohumları ekti.

Kur’an adaleti (Nahl 16/90) adil olmayı emretti (Nahl  16/76) fakat bu anlayış zulmü haksızlığı, hukuksuzluğu tercih etti. Adaletten saptığı gibi sırat-ı müstakimi de koruyamadı. Halka ise zulmü haksızlığı devlete isyanın cezası olarak aktardı. 

Kur’an ‘zulmü’ yasaklayıp  (Nisâ  4/168) zalimi kınadığı halde adı ‘Adalet’ olan bir parti ironik bir şekilde zulme, zalimliğe gidip saplandı. Halka’ da bunu ‘hukuk, adalet ‘olarak tanıttı. Kur’an mealen, dine ve insanlığa hizmet karşılığında dünyevi bir menfaat peşine düşmeyin yoksa hidayette olamaz, doğru yoldan ayrılmış olursunuz dedi (Yâsîn 36/21) fakat bu düşünce sahipleri halkın hizmet için verdiği konumları şahsi dünyevi çıkarlarına alet etti. Halka da ‘Çalıyorlar ama çalışıyorlar’ yanlışını pazarladı.

Kur’an Nebi (as) şahsında insanlara ‘Gulül’ yapmayın, Beytü’l Male, yani, devlet hazinesine ait maldan çalmayın’ diye emrederken (Âl-i İmrân  3/161) bu yapı devlet malını çaldı ve  hırsızlık, yolsuzluk yapmayı halka ‘ganimet’ diye -bağışlayın- yutturmaya çalıştı. 

Kur’an israfı haram kıldı (İsrâ  17/27) ve bunu yapanları şeytanın kardeşleri olarak vasfetti fakat bu hizip, israfı, lüks ve şatafatı sevdi, halka bunun bir ‘itibar ‘meselesi olduğunu söyleyerek kendini suçsuz günahsız bir melek olarak takdim etti.

Kur’an, Allah’a temiz, iffetli müminlere iftira atanları defalarca kınamasına rağmen  (Tâ-Hâ  20/61 , Nûr  24/11-12) bu güruh düşman bellediklerine bilhassa samimi müminlere ‘terörist’ iftirası atmaktan geri durmadı. O masum insanları halk nezdinde şeref, namus, haysiyet yoksunu vatan haini, kendini de şeref namus sahibi vatansever olarak lanse etmeye çalıştı. Halbuki gerçek vatanseverler onların iftiralarına maruz kalanlardı.

Kur’an münafıkların en önemli özelliğinin yalan olduğunu haber verdi (Münâfikûn 63/1) bu klik ise yalanlarıyla meşhur oldu ve halka kendilerinin doğru, başkalarının yalancı olduklarına inandırmaya çalıştı.

Kur’an içkiyi uyuşturucu ve kumarı, şans oyunlarını haram kıldı (Mâide  5/90) fakat bu akımın önde gelen bazıları bu gayr-i meşru işlerle haşir neşir oldu, ticaretini yaptı ve bunlara dair açık gizli görüntüler her yere saçıldı. Bu da halka ‘ticaret’ diye sunuldu.

Kur’an bir birlerinizin mallarını rıza olmadan haksız yere yemeyin buyurmasına rağmen (Nisâ  4/29) bu şer ekibi, helal kazanç sahibi insanların mallarına 15 Temmuz darbe fitnesi bahanesiyle çöktü, gasp etti. Halka da ‘bunları millete geri iade ediyoruz’ yalanını uydurdu. 

Kur’an zinaya yaklaşmayın dedi (İsrâ  17/32) ve gayr-i meşru ilişkileri yasakladı fakat bu kişiler bu şeni fiillerle anılır oldular. Halka da bu günahı, muta nikahı vs diyerek izah etmeye kalktılar.

Kur’an sihri, büyüyü yasakladı (Bakara  2/102)fakat bunlardan bazılarının düşman bildikleri insanlara papaz büyüsü yaptırdıkları dillere düştü.

Kur’an kasten adam öldürmeyi yasakladı (Nisâ  4/93) fakat bu zihniyet 15 Temmuz darbe fitnesini tertiplemekle pek çok insanın ölümüne sebep oldu. Halka da bu elim hadisede vefat edenleri ‘şehitlerimiz’ diyerek takdim etti.

Kur’an sıla-i rahimi (Bakara  2/27) akraba hukukunu (Nahl 16/90) anne babaya hürmeti (İsrâ 17/23) emrederken maalesef bu anlayış 15 Temmuz darbe fitnesi bahanesi ve politik nedenlerle akrabaları birbirine düşman hale getirdi, kamplaştırdı, anne baba ile evladı birbirinden ayırdı. Halka da bunu ‘vatani, milli bir vazife’ diyerek akrabayı akrabaya, babayı evlada şikâyet ettirdi.

Kur’an lakap takmayı alay etmeyi yasakladığı halde (Hucurât  49/11) bu kişiler düşman belledikleri samimi müminlere ‘F…’ vs gibi lakaplar taktı, meydan meydan dolaşarak o günahsız insanlarla alay etti, güldüler. Onlara hakaret ettiler. Halka da böyle davranmanın doğru davranış olduğunu inandırmaya çalıştılar. 

Kur’an gıybeti haram kıldığı halde (Hucurât  49/12) defalarca hem medyada hem de meydanlarda milyonlarca insanın önünde bu günahı işlediler ve halende işlemekteler. Halka da bunu yanlış yorumladıkları ‘harp hiledir’ sözüyle izah etmeye çalıştılar.

Kur’an mealen ’su-i zan etmeyin’ buyurmasına rağmen (Hucurât  49/12) müminler hakkında olmadık düşüncelere kapıldılar. Halka da ‘Biz böyle yapmasaydık daha kötüsünü onlar bize yapacaklardı’ diyerek işkence, başörtülü kadın ve masum çocukları hapse atmalarını bu bahane ile savunmaya kalktılar. 

Evet, bu kadar yanlışla doğru yol korunabilir mi? Bu kadar yanlışla doğru ikame edilebilir mi? Bu kadar yanlıştan hayır çıkar mı? Bu kadar yanlıştan hayır ümit edilebilir mi? Bu kadar yanlışa ‘evet’ denilebilir mi?

Siyasal İslam amacı güden bir hareketin İslam’ın başucu kitabı Kur’an’la taban tabana zıt bu kadar icraatını bin bir çaba ile hala hayra yormaya çalışarak insanları aldatmasına, haramı helal, sevabı günah göstermeye çalışmasına Gayretullah müsaade etmeyecektir. Çünkü hakikat inkılap etmez. Er ya da geç her şey hakiki mecrasına dönecektir.

İnanmış bir müminin en önemli özelliği Allah’a olan itimat ve güvenidir. Kur’an da onun kitabı, hitabıdır. Onda yazılan şeyler haktır, doğrudur. Onun aksine yapılan şeyler ise yanlıştır. Cenab-ı Hakk’ın hikmetinin iktiza ettiği bir gün mutlaka yalan ve yanlışlar, yerlerini, doğrulara bırakacaktır.

Acz-ü fakr yolu itibarıyla şevk, hizmette fütur getirmeme, ye’se düşmeme; maruz kalınan en kötü, en çirkin gibi görünen durumlarda bile, Cenâb-ı Hakk’ın bir eser-i rahmeti var olabileceği mülâhazasıyla buruk, hüzünlü fakat ümitli bir bekleyiş ve Allah’a karşı fevkalâde güven içinde bulunma şeklinde yorumlanmıştır ki, günümüz hizmet erlerinin dört buud ve dört derinliklerinden biri sayılır. (KZT, Şevk-ü İştiyak)

27 Mayıs 2023 15:45
DİĞER HABERLER