"Hz. İbrahim’in (a.s.), oğlunu kurban etme girişiminde bulunması, ilkel toplum ve kabilelerdeki uygulamayla herhangi bir ilgisi olmayıp, gördüğü bir rüyayı Cenab-ı Hakk tarafından kendisi için ilahi bir emir olarak kabul etmesinden kaynaklanmaktadır. Ve bu da onun için bir imtihandan ibarettir. (Saffât Sûresi 106). "
Prof. Dr. Muhittin AKGÜL | samanyoluhaber.com
Kurbandan Akla Takılanlar
Müslümanların, özellikle de dış dünyadaki farklı kültür ve inanç gruplarıyla karşılaşmalarından dolayı, öteden beri belki de akıllarına hiç gelmeyen, sorgulamadıkları bazı meseleler, ister istemez tartışılır veya en azından düşünülür hale gelebilmektedir. Bunlardan biri de daha yeni geride bıraktığımız Kurban ibadeti ve onunla ilgili bazı meselelerdir.
Kurbanla ilgili olarak, bu hafta içerisinde farklı şekillerde bana ulaşan bazı sorulara, kısa kısa cevap verme ihtiyacı hâsıl oldu. Bu sorulardan birisi, Hz İbrahim (a.s.) zamanında, insan kurban etme diye bir geleneğin olup olmamasıdır.
İnsan kurban etme geleneği, farklı toplum, kültür, gelenek ve kabilelerde, Tanrıya yaklaşma, gazabından korunma vb. sebeplerle zaman zaman uygulanmıştır. Cahiliye devri Araplarda da az dahi olsa çocuklarını putlara kurban etme vakaları rivayet edilmektedir. Hatta bunlardan en meşhuru, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) babası Abdullah’ın kurban olarak adanmış olması, ancak daha sonra bulunan bir formülle, onun yerine develerin kurban edilerek kurtulmuş olmasıdır. Fakat İlahi hiçbir dinde, çocukların Allah’a kurban edilmesi gerektiğine dair sahih bir bilgi bulunmamaktadır. Bunun tek istisnası ise, Hz. İbrahim (a.s.)’dır. Hatta İslam, Mısır ve Hindistan’a ulaştığında, yerel grupların sadece bir âdetini yasaklamıştır. Bunlar, Mısır’da Nil’e atılarak kurban edilme geleneği ve kocası vefat edince, eşiyle birlikte yakma şeklinde tezahür eden Hindu uygulamasıdır.
Hz. İbrahim’in (a.s.), oğlunu kurban etme girişiminde bulunması, ilkel toplum ve kabilelerdeki uygulamayla herhangi bir ilgisi olmayıp, gördüğü bir rüyayı Cenab-ı Hakk tarafından kendisi için ilahi bir emir olarak kabul etmesinden kaynaklanmaktadır. Ve bu da onun için bir imtihandan ibarettir. (Saffât Sûresi 106). Nitekim imtihanların en büyük ve ağırının peygamberlere olacağını şu rivayetten öğrenmekteyiz:
Bir defasında Allah Resûlüne (s.a.s.): “Yâ Resûlallâh! Belânın en şiddetlisine maruz kalan insanlar kimlerdir?” diye sorulduğunda, O şöyle cevap vermişti: “Peygamberler, ondan sonra da derecesine göre diğer insanlardır.” (Tirmizi, Zühd 57; İbn Mâce, Fiten 23).
Hz. İbrahim’in (a.s.), şayet oğlu olursa onu kurban edeceğine dair, güvenilir kaynaklarda, önceden bununla ilgili söz verdiğine dair bir rivayete rastlamamaktayız. Kur’ân’ın konuyla ilgili âyetlerinden de bu durum açıkça anlaşılmaktadır.
Konuyla ilgili âyet grubunun meali şöyledir: “Ya Rabbî, salih evlatlar lütfet bana!” Biz de ona aklı başında bir oğul müjdeledik. Çocuk büyüyüp de çalışıp babasına yardımcı olacak çağa erişince, bir gün ona: “Evladım, ben rüyamda seni kurban etmeye giriştiğimi görüyorum, nasıl yaparız bu işi, sen ne dersin bu işe!” Oğlu: “Babacığım! Hiç düşünüp çekinme, sana Allah tarafından ne emrediliyorsa onu yap. Allah’ın izniyle benim de sabırlı, dayanıklı biri olduğumu göreceksin!” Her ikisi de Allah’ın emrine teslim olup, İbrâhim oğlunu şakağı üzere yere yatırıp, Biz de ona: “İbrâhim! Rüyanın gereğini yerine getirdin (onu kurban etmekten seni muaf tuttuk)” deyince (onları büyük bir sevinç kapladı). Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz! Bu, gerçekten pek büyük bir imtihandı. Oğluna bedel ona büyük bir kurbanlık verdik.” Saffât Sûresi 100-107).
Burada belki de akla takılan en önemli soru; görülen bir rüya neticesinde, bir insanın kurban edilmesi ve zahiren bakıldığında bunun mantıkî bir izahın bulunmamasıdır.
Şurası unutulmamalıdır ki, Peygamberlerin rüyaları, insanların rüyası gibi değildir. Zira peygamberlerin, alıcısı oldukları vahiylerin gelme biçimlerinden birisi de rüya yoluyladır. Yani peygamberlerin bazı rüyaları, bizatihi vahyin ta kendisidir. Nitekim Allah Resûlü’nün de nübüvvetten hemen önceki hayatı, gördüğü rüyaların sabah aydınlığı gibi net ve berrak olarak çıkmış olmasıyla bilinmektedir. Daha sonraki dönemlerde de Resûlullah’a (s.a.s.) vahiy, zaman zaman rüyalarda gelmiştir. Hatta mü’minin sahih rüyası, peygamberliğin kırk altı cüzünden bir parça olarak kabul edilmiştir. (Buhari, Ta'bir 26; Müslim, Rüya 8).
Hatta Allah Resûlü, gözlerinin uyusa da kalbinin uyumadığını ifade etmişlerdir. (Buhârî, Teheccüd 16, Terâvih 1; Müslim, Müsâfirin 125). Benzeri bir rivayette de: “Peygamberlerin gözleri uyur ancak kalpleri uyumaz!” buyrularak, bu gerçeğe vurgu yapılmıştır.
Buna göre Hz. İbrahim (a.s.) rüyasında oğlunu kurban etmeye giriştiğini görmüş, bu rüyanın da kendisi için Allah Teâla tarafından vahiy yoluyla gelen bir emir olduğunda tereddüt etmemiştir. Zaten Hz. İbrahim (a.s.), gördüğü rüyanın vahiy olup-olmadığı konusunda tereddüt etmiş olsaydı, böyle bir işe teşebbüs etmez, rüyanın dışında bir vahyin gelmesine kadar da beklerdi. Zira ortada masum bir canın yok edilmesi söz konusuydu. Onun, beklemeksizin evladını çağırarak rüyasını hemen gerçekleştirmek istemesi de, gördüğü rüyanın vahiy olduğunda, en küçük bir tereddüt yaşamadığının ayrı bir kanıtıdır.
Hz. İbrahim (a.s.) ileri yaşına rağmen kendisine ilahi bir armağan olarak verilen böylesine bir evladın kurban edilmesi emri karşısında söylenecek tek söz, evet büyük bir imtihan geçirmiş, teslimiyet göstermiş ve imtihanı da kazanmıştır. Hz. İbrahim (a.s.) gibi, Hz. İsmail de (a.s.) babasının teklifi karşısında teslimiyet göstermiş ve ilahi bir emir olarak inandığı bu hükme gönülden râzı olmuştur. Hz. İsmail’in tereddütsüz teslimiyeti de, görülen rüyanın vahiy olduğunun farklı bir açıdan kanıtıdır.
Hz. İbrahim (a.s.), gördüğü rüya sonrasında, oğlunu kurban etmek üzere yere yatırdığında, Cebrail (a.s.) ayrıca oğlunu kurban et diye bir vahiy getirmemiştir. Zira gerek Hz. İbrahim (a.s.) ve gerekse Hz. İsmail (a.s.), bu konuda gayet emin ve rahattır.
Hz. İbrahim’in (a.s.), gördüğü rüyayı oğluyla istişare etmesine gelince, bu da son derece doğaldır. Çünkü İsmail (a.s.), buluğ çağında mükellefiyet sahibi bir yaştadır. Mükellefiyetler karşısında zorlama yapılamaz; herkes kendi başına sorumludur. Hz. İbrahim de (a.s.) kendisi böyle bir emri kabul etmekle beraber, aynı durumu, evladının kabul edip etmeyeceğini düşünmüş ve bu konuda onunla istişare etmiştir. İstişare neticesinde oğul İsmail de genç yaşına rağmen, bu ağır imtihanı kazanacak şekilde duruş sergilemiş, baba-oğul aynı teslimiyet çizgisinde buluşmuş, emre uymada en küçük bir tereddüt yaşamamış ve kurban edilmeyi gönlünden gele gele kabul etmiştir.
Kur’ân’da anlatılan bu kurban hâdisesi, kurban edilen şahsın Hz. İshak (a.s.) olduğu farkı dışında, diğer Kutsal kitaplarda da geçmektedir. Dolayısıyla dini ve mantıki açıdan bunun izah edilemeyecek bir tarafı da söz konusu değildir.
Çağdaş okur için bu kıssa, baba-oğul arasında gerçekleşen Allah’a itimat konusundaki sonsuz teslimiyetle, Rahmeti nihayetsizin samimiyet noktasında kendisini ispatlamış kullarını, asla sıkıntıda bırakmayacağını gösteren bir hikmet hüzmesidir. Muhtaçları gözetme, Allah’a yakınlaşma ve toplumun farklı kesimlerinin bir araya gelmesinin bir vesilesi olarak idrak ettiğimiz Kurban Bayramını bugün hâlâ kutluyorsak, bu sâdık iki kahramanın fedakârlığı vâsıtasıyla olduğunu, hiçbir zaman unutmamalıyız.