''Günler ayları kovaladı, aylar yıllara dayandı. Hasan da bu ayrılığa dayandı. Çünkü ağlamakla ve üzülmekle anne gelmiyordu. Beklemesi gerektiğini öğrendi, yaşını aldıkça meseleyi daha iyi anladı. Minik elleri ile sadece dua ediyordu artık. Duasının kabul edileceği zamanı bekliyordu."
Küçük muhacir
ERKAN ÇIPLAK
Her devrin Musa’sı ve Firavun’u olduğu gibi, her devrin Yezid’i, Hasan’ları ve Hüseyin’leri de var. Bu yüzden yeryüzünde kavga ve kan eksik olmuyor. Ülke olarak bizim kısmetimize düşen Yezid ise Hasan’ları ve Hüseyin’leri öldürmüyor, gerek hapsederek, gerek anne babadan ayırarak boynu bükük bırakıyor.
Hikâyesini anlatacağım Hüseyin oğlu Hasan abisi, ablası, anne ve babasıyla 2016 yılı temmuz ayına kadar İstanbul’da yaşamaktadır. Eğitimci olan anne-baba hayatlarını başkalarının çocuklarına adasalar da kendi çocuklarına da çok düşkündürler.
Hele hele 3 yaşında olan Hasan’ın anne bağımlılığı bir başkadır. Annesi yanında değilken mutsuz olması ve anneye dokunarak uyuması gibi sevimli huyları vardır. Hasan bütün acıların başlangıcı o uğursuz gece de annesine sarılıp yatmıştı. Belki de anneye sarılıp yattığı son huzurlu gecesiydi, çünkü melek yüzlü annesi o gecenin sabahında terörist olarak aranıyordu. Çünkü şeytanlar dünya var olduğundan beri melekleri sevmiyordu.
Aile çocuklarını yanına alıp bir ay boyunca Çorum, İskenderun ve İstanbul üçgeninde yaklaşık 10 bin kilometre yol yaparlar. Hiçbir yere sığamazlar, hiçbir yer güvenli değildir onlar için. Tıpkı hayatları gibi çocukların psikolojileri de alt üst olur.
Çember onları için giderek daralmaktadır. Anneye bir an önce yurt dışına çıkması tavsiye edilir. Fakat anne “Evlatlarımdan ayrılamam, bu yaşta Hasan’ımı bırakıp gidemem.” der. Der ama iki zordan birini seçmek zorundadır. Hapse girip uzun yıllar görüşememektense özgür olup gurbet çekmeyi göze alır.
Çocukların uykuda olduğu bir saat seçilerek Amerika bileti alınır. O gün tam da annenin doğum günüdür. Esin hanım 1 yaş değil 10 yaş yaşlanır o gece. Ayrılamam dediği evlatlardan, bir daha ne zaman göreceğini bilmediği kuzularından ayrılır, uyandırmadan öper, koklar uzun uzun bakar ve arkasını dönmeden özgürlükler ülkesine doğru yol alır.
Karanlık bir sabaha uyanan Hasan, henüz durumun farkında değildir. Annesi varmış, bir yere gitmiş, gelecek gibi hareket eder bir süre. Bu durum babanın yüreğini parçalasa da sesini çıkarmaz. Beklenen anne gelmeyince Hasan durumu anlar ve feryadı basar. Annesi olmadan nasıl uyuyacak, daha doğru nasıl yaşayacaktı? Çünkü O daha anne bebeğiydi.
Babası teselli etmeye çalışır, istediği ne varsa yapacağını söyler. Hasan “Sadece annemi istiyorum baba başka hiçbir şey istemiyorum.” der. Baba bu isteği yerine getiremez, istek yerine gelmedikçe o yumuşak çocuk huy değiştirmeye başlar ve agresif bir çocuk olur. Hatta bunun üstüne annemden sonra se nde gidersen duygusuna kapılır ve bir dakika bile babasının yanından ayrılmaz.
Bu arada anneden kötü haber gelir, bir araya gelmeleri bir yıldan önce mümkün değildir. Baba çok üzülse de bunu çocuklarına söyleyemez. Ne yapacağını düşünürken, kendisinin de tehlikede olduğu bilgisini alır, anneden sonra o da hapse atılırsa çocuklar perişan olacaktır.
Saklanmak için kardeşinden yardım ister, ama kardeşi evini değil evinin bodrumundaki rutubetli deponun kapısını açar. Kardeşinin bile evine sığmayan baba Hüseyin için zaman daralmaktadır. Hasan’ın korktuğu başına gelecektir.
O da tıpkı eşi gibi bir gece yarısı uçuşunu seçerek biletini alır. Anneden sonra babadan da ayrılacağını bilmeyen çocuklar olacaklardan habersiz son günlerini geçirirler babayla. Vakit geldiğinde o da yavrularına sarılır öper, koklar ve onları annesine emanet ederek Bosna’ya doğru yola çıkar.
Anneden sonra babadan da ayrılan Hasan onu da kabullenmez, sürekli kapıya ve balkonlara koşar, teker teker odaları kontrol eder. Babaanne anlatmaya, teselli etmeye etmeye çalışır ama gece uyandığında bile “Babam geldi mi, burda mı, belki de burda“ diyerek tek tek odaları kontrol etmesi yürekleri parçalar. Baba Hüseyin ise Bosna’ya sığamaz, çocuklarını düşündükçe uyuyamaz, koca dünyada yapayalnız hissetmektedir kendini.
Hele hele görüntülü konuşmalarda Hasan’ın göz yaşlarına dayanamaz. Hapse atılmayı göze alarak geri döner, eğer bir problem yaşamazsa çocuklarını alıp Arnavutluk’a götürecektir. Şükür ki her şey duası gibi gerçekleşir. Hüseyin hoca aylar sonra filmleri aratmayacak duygusallıkta çocuklarına kavuşur.
Arnavutluk’taki yeni hayatlarında Hasan daha bir bağlanır babaya. Lavaboya gittiğinde bile kapının önünde beklemeye başlar. Babası sorduğunda ise “Bir kere gittin ya tekrar gidersen.” cevabını verir. Bir süre kendi yalnız ve sürgün hayatlarını yaşarlar. Fakat zamanla oturdukları siteye aynı kaderi paylaşan güzel insanlar gelir, babalar babalarla, çocuklar çocuklarla tanışır.
Komşu ve akrabalarının sırt döndüğü bu yavruların artık teyzeleri ve amcaları vardır. Fakat oyun oynamalar ve ev oturmalarından dönüldüğünde karanlık kadar hüzün de bastırır yüreklerine. Evlerinde anne olan ziyaretlerden dönüşlerde…O evlere göre kendi evleri terk edilmiş, puslu mekanlar gibi gelmektedir.
İşte böyle bir ev oturmasında Hasan'ı ilk gördüğümde masum yüzü ve insanı delip geçen derin bakışları dikkatimi çekmişti. Bir çocuğun bakışında kaybolur mu insan ben kaybolmuştum. Hayattan alacaklı gibi bakıyordu, sanki bir yanı eksik, bir yitiği var gibi bakıyordu.
Yaşına göre ağırbaşlıydı. Çünkü bir gecede büyüyen bir çocuktu O, meçhule giden annenin arkasından el sallama lüksü bile olmamıştı. Sabah uyandığında acının en büyüğünü yaşamıştı. 3 yaşında gurbetin en acısını tatmıştı, anne kokusuna, sarılıp yatmaya, anne şefkatine hasret yaşıyordu. Bu yüzden o yaşta çocuklar gülüp oynarken, Onu hep uzaklara bakarken görürdüm, sanki birini bekliyordu, ansızın çıkıp geleceğini düşünüyordu belki de…
Bulunduğum sitede çok fazla babasız çocuk olduğundan okulda ve site içinde “baba” diye seslenmeyi yasaklamıştım kendi çocuklarıma.. Hasan'ı ve kardeşlerini tanıdıktan sonra “anne” diye seslenmeyi de yasakladım. Çünkü bizimkiler anne babasına koşarken geride hüzünle kalan çocuklar olacaktı.
Okula gittiğim zamanlarda çocuklarımı beklerken sınıfının penceresinde Hasan’ı görür neşelendirmeye çalışırdım, yaptıklarım biraz işe arardı. Ama zil çaldığında yüzündeki neşe aniden kaybolur ve dalıp giderdi. Pencereye yüzünü yapıştırıp çocuklarını almaya gelen anne ve babalara uzun uzun bakardı, özellikle de annelere…
Babası bazen geç gelirdi ama Hasan bunu fark etmezdi bile. Çocuğunun elinden tutup giden annelere bakmaktan… Belli ki içinde kalmıştı,ne okulun ilk günü, ne müsamerelerde annesi yanında değildi, herkes sahneye çıkarken annesine el sallarken o babasına el sallıyordu…
Sitede zemine en yakın ev bizimkiydi. Başta Hasan ve kardeşleri olmak üzere bütün çocuklara açık çek vermiştik her türlü ihtiyaç için gelin diye... Bütün çocuklar gelirdi ama kapımızı en çok Hasan çalardı, türlü bahanelerle…
Bazen tuvalet ihtiyacı, bazen susamış olurdu bazen de acıkmış. Aslında açlığı tamamen duygusaldı, babası onlara çok iyi bakardı. Onun derdi belki de bir anne yemeği tatmak, bir anne tarafından ilgi görmek ve sevilmekti…
Çoğu zaman terliğini sürüyerek abisi ve ablasının peşinden yürürken görürdüm onu, hafta sonu bizim evin önüne gelip kızıma seslenirlerdi. Kızım ablasının çok samimi arkadaşıydı ama o da kızımı çok sever oynamaktan mutlu olurdu. Belki de derdini unutmak için oynuyordu, zaten çoğu zaman peşlerinden koşamazdı.
Yine böyle bir gün gelip kızımı çağırdılar, kızım aşağı indi. Bir süre sonra da bir yere gitmek için ben indim, arabayı nereye koyduğumu düşünürken kafasını ellerinin arasına almış halde Hasan’ı kaldırımda otururken gördüm, kardeşleri oyuna dalmış onu görmüyorlardı.
Hemen yanına gittim, “Hasan neden oynamıyorsun?” dedim, "Başım çok ağrıyor Erkan amca." dedi dolu gözlerle. Alnına dokunduğumda ateşinin de olduğunu fark ettim ve onu eve götürmek istedim. “İyi olur.” dedi.
Yol boyunca elinden tutarak giderken ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. O daha anne bebeğiydi ama neler yaşıyordu, belki de sabahtan ateşi vardı ama babasının dikkatinden kaçmıştı. Ama annesi yanında olsa kesinlikle fark ederdi, çünkü bir anne o yaşta çocuğunu öperek sokağa uğurlardı ve o an fark ederdi.
Hasan annesine sarılmayalı ve annesi tarafından öpülmeyeli neredeyse bir yıl olacaktı. Bir yandan babasını arıyordum ama babası telefonu duymuyordu. Namazda ve lavaboda olacağını ümit ederek eve geldik ama zile bastığımız halde kapı açılmıyordu, Hasan ateşler içinde elimden tutarak bekliyordu.
Sonunda babası yorgun gözlerle kapıyı açtı, üç çocuğa bakmak hiç kolay değildi, yorulmuş ve biraz uzandığını söyledi, garibim çocuklarla ilgilenmekten kendi derdini unuturdu. Biz de pek sormazdık maalesef…
Hasan’a ilaç içirip hemen yatırdık ve birkaç dakika içinde uyuyakaldı. Babası kahve ikram etmek istedi hemen kabul ettim. Kahve içmek için gideceğim randevuyu ona belli etmeden erteledim, belli iki o da dolmuş ve dertleşmek istiyordu…
Tam 1 yıllık bir ayrılıktan sonra nihayet annesinin geleceğini duymuştuk. Her sabah ve her akşam gün saymaya başlamıştı Hasan. Nihayet o gün gelmişti. Anne ve çocukların kavuşmalarını gören diğer insanlar aynı dili bilmese de hal dilinden durumu anlar ve göz yaşını tutamaz.
O günden sonra her gün ortalıkta dolanan çocuklar birkaç gün hiç dışarı çıkmamıştı. Hasan’ın “Gitmene ne kadar kaldı anne, beni de götüreceksin değil mi?” sorularına rağmen yaşadıkları her an kıymetliydi onlar için. Günler sonra Hasan’ı gördüğümde ilk defa dişleri görünecek şekilde güldüğünü koşup oynadığını gördüm.
Okulda uzun süre camdan bakmıyor, hemen sıraya geçip annesinin gelmesini bekliyordu,artık onun da elinden tutup giden bir annesi vardı. Mesafe epey uzak olmasına rağmen, yürümeyi tercih ederdi. O anın tadını uzun uzun çıkarmak için. Çünkü kazaya kalmış çok yürüyüşü vardı Hasan’ın…
Fakat bugünler, çabuk bitmişti ve annenin gitme zamanı gelmişti. Anne hüznünü belli etmiyor, ama ikinci kez onları bırakıp gidecek olması onu kahrediyordu. İlk ayrılık gibi yine geceyi seçmişti anne. Arkasından anne diye ağlayan çocuklar bırakmak istemiyordu. Bu yüzden anneyi havaalanına biz götürecektik, evlerinin yanına geldiğimizde baba valizleri indirmiş birkaç dakika içinde annenin de ineceğini söylemişti. Fakat anne bir türlü inmiyordu.
1 yıl önce yaptığı gibi uyuyan ciğerpareleri ile vedalaşıyordu. Doya doya öpüyor, sıkı sıkı sarılıyordu uyandırmadan, çünkü bir daha ne zaman bunu yapacağını bilmiyordu. Anne yanımıza gelince sesi titreyerek sadece “Gidelim.” diyebildi.
Havaaalanı yolunda arabadaki tek ses, üç evladından ikinci kez ayrılan bir annenin hıçkırık ve burun çekme sesiydi. Daha fazla dayanamayıp biz da eşlik ettik, çünkü söz bitmişti o anda.. Üç evladını ve eşini geride bırakan anneyi valizleri ile koca dünyada tek başına gibi havaalanına bırakıp geldik, onu anı ömrüm boyunca unutmayacağım…
Anne gelip gittikten sonra Hasan en başa dönmüştü, güzel bir rüyanın en güzel yerinde uyandırılmış gibi hissediyordu. Artık hiçbir şey onu mutlu etmiyordu. Ne sevdiği yemekler, ne çizgi film, ne de dondurma… Hatta denize gittiğimizde saatlerce kıyıda duruyor, dalgalarla kavga eder, denize girmezdi. O yaşta bir çocuğun çok mutlu olacağı anların bile tadını çıkarmıyordu artık.O bir anne bebeğiydi ve sadece annesini istiyordu.
Kısmen annesiz geçen okul hayatına alışmış ama doğum günleri de annesiz geçiyordu.En sevimli zamanları annesiz geçiyor,annesiz büyüyordu Hasan.
Günler ayları kovaladı, aylar yıllara dayandı.Hasan da bu ayrılığa dayandı ,çünkü ağlamakla ve üzülmekle anne gelmiyordu. Beklemesi gerektiğini öğrendi, yaşını aldıkça meseleyi daha iyi anladı. Minik elleri ile sadece dua ediyordu artık, ve duasının kabul edileceği zamanı bekliyordu.
Sonbaharda kurumuş çınar yapraklarını toplarken bile Kanada’dan bahsediyordu artık. Nihayet masum kalbiyle ettiği dualar kabul olmuştu, yakında anneni yanına gidebilirlerdi, ablası, abisi ve Hasan ayrı ayrı bu müjdeyi verdiler bize. Sonra öğrendik ki Hasan okuldaki herkese söylemiş… Fakat bazı evrak meselelerinden dolayı bu süre altı ay kadar uzayacak ama bunun üç aynı anneyle geçecekti.
Okulda veda programı olduğunda hiç olmadığı kadar mutluydu Hasan. Çünkü artık bütün acıları geride kalacaktı, sabah uyandığında annesi yanında olacak,onu uğurlayacak ve sonra da onu okuldan almaya gelecekti, okulun ilk gününde, karne alırken ve müsamerelerde en önde onu seyredecekti, ateşi çıktığında daha uyandırırken anlayacak ve bağrına basacaktı.
Başka annelerin peşinden uzun uzun bakmayacaktı,doya doya anne yemeği yiyecek ve naz yapacaktı. Uyandığından annesini yanında bulacak elini sımsıkı tutacaktı, artık gitmesin ve ayrılık olmasın diye…
Küçük muhacir Hasan 2,5 yıllık bir ayrılıktan sonra artık annesinin dizinin dibinde ve Kanada'da yaşıyor. Doya doya annesi ile vakit geçiyor, parklarda geziyor ama her uyandığında annesinin varlığını kontrol etmeyi de ihmal etmiyor. Hasan ve niceleri o küçük bedenlerine rağmen büyük acılar yaşıyor yıllardır.
Kimi anneden, kimi babadan, kimi her ikisinden ayrı kaldı… 864 bebek ise anneleri ile birlikte hapiste büyüyor…Çünkü Bilirken susmak,bilmezken söylemekten daha kötü olduğunu bilmeyen bir güruh ise susmaya, vicdanını susturmaya devam ediyor… Fani dünyada her şeyin bir zamanı ve bu acılar da elbet bir gün bitecek.
Hasan, adının anlamı gibi yumuşak ve cömert davranıp o yaşta kendine bu acıları yaşatanları belki de affedecektir . Fakat Allah’ın adaleti gecikmeyecek günümüzün Yezid’lerinin akıbeti de tıpkı zamanın Yezid’i gibi acı bir sonla bitecektir.
O gururla dimdik duran başlar bir atın ayakları altında günlerce taşlara vurularak ezilecek ve tarih boyunca zalim olarak lanetle anılacaklardır…