Küresel ekonomi mücadelesi mi soğuk savaş döneminin nükleer retoriği mi?

Samanyoluhaber.com yazarlarından Arif Asalıoğlu, ABD-Rusya merkezli yaşanan son gelişmeleri köşe yazısında değerlendirdi.
Rusya ile Ukrayna arasında devam eden savaşın gidişatı her zamankinden daha karmaşık hale dönüştü ve tekrar nükleer söylemler dillendirilmeye başlandı. ABD Başkanı Donald Trump, Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitry Medvedev'in nükleer silahlarla ilgili açıklamalarına sert çıkış yaptı: “Medvedev nükleer silahlardan bahsetti. Nükleer konuşulduğunda hazır olmalıyız. Biz de tamamen hazırız" ifadelerini kullanan Trump, ABD'nin nükleer savaş kapasitesine vurgu yaptı. Ayrıca, iki nükleer denizaltının "uygun bölgelere" konuşlandırılması emrini verdiğini duyurdu ve "Bu pervasız ve kışkırtıcı ifadelerin sadece sözden ibaret olmadığını anlamak için bu adımı attık" dedi.

Son günlerde yaşanan diplomatik kriz, Trump'ın Rusya'ya yönelik yeni yaptırım tehditleri ve Ukrayna krizine ilişkin 10 günlük ültimatomuyla başladı. Medvedev, bu ültimatomu eleştirerek "Rusya'nın İran veya İsrail olmadığını" ve bu tür talepleri "ABD ile savaşa doğru atılmış bir adım" olarak nitelendirdi. Medvedev, Trump'ın "ölü el" (Rusya'nın otomatik nükleer ateşleme sistemi) hakkında düşünmesi gerektiğini söyleyerek karşılık verdi. Devamında Trump'ın nükleer denizaltı kararı, iki ülke arasındaki gerilimi bir anda askeri boyuta taşıdı. ABD lideri, "Sözlerin büyük önemi var ve genellikle beklenmeyen sonuçlara yol açabilir" uyarısında bulundu. Böylece Washington-Moskova ilişkilerinde diplomasi kanallarının tıkanabileceği yeni bir kriz dalgası ortaya çıktı. 

Aslında bu tartışma, Haziran ayında Medvedev'in "bazı ülkelerin İran'a nükleer silah sağlayabileceği" yönündeki beklenmedik açıklamalarıyla başlamıştı. Trump o dönemde bu sözleri "hafife alınamayacak kadar ciddi" bulduğunu ifade etmiş ve "Bu yüzden Putin patron durumunda" yorumunu yapmıştı. Gerilim, Trump'ın Rusya'dan Ukrayna'yla 10-12 gün içinde barış anlaşması yapmasını talep etmesi ve aksi takdirde yeni yaptırımlar uygulayacağını açıklamasıyla tırmandı. Medvedev, Trump'ı "Rusya'yla ültimatom oyunu oynamamakla" uyardı ve Rusya'nın otomatik nükleer karşılık sistemi "Ölü El"e (Dead Hand) atıfta bulundu. Trump ise Medvedev'i "başarısız eski lider" olarak nitelendirerek "sözlerine dikkat etmesi" uyarısı yaptı. 

Gelinen durum Soğuk Savaş dönemini hatırlatan bir nükleer gerilim sarmalına dönüşme riskini taşıyor. Çünkü, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un, “Rusya'nın tarihte ilk kez tüm Batı'ya karşı tek başına savaştığı" yönündeki açıklaması, Soğuk Savaş'ın bitiminden 35 yıl sonra iki tarafın yeniden aynı noktaya geldiğini gösteriyor. 1991’de Sovyetler’in dağılmasından sonraki süreçte Rusya'nın "ortak Avrupa evi" beklentileri, Batı'nın Soğuk Savaş'ı bir zafer olarak görmesiyle çatıştı. NATO'nun doğuya genişlemesi, Yugoslavya’nın parçalanması, Gürcistan savaşında tutumlar Batı'nın Rusya'ya yaklaşımını netleştirdi. Ukrayna krizi patlak verdikten sonra ise NATO ve Rusya tarafında tekrar bloklaşma gerçekleşti.

Batının nihai amacı Rusya’yı tasfiye mi etmek?

Çok sayıda Rus ve batılı uzmana göre Batı'nın (sanki) nihai amacı, Rusya'nın askeri-endüstriyel kompleksini (özellikle nükleer kapasitesini) İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya ve Japonya örneğinde olduğu gibi tasfiye etmek ve ülkenin toprak bütünlüğünü parçalamak. Asgari hedef ise Rusya'nın 1991 sınırları içinde kalmasını sağlamak. Şimdilerde Ukrayna, Batı için, herhangi bir şekilde Sovyetlerin yeniden canlanmasını engelleyecek bir tampon devlet işlevi görüyor.

Fakat Amerika’nın beklediği şekilde Rus ordusu ve teknik altyapısı Ukrayna savaşında düşüşe geçmedi. Tam aksine nükleer güç söylemleri, yeni ağır silah üretimi ve çok yerde tatbikatları arttı. Buna ilaveten çok kutuplu dünya düzeni söylemi de arttı. Yani Biden yönetiminin “pasifleştirme için tırmandırma” stratejisi krizi derinleştirdi. Ateşkes arayışları konusunda da tarafların beklentilerinde bir adım değişiklik olmadığı bir gerçek. Nitekim Rusya, halihazırda kontrol altında tuttuğu bölgelerin kendi hâkimiyetinde kaldığı bir ateşkes isterken; Ukrayna ise Kırım dahil olmak üzere Rus Ordusu’nun o bölgelerden çekilmesini talep eden bir yaklaşım içerisinde olmaya devam ediyor. 

Rusya'ya yönelik aşırı baskı, Moskova-Pekin eksenini güçlendiriyor

Ancak Rusya'ya karşı doğrudan askeri mücadele/müdahele Batı için önemli bir ikilem sebebi. Rus sınırlarına yakın konuşlanacak güçlü bir kara ordusuna ihtiyaç duyulması, bunun ise sadece Almanya'nın yeniden silahlanmasıyla mümkün olabileceği gerçeği. Tarihsel deneyimler, askeri açıdan güçlenmiş bir Almanya'nın Avrupa'daki güç dengesini bozabileceğini ve Batı içinde yeni çatışma hatları oluşturabileceğini gösteriyor. Enerji Bağımlılığı ve Rus hidrokarbonlarından kurtulma çabaları, Avrupa sanayisinin rekabet gücünü aşındırıyor. Ayrıca Batı'nın Rusya'ya baskısından Çin Faktörü ortaya çıkıyor. Rusya'ya yönelik aşırı baskı, Moskova-Pekin eksenini güçlendirerek uzun vadede Batı'nın küresel pozisyonunu zayıflatıyor. Batı ülkelerindeki Rusya karşıtı sert söylemler, enflasyon ve enerji krizi gibi ekonomik sorunlar karşısında halk desteğini kaybetme riski taşıyor.

En son Trump-Medvedev atışmasında da görüldüğü gibi Rusya için önemli olan iki büyük partner, Çin ve Hindistan tarafını belli eden açıklamalar yaptılar. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Guo Jiakun, ABD'nin Rus enerji kaynakları alımı nedeniyle ikincil yaptırım tehditlerine kesin bir dille karşılık verdi. Diplomatik brifingde yaptığı açıklamada, "Çin, enerji güvenliği politikalarını ulusal çıkarları doğrultusunda belirler. Tarife savaşlarının kazananı olmaz, zorlama ve baskı sorunları çözmez" ifadelerini kullandı. Bu açıklama, ABD Başkanı Donald Trump'ın Çin'i Amerikan petrolü almaya ikna etme çabalarına yanıt niteliği taşıyor.

Hindistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Randhir Jaiswal, ülkesinin Rusya ile olan ilişkilerinin "istikrarlı ve zaman testinden geçmiş" bir ortaklık olduğunu vurguladı. Diplomatik brifingde konuşan Jaiswal, "Hindistan'ın herhangi bir ülkeyle ilişkisi, üçüncü ülkelerle olan bağlarına bağlı değildir. Tüm diplomatik ilişkilerimiz kendi değerlerine sahiptir ve başka bir ülkenin perspektifinden değerlendirilemez" ifadelerini kullandı. Jaiswal'ın konuşmasında, Hindistan-Rusya ilişkilerinin çok boyutlu ve uzun vadeli karakteri, enerji, savunma ve uzay teknolojileri gibi stratejik alanlardaki işbirliğinin süreceği, ülkenin çok kutuplu dünya vizyonu doğrultusunda bağımsız dış politika izlemeye devam edeceği vurgulandı. Hindistan'ın bu açıklamalarla hem Batı'ya mesaj verdiğini hem de BRICS üyesi olarak çok kutuplu dünya düzenindeki konumunu pekiştirdiğini görüyoruz. Özellikle Rusya'dan S-400 hava savunma sistemleri alımı ve ortak enerji projelerinin bu ortaklığın temel taşları olduğunu vurgulamak isterim. 

"ABD'nin şantajına boyun eğmeyeceğiz"

Bu partner destekleri ardından Rusya Devlet Başkanı Putin, beraberinde Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko bulunurken ülkesinin öncelikli hedefinin "uzun vadeli güvenliği" olduğunu ve bunun Avrupa'nın hatta küresel istikrarın güvenliğiyle doğrudan bağlantılı olduğunu belirtti. "ABD'nin şantajına boyun eğmeyeceğiz" diyen Putin, "Artık ABD'nin Rusya gibi ülkeleri şantajla yönlendirebilecek konumda olmadığını" iddia etti. İran örneğini vererek ABD'nin küresel etkinliğinin azaldığını savundu. Putin konuşmasında, "Çok kutuplu dünya düzeninin oluşmakta olduğunu" ve "tek hegemon güç döneminin sona erdiğini" ifade etti. "Hiçbir ülkenin, Amerika'nın düşüş dönemindeki bir liderinin ültimatomları uğruna hedeflerinden vazgeçmeyeceğini" söyleyen Putin, Trump'ın bu hamlesinin ABD'ye pahalıya mal olacağı uyarısında bulundu.

Sonuç olarak, Washington’un Rus enerji kaynaklarını küresel pazardan tamamen izole etme çabalarının ABD’nin kendisini de olumsuz etkileyeceği, küresel piyasalarda ciddi şoklara yol açabileceği tartışılır şekle dönüştü. Mesela küresel arz zincirindeki aksamanın ABD'de enflasyonu yeniden canlandırabileceği gelen uyarılar arasında. Bir kez daha anlaşıldı ki, Rusya ne Batı sistemine entegre olabilecek kadar "küçük", ne de bu sistemin alternatifi olabilecek kadar "büyük". Bu temel çelişki, Ukrayna savaşıyla somutlaşan çatışmanın özünü oluşturuyor. Mevcut çatışma, aslında 21. yüzyılın yeniden şekillenen güç dengelerinin bir tezahürü. Rusya, Batı merkezli küresel düzende kendisine biçilen marjinal rolü reddederken, Batı da bu meydan okumayı varoluşsal bir tehdit olarak görüyor. Tarihsel perspektiften bakıldığında, bu çatışmanın çözümü ancak iki tarafın da kabul edebileceği yeni bir güç dengesinin kurulmasıyla mümkün olabilir. Bunun için ise sağduyulu ve insaf endeksli diplomasi dili gerekiyor.
04 Ağustos 2025 13:21
DİĞER HABERLER