-Kucağında bebeğiyle hapse gönderilen annelere-
Kabul olunmuş bir duaydınız siz.
Anneciğiniz sizi, nefsin ve şeytanın ayartıcılığından ve her türlü sosyal baskıdan azade olarak, “hür iradesiyle” Rabbine adamıştı.
O güne kadar Beytü’l Maktis’e sadece erkekler nezr edildiği için olsa gerek, kız olarak doğuşunuzu şaşkınlıkla karşılamış, “Rabbim ben onu kız doğurdum. Erkek kız gibi değildir” demişti.
Oysa Allah, ona istediğinden daha hayırlı ve daha güzelini vermek istiyordu: Sizi.
“Kabullerin en güzeli” ile kabul edilen o duayla siz, bir “adanmış” olarak doğacak, tarihin akışını değiştirecektiniz.
HEM BETÜL HEM AZRA’YDINIZ
Rabbinizin adanmışlara, murad ettiklerinden daha fazlasını vaad ettiğinin ispatı gibiydiniz adeta.
İsim kaderdir ya… Sizi anneciğiniz isimlendirmiş, “Ona Meryem adını koydum” demişti. Âramca “ibadet eden” anlamına geliyordu güzel isminiz ve o isimle Kur’an’ın satırları arasında otuz dört defa zikrediliyordunuz.
“Betül”dünüz. İradenizin hakkını vererek bakışınızı Hakk’a odaklamış, Allah’tan başka her şeyle alakanızı kesmiştiniz. O’nu tam bilme, bulma, hatta bilmeler ötesi bulmaya kilitlenmiştiniz.
“Azra”ydınız. İffetinizi koruma mevzuunda o kadar hassastınız ki, karşınızda temessül eden bir ruhanî karşısında bile tir tir titremiş ve “Senden Allah’a sığınırım” (Meryem 18) demiştiniz.
Rabbiniz sizi güzel bir çiçek gibi yetiştirmiş ve Hazreti Zekeriya’nın himayesine vermişti (Âli İmran 37).
Semavi bir tohumdunuz da, mescidin bağrında sümbülleniyordunuz.
“Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır” diyordunuz, fevkaladeden ikramlandırılmanız karşısında, Hazreti Zekeriya’ya.
Öylesine lütuflar ve ihsanlar kuşağında, öylesine mucizelerle çevriliydiniz.
“Taat üzre sabır”da derinleşirken “bela ve musibetlere karşı sabır” miracına hazırlanıyordunuz.
SEÇİLMİŞTİNİZ
Bu saflaşma, billurlaşma, kullukta derinleşme yolculuğunda kat ettiğiniz ilk merhale seçilmişliğinizin size tebliğ edilmesi oldu.
Aldığınız mesajla mescitten ayrılarak kaldığınız yere nispeten daha bir doğuya çekildiniz.
Bu asude ve kimsesiz yerde ailenizle kendi aranıza bir perde çekişiniz, kadınlık hallerinizi hissettirmeme hassasiyetinden ibaret değildi.
Kalbinizi ilâhi tecellileri kabule hazırlıyordunuz.
Tasavvuf ehli, daha sonra sizin, “Onları, suyu çağlayan ve ikamete elverişli bir tepeye yerleştirip barındırdık” (Müminun 50) âyetiyle anlatılan uzletinizi, Hazreti Musa’nın Tur dağındaki, Hazreti Muhammed aleyhisselatü vesselamın Hira’daki uzleti ile aynı düzlemde yorumlayacaktı.
Ve sizden iki bin yıl sonra başka Meryemler benzer bir halveti, yani halkı, varlığı ve benliği terk ederek Hak’la birlikte olma halini zindanlarda yahut zulümden kaçıp saklandıkları modern mağaralarda tecrübe edecek, sizinle aynı iklimlerde buluşmanın onuruna erişeceklerdi.
BİR MUCİZENİN HAMİLİYDİNİZ
Bir mucizenin hamiliydiniz artık.
Rabbiniz, vahyin diliyle size, “Biz onu (İsa Mesih’i) insanlara kudretimizin bir alameti ve tarafımızdan bir rahmet kılacağız ve artık bu, hükme bağlanmış, olup bitmiş bir iştir” (Meryem 21) diyecekti.
O, Allah’ın kudretinin alameti olan “sebepler üstü doğum” değil miydi sizi her türlü gayz, nefret, kin ve saldırıya muhatap hale getiren?
Bir gül atılmasına tahammülünüzün olmadığı iffetinize atılan çamurlar karşısında, “N’olaydım, keşke bu iş başıma gelmeden öleydim, adı sanı unutulup gitmiş biri olaydım!” (Meryem, 23) diye inleten!..
Beşikteki İsa’yı konuşturan!..
Allah birisini imtihan etmeden cennete koyacak olsaydı sanırım o siz olurdunuz. Fakat âdet-i İlâhiye öyle değildi.
Rablerine en yakın olanlar hep en ağır sınananlardı. Ve siz o en yakınlardandınız…
VAHİY İMDADINIZA YETİŞİYORDU
Bedeniniz, sizi bir hurma ağacına yaslanmaya sevk eden doğum sancıları ile sarsılırken eliniz ayağınız çekiliyor, iki büklüm oluyordunuz. Fakat ruhunuzu saran sıkıntılar maddi ızdıraplarınızı bastırıyordu.
Bu boğucu psikolojik atmosferden çıkmaya ve rahatlamaya ihtiyacınız vardı.
Ve meleğin getirdiği,
“Tasalanma!” mesajı ile sükunet buldu duygularınız:
“Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirmiştir. Hurma dalını kendine doğru silkele ki, üzerine taze, olgun hurmalar dökülsün” (Meryem 25).
Bu ilâhî ikaz ya da ses, sizi düşünce dünyanızdan uzaklaştıracak ve daha başka anlamların içerisine çekecekti.
Belki benim sizi hayalen seyrettiğim gibi siz de bizi seyrediyor, bize dualar gönderiyordunuz. Dünyanın, mahal kılındığınız mucize doğumla değişecek çehresine gülümsüyordunuz belki…
TESELLİ EDİLİYORDUNUZ
Su sesi sizi alabildiğine sakinleştiriyordu.
“Artık ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer herhangi bir insana rastlarsan, ben Rahman’a oruç adamıştım, de. O sebeple bugün hiç kimseyle konuşmayacağım” (Meryem, 26) diye devam ediyordu meleğin mesajı.
Celalin içindeydiniz ya, cemal gösteriliyordu size. Kahırlıydınız ya, lütuflarla kuşatılıyordunuz.
Kur’an-ı Kerim’de, sizin için kurulan cümleler, kıyamete kadar aynı boğucu atmosferde bunalan tüm annelere huzur verecek nitelikteydi.
Polislerin doğumhane kapılarında tutuklamak için beklediği lohusa kadınlar ayak izlerinize basarak yürüyor, zindanlardaki bebekler suskunluk orucu tutan annelerinin yerine konuşuyordu.
Siz Meryem’diniz ya, masumiyetlerinin delili zulme boyun eğmeyişleri olan gencecik anneler de Meryem’di.
İyi ki bu iş başınıza gelmeden ölmemiş ve adı sanı unutulup gitmiş biri olmamıştınız.
Yoksa en ağır fiziksel acılarımızı bile bastıran iftiraya uğramışlık psikolojisinden nasıl çıkacağımızı bilemez, varlığınızla teselli bulamazdık.