Kur’an-ı Kerim “Arzın üzerinde olan herkes fânidir” (Rahman Suresi, 55/26) buyuruyor.
ABDULLAH AYMAZ
Kur’an-ı Kerim “Arzın üzerinde olan herkes fânidir” (Rahman Suresi, 55/26) buyuruyor. Bunun bir istisnası yok… Tâ baştan alnımıza dünyada fânilik damgası basılmış. Buna göre plan yapmamız ve buna göre titiz ve tedbirli hareket etmemiz gerekiyor. Halbuki nefsimiz, dünyaya kazık çakıp kakılıp kalmamızı istiyor. Semavî kitaplar, peygamberler, mürşidleri bizleri uyarmaya çalışıyor. Bu gerçek mesajı son alarm gibi ifade edenlerden Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “İşte, nasıl elimizdeki saat, sureten sabit görünüyor. Fakat içindeki çarkların hareketleriyle, dâimî şekilde içinde bir zelzele, âlet ve çarklarının ızdırapları vardır. Aynen onun gibi; İlâhî Kudretin büyük bir saati olan şu dünya zâhiren sabit görünmesiyle beraber daimi bir zelzele ve değişim ve dönüşüm içinde, fânilik ve zâillikte yuvarlanıyor. Evet dünyaya zaman girdiği için, gece ve gündüz, o büyük saatin sâniyelerini sayan iki başlı bir mil hükmündedir. Sene, o saatin dakikalarını sayan bir ibre vaziyetindedir. Asır ise o saatin saatlerini sayıp döken bir iğnedir. İşte zaman, dünyayı zevâl dalgalarının üstüne atar. Bütün geçmiş ve geleceği yokluğa verip, yalnız hazır zamanı vücuda bırakır.
“Şimdi zamanın dünyaya verdiği şu şekil ile beraber, mekân itibariyle dahi, yine dünya zelzeleli ve sabit olmayan bir saat hükmündedir. Çünkü hava boşluğu mekânı çabuk değiştiğinden, bir halden bir hale çabuk geçtiğinden, bazı günde birkaç defa bulutlarla dolup boşalmakla, sâniye sayan milin değişme sürati hükmünde değişme veriyor.
“Şimdi dünya hânesinin tabanı olan arzın mekânı ise, yüzü ölüm ve hayatça, nebat ve hayvanca, çok çabuk değişip başkalaştığından dakikaları sayan mil hükmünde, dünyanın şu ciheti geçici olduğunu gösterir. Zemin, yüzü itibariyle böyle olduğu gibi karnındaki inkılablar ve zelzeleler ile ve onların neticesinde dağların çıkmaları ve bazı yerlerin batıp çökmeleri saatleri sayan bir mil gibi dünyanın şu ciheti ağır ağır geçip gidici olduğunu gösterir.
“Dünya hânesinin tavanı olan semâ mekanı ise yıldızların hareketleriyle, kuyruklu yıldızların zuhuru ile güneş ve ay tutulması gibi küsuf ve hüsufların vuku bulmasıyla, yıldızların düşmesi gibi değişmeler gösterir ki, gökler dahi sabit değil, ihtiyarlığa ve harap olmaya gidiyor. Ondaki değişmeler, haftalık saatin günleri sayan bir mili gibi gerçi ağır ve geç oluyor. Fakat her halde geçici olduğunu, zevâl ve harabiyete doğru gittiğini gösterir.
“İşte dünya, dünya cihetiyle şu yedi rükün üzerinde bina edilmiştir. Şu rükünler, daima onu sarsıyor. Fakat sarsılan ve hareket eden dünya, Sanatkâr Yaradan’ına baktığı zaman, o hareketler ve değişimler, Kudret Kaleminin İlâhî mektupları yazması için o kalemin işlemesidir. O halden hale geçişler ise, İlahî Güzel İsimlerin harika tecelli ve icraatlarını ayrı ayrı vasıflarla gösteren, tazelenen aynalarıdır.
“İşte dünya, dünya itibariyle hem fâniliğe gider, hem ölmeye koşar, hem zelzele içindedir. Hakikatte akar su gibi rıhlet edip göçüp gittiği halde, gaflet ile sureten donmuş, tabiatçılık fikriyle katılık ve bulanıklık peyda edip âhirete perde olmuştur. İşte sakat ve hastalıklı felsefe ile yanlış yorumlanan bilimlerle, insanları zevk ve eğlenceye sürükleyen, nefsin hazları için israfa sevk eden şu medeniyetin câzibedar oyunlarıyla, sarhoşane hevesatıyla o dünyanın hem donuk, katı ve sert yönünü ziyadeleştirip gafleti kalınlaştırmıştır. Hem verdiği bulanıklıkla, bulanmasını katlayıp Allah’ı ve Âhireti unutturuyor.
“Ama Kur’an ise, şu hakikattaki dünyayı, dünya cihetiyle: “Kâria! Nedir o karia. Kâriayı, o kapıları döven ve dehşetiyle kalblere çarpan o kıyamet felâketini sen nereden bileceksin ki! O gün insanlar kelebekler gibi şuraya buraya fırlatılırlar. Dağlar atılmış rengarenk yünlere dönerler.’ (101/1-5) âyetleriyle pamuk gibi hallaç eder, atar.
‘Hiç düşünmezler mi göklerin ve yerin hükümranlığını, o muazzam saltanatı?’ (A’ra Suresi, 7/185) ‘Hiç üzerlerindeki semaya bakmazlar mı? Bakıp da bizim onu nasıl bina ettiğimizi düşünmezler mi?’ (Kâf Suresi, 50/6) ‘Hakkı, inkar edenler görüp bilmediler mi ki, göklerle yer bitişik bir bütündü. Biz onları birbirinden ayırdık.’ (21/30) ‘Allah, göklerin ve yerin nurudur.’ (24/35) ‘Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmaktan başka bir şey değildir.’ (6/32) ‘Gök yarıldığı zaman’ (82/1) ‘Güneş dürülüp söndüğü, dürülüp atıldığı zaman’ ((81/1) gibi beyanatıyla hem dünyaya şeffafiyet verip bulanmasını giderir, hem nur saçan ışık veren ifadeleriyle, cansız ve donuk dünyayı eritir. ‘Gök yarıldığı zaman (84/1) ‘Sura üflenir, Allah’ın dilediklerinin dışında göklerde ve yerde kim varsa çarpılıp yere düşer.’ (39/68) ölüm dolu tabiriyle dünyanın mevhum ebediyetini parça parça eder. ‘Yere giren, yerden çıkanı, gökten ineni ve göğe yükseleni bilir. Siz nerede olursanız olun O, ilim ve kudretiyle sizinle beraberdir. Allah bütün yaptıklarınızı görür.’ (Hadid Suresi, 57/4) ‘De ki, Hamd O Allah’a olsun ki, size er geç alemetlerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız. Senin Rabbin sizin yaptıklarınızdan habersiz değildir.’ (Neml Suresi, 27/93) gök gürlemesi gibi ses ve sadâlarıyla tabiat fikrini doğuran gafleti dağıtır.
“İşte Kur’an’ın baştan başa kainata yönelik olan âyetleri, şu esasa göre gider. Dünyanın hakikatını olduğu gibi açar, gösterir. Çirkin dünyayı, ne kadar çirkin olduğunu göstermekle insanların yüzünü ondan çevirir. Sanatkar Yaradanı’na bakan güzel dünyanın güzel yüzünü gösterir. İnsanların gözünü ona diktirir. Hakiki hikmeti ders verir. Kâinat kitabının mânâlarını talim eder. Harflerine ve nakışlarına az bakar. Sarhoş felsefe gibi, çirkine âşık olup mânâyı unutturup, harflerin motif ve nakışları ile insanların vakitlerini manasız bomboş şeylere sarfettirmiyor.” (Yirmi Beşinci Söz, Üçüncü Şule, İkinci Ziya) Bu tesbitlere dikkat edip ibret dersimizi alalım.