"Bugün Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda halkı fakir ama yöneticileri saraylarda, ultra lüks bir hayat yaşarken, batılı gelişmiş ve refah seviyesi yüksek toplumlarda ise yöneticiler alabildiğine mütevazi bir hayat sürmektedirler.. Nerede ümmeti olmakla övündükleri Peygamberleri.. Nerede onların lüks ve sefahat içindeki hayatları.."
Hüseyin Yağmur | samanyoluhaber.com
Yöneticiler Önce Emin Olmalı..
Sahi nerede yanlış yapmıştık biz?
Bu asırdaki Müslümanlar olarak, evet nerede yanlış yapmıştık? Bunu sorgulamamız artık bir zaruret halini almış bulunuyor..
Müslümanların yaşadığı coğrafyalardaki yönetici ve yönetilen insan profiline bakınca nerede yanlış yaptığımızı tespit edebiliriz zannediyorum.
İbadetleri bütün detaylarıyla bilip uygulamaya çalışan, sünneti teferruatına kadar bilip yaşamaya çalışan günümüz müslümanları, başlarındaki yöneticilere itaati yanlış anlayarak maalesef onları birer put haline getirdiler.
Onların istediği ve emrettiği ne varsa hiç bir sorgulama yapmadan aynen kabul edip uygulamaya koydular..
Yönetici liderlerinin zamanla -birer karun gibi- milletini sömürerek, çeşitli entrikalarla servet edinmelerinde bir mahzur görmediler..
Bir Firavun taktiği olarak çevresindeki insanlara bir şeyler vererek satın alma, yapılan her icraatı kendine mal ederek milleti aşağılayıp, baskı ile otorite kurmalarına alkış tuttular..
Bütün bir toplumu şahsiyetsiz, iradesiz yığınlar haline getirmelerine göz yumdular..
Liderle birlikte olursak biraz biz de nemalanırız diyenlerle birlikte milletlerini soymaya devam ettiler..
Her gün taban tabana zıt söylemlerinde “belki bir hikmeti vardır” deyip sessiz kaldılar..
Gözlerinin içine baka baka yalan söylemelerine karşı, “liderimizin mutlaka bir bildiği var” deyip lal kesildiler..
Evet bu gün müslümanlar olarak nerede yanlış yaptığımızı sorgulamamız gerekiyor..
Yanlış anlaşılan “yöneticilere itaat kültürü” bu gün aramızda despotların yetişmesine zemin mi hazırlıyor?
İtaat.. Ama kime ve neye itaat?
Kurallara, prensiplere mi, yoksa insanların despotluk sergileyen arzularına mı itaat?
Allah’a itaat.. Peygambere itaat..
Kendilerine itaat emredilen aynı zamanda birer insan olan peygamberlerin bir özelliği de “emin insan” olmalarıdır..
“Mü’min”, Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinden biri olduğu gibi, aynı zamanda O’na inananların da en önemli isimlerindendir.
Allah’a (celle celâluhu) niçin “Mü’min” denir?
Çünkü O, güven kaynağıdır. Bize güveni veren O’dur.
Peygamberler görevli olarak gönderildikleri toplumlara kendilerini tanıtırken “ben size gönderilmiş, güven duyacağınız bir elçiyim” demişlerdir..
Emin olmanın en önemli özelliği yalan söylememektir..
Yalan, iki yüzlü münafığı tanımanın üç alâmetinden biridir.
Diğer ikisi ise, verdiği sözde durmama ve emanete ihanet etmektir.
Kendisine emanet edilen makama, mala, cana, korumakla görevli bulunduğu toplumun değerlerine ihanet eden..
Mecliste yemin ederek söz verdiği halde toplumsal bir sözleşme olan anayasaya dahi uymayanlara ne demeli..
Gelişmiş toplumlarda yalan söyleyen, halkını aldatan yöneticiler, yalanları ortaya çıkınca hemen istifa etmek mecburiyetinde kaldığı halde, maalesef müslüman coğrafyalarda böyle bir davranışa rastlanmıyor..
Gelişmiş batılı ülkelerde toplumun hukukunu gözetmeyi bir vazife sayan özgür medya bu konuda çok önemli bir misyon üstlenmiş durumda..
Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda özgür medya olmadığı için toplumlar, yöneticilerden başlayıp bütün toplumu kuşatan bu çürümeden haberdar olamamaktadır..
Toplumlara emniyet ve güven vadeden Nebi aynı zamanda haberci demektir.
Doğrunun, hakkın habercisi..
Her peygamber kendi toplumunda emniyet ve güvenin tesisi, hakkın, hukukun yerleşmesi için mücadele etmiş, gerektiğinde canıyla bile bedel ödemiştir..
Şu bir gerçektir ki, kötü niyetli yöneticilerin kurduğu bir merkezde üretilen yalanları hiç sorgulamadan haberleştiren, köşelerine taşıyanlar asla gazeteci olamazlar..
Bugün bizim toplum olarak, doğruların peşinde koşan, yöneticilerin, birer toplum sözleşmesi olan anayasaya, ahlaki prensiplere uyup uymadıklarını kontrol edecek, yanlış gördüğünde de kimseyi kayırmadan doğruyu savunacak, gerekirse bunun için bedel ödeyecek gazetecilere ihtiyacımız var..
Bugün müslümanların yaşadığı coğrafyalarda halkı fakir ama yöneticileri saraylarda, ultra lüks bir hayat yaşarken, batılı gelişmiş ve refah seviyesi yüksek toplumlarda ise yöneticiler alabildiğine mütevazi bir hayat sürmektedirler..
Nerede ümmeti olmakla övündükleri Peygamberleri.. Nerede onların lüks ve sefahet içindeki hayatları..
Başta Hz. Peygamber Efendimiz olmak üzere bütün peygamberler, kendi toplumlarının hayat sıtandartlarının en alt seviyesinde bir hayat sürmüşlerdir..
Buna toplumlarında melik bir peygamber olarak yaşayan Hz. Davut, Hz. Süleyman dahil..
Hep kendi ellerinin emeğiyle geçinmişler, fakirler gibi yaşamışlar, o toplumun imkanlarını asla sömürmemişler, toplumdaki gelir dağılımını gözeterek zenginden aldıklarını fakirlere taksim ederek toplumdaki toplumda huzur ve güven ortamını tesis etmişlerdir..
O peygamberlerin izinde gidenler de hep onlar gibi davranmışlardır..Hem yöneticiler topluma karşı alabildiğine şeffaf omuşlar hem de toplum onları şeffaf olmaya mecbur bırakmışlardır..
Allah Resûlü bir hadis-i şeriflerinde toplumsal güvenin tesis edilmesi ve ahirette de ebedi güvene erip mutlu olabilmenin reçetesini verir:
“Siz bana altı meselede söz verin; ben de size Cennet’i tekeffül edeyim:”
1.“Konuşurken dosdoğru konuşun!” 2.“Vaadettiğinizi yerine getirin!”
3.“Emanette emin olun!” 4.“İffetli olun!”
5.“Gözlerinizi harama karşı kapayın!”
6.“Elinizi başkalarına zarar vermekten uzak tutun!”
Hiç kimseye ve hiçbir şekilde kötülük yapmayın! (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/323)
İşte, güven insanı olmanın şartları sayılan bu maddelere riayet eden bir insan, emin olarak yaşar, ahiretini de bu şekilde garanti altına almış olur.
Aksine kendi toplumunu aldatan, savunmasız nesillerin ufuklarını karartan, kurduğu ekonomik düzenle karun gibi milletini soyan, kirli, kirli servetler edinen, kendisi itibarından zerre kadar tasarruf etmezken, milleti bir ekmeğe muhtaç hale gelen liderlere, tapınırcasına itaat edenlere Kur’an’daki bir kıyamet sahnesini hatırlatalım:
“Yüzleri ateşte gâh bu yana, gâh öbür yana çevrileceği gün:
“Ah!” derler, “ah ne olurdu!
Keşke Allah’a itaat etseydik, (Keşke Allah’ın kitabında koyduğu kurallara uysaydık, insana ve onun haklarına saygı duysaydık, kimseye zulmetmeseydik)
Keşke Peygambere itaat etseydik!” (Keşke Peygamberin hayatıyla ortaya koyduğu hakkı, hukuku savunan insanlar olsaydık)
“Ey Kerîm Rabbimiz!” derler, “sözün doğrusu, biz önderlerimizin ve büyüklerimizin dediklerine uyduk, ama onlar bizi yoldan saptırdılar.” (Keşke biz, liderlerimizin bazı medya mensuplarını satın alarak, hak söyleyen bütün gazeteci ve medya mensuplarını hapse atarak, toplumun doğru bilgi ve haber kaynaklarını kurutmalarına sessiz kalmasaydık..Haksızlıkları gördüğümüz halde dilsiz birer şeytan gibi davranmasaydık..Bedel ödemekten çekinmeyen kahraman hak savunucularıyla beraber her mağdurun yanında yerimizi alsaydık..)
“Ey Kerîm Rabbimiz! Onlara azabın katmerlisini ver ve dehşetli bir lânetle onları rahmetinden uzaklaştır!” (Aldatıldığımızı nihayet bu gün anlayabildik ya Rabbena.. Artık yapabilecek bir şeyimiz kalmadı..Bizi aldatan hak, hukuk tanımayan zalim, her muhalife baskı uygulayan despot, saltanatını devam ettirmek için kurduğu yalan üreten medya merkezleriyle süper yalancı, kendisine emanet edilen kamunun mallarını yandaşlarıyla birlikte örtülü veya aleni bir şekilde çalan, bu liderlerimize, önderlerimize kat kat fazla azap ver, bütün insanlık huzurunda onları lanetle, şeytanı kovup uzaklaştırdığın gibi onları da rahmetinden uzaklaştır..(Ahzab suresi, 33/66–68)
Cenab-ı Allah hepimize, Kur’an’daki bu sahneyi burada iken görüp ibret almayı nasip eylesin. Amin..
Hüseyin Yağmur
İlahiyatçı - Yazar