Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz, köşe yazısını 'Kum bi iznillah!' başlığı ile kaleme aldı.
On Dokuzuncu Lem’a’nın İkinci Nüktesinde insan vücudu bir saray, bir şehir gibi düşünülürse tad alma duygusu için KAPICI denilmişti. Ama Üçüncü Nükte’de ise deniliyor ki: “Evet, ehl-i gaflet ve ruhen terakki etmeyen ve şükür mesleğinde ileri gitmeyen insanlar için bir KAPICI hükmündedir. O lezzet alsın diye, onun hatırı için israflara girmeye ve bir dereceden on derece fiyata çıkmamak gerektir.
“Fakat, hakikî ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatın ve ehl-i kalbin kuvve-i zâikası, Altıncı Söz’deki muvâzenede beyan edildiği gibi, evet tad alma duygusu Rahmet-i İlâhiyenin mutfaklarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir. Ve o kuvve-i zâikada taamlar, yiyecekler adedince mizancıklarda (ölçü ve ölçekler) İlâhî nimetin envâını tartmak ve tanımak, mânevî bir şükür suretinde cesede, mideye haber vermektir. İşte, bu surette tad alma duygusu yalnız maddî cesede bakmıyor. Belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle, midenin üstünde hükmü var, makamı var. İsraf etmemek şartıyla ve şükür vazifesini yerine getirmek ve çeşit çeşit İlahî nimetleri hissedip tanımak kaydıyla ve meşru olmak, zillet ve dilenciliğe vesile olmamak şartıyla, lezzetini takip edebilir. O kuvve-i zâikayı taşıyan lisanı şükürde istimâl etmek için leziz taamları tercih edebilir.”
(Üçüncü Nükte’de: a)Hakikî ehl-i şükrün, b)Ehl-i hakikatın, c)Ehl-i kalbin kuvve-i zâikası, -artık kapıcı değil- İlahî rahmetin mutfaklarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmünde yani konumu değişerek ULU BİR KONUM kazanmış olarak Allah’ın ihsan ve ikram buyurduğu yiyecekleri teftiş edip bakan onlara tefekkürle değer biçen, takdirde bulunan bir kimse olacak. Yunus Emre’nin “Benim bir karıncaya ulu bir nazarım vardır” dediği gibi, yiyecek ve içeceklere karşı ulu bir tadış ve ulu bir zevk ve lezzet alış konumu olacaktır… Binlerce İlahî ismin tecellileriyle harika birer sanat eseri olarak yaratılan, acı, tadlı, tuzlu, ekşi vs. her türlü tadlarla ve güzelliklerle donatılan o nimetlerdeki ayrı ayrı hazların derinliklerini, fark etmek için ağzımız ve içindeki dilimiz mizanlar, ölçüler, ölçekler ve terazilerle his, duygu ve duyumlarla teçhiz edilmiştir. Böyle olunca mesele sadece ceset meselesi olmaktan da çıkmış, kalbe, ruha ve akla bakan cihetleriyle de hamd ve şükrün pek çok çeşitlerini de kapsamına almıştır. Bu seviyeye yükselenler dillerini şükürde kullanmak için lezzetli yiyecekleri tercih edebilirler.)
“Bu hakikate işaret eden bir hadise ve Abdülkadir Geylanî’nin bir kerâmeti: Bir zaman, Hz. Gavs-ı Âzam Şeyh Geylânî’nin (k.s.) terbiyesinde nazdar bir hanımın bir tek evlâdı bulunuyormuş. O muhteşem yaşlı hanım, gitmiş oğlunun hücresine, bakmış ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. Oğlu yapmış olduğu o riyazat sebebi ile zayıf düşmüş haliyle validesinin şefkatini celbetmiş. Evladına acımış. Sonra Hz. Gavs’ın yanına şikayet için gitmiş, bakmış ki, Hz. Gavs, kızartılmış bir tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş: ‘Yâ Üstad, benim oğlum açlıktan ölüyor ama sen tavuk yiyorsun!.
Bunun üzerine Hz. Gavs, tavuğa ‘Kum bi iznillah! (Allah’ın izniyle ayağa kalk!) demiş. O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemed ve mevsuk yani sözü senet çok zatlardan, Hz. Gavs gibi harika kerametlere mazhariyeti dünyaca meşhur bir zâtın kerameti olarak, mânevî tevatür suretiyle nakledilmiştir.
“Hz. Gavs, o valideye demiş ki: ‘Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin.’
“İşte, Hz. Gavs’ın bu emrinin mânası şudur ki: Ne vakit senin oğlunun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzetleri şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.”
(Yani ruhu, cesedine hâkim olacak: Öyle yüksek bir ruh terbiyesinden geçecek, cesedin, ölçüsüz ve fanî istekleri ruhunun emrinde helâl ve tayyibat dairesinin dışına asla çıkamaz ve taşamaz vaziyetinde olacak.
Kalbi nefsine hâkim olacak. Yani kötülük emreden nefse kalb hakim olunca, nefsi, emmâre çukurundan levvâme vs. derecelerine yükseltir. O zaman şükür için lezzetler takip edilebilir.
Akıl, mideye hâkim olursa, yani midenin haram-helal, zararlı-faydalı demeden her istediğini insan yiyemez. Böylece mide fesadından sağlığına zarar verecek şeyler de aklın hâkimiyetiyle kontrol altına alınmış olur. O zaman lezzetler şükür için tercih edilebilir.