Doç. Dr. Tanju Tosun: Kurultay kazanmadan lider olunmaz...
Ege Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Tanju Tosun, siyaset bilimci. Türk Parti Sisteminde Merkez Sağ ve Merkez Solda Parçalanma, Başkanlık ve Yarı Başkanlık Sistemleri, Siyasette Yeniden Mevzilenmeler, Siyaseti İzlerken, Türkiye'de Siyasal Parti Üyeliği ve Katılım adlı kitaplara imza atan Tosun'la CHP'de hafta boyu esen fırtınalı havayı konuştuk. Tosun'a göre kaosun özünde, Türkiye'deki siyasi partilerde egemen olan tek adamlık, anti demokratik yapılar, siyasi hırslar, güce tapmalar var. CHP'de parti içi demokrasi işleseydi, Baykal'ın kaset olayı nedeniyle istifa etmesinin ardından genel başkan adayları hür iradeleriyle hiç kimseden emir ve talimat almadan aday olurlar, seçilen genel başkanla parti yoluna devam eder, kaybedenler yeni genel başkanla birlikte partinin başarısı için çalışırlardı...
-Kemal Kılıçdaroğlu'nun oluşturduğu 13 Genel Başkan Yardımcısı, 1 genel sekreter ve Genel Başkandan oluşan yeni MYK modeli, CHP'nin 2008 Kurultayında kabul edilip daha sonra uygulanmayan, Mayıs 2010 Kurultayında bir önergeyle uygulanması askıya alınan tüzük değişikliğinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının uyarı yazısıyla hayata geçirilmiş hali. Size göre bu yeni örgütlenme, parti içi demokrasiyi ne ölçüde sağlar?
-2008'deki tüzük değişikliğinin amacı, Baykal'ın ifadesiyle parti yönetimini daha rekabetçi hale getirmeyi, parti politikalarını belirleme ve uygulama alanında daha esnek bir yapılanmaya gitmeyi amaçlayan, son tahlilde daha işlevsel, dinamik bir model. Fakat, MYK'daki genel başkan yardımcılarının tek başına genel başkan tarafından seçilmesine ve görevden alınmasına imkan tanıdığı için, parti içi demokrasi ve katılımı sınırlandırıcı bir niteliğe sahip. Partide lideri "tek adam" yapan, oligarşik yapıyı daha da pekiştiren özellikte. Pratik anlamda değerlendirildiğinde ise, MYK örneğinde bu yeni örgütlenme modeli, genel sekreter Önder Sav'ın partideki "gizli birinci adam" konumunu sona erdiren, güçlü genel sekreterlik yerine, genel sekreteri genel başkana bağlı ve bağımlı kılan bir niteliğe sahip. Bu yeni model 1990'dan itibaren CHP'nin "büyük yol göstericisi" ve ideologu Sav'ı diğer genel başkan yardımcılarıyla eşitleyen, onların yanına yerleştiren mütevazı bir yöneticilik görevi. Bu yüzden Sav tarafından kabul edilebilir değildi.
-Şimdi genel sekreterlik makamı, yani ikinci adamlar devri bitti mi?
-CHP'deki bu yeni MYK yapısıyla güçlü genel sekreterlik modeli sona erdi. Genel sekreter sadece genel başkan yardımcıları ayarında eşitlerden biri konumuna geldi. Türkiye'de siyasi partilerde sorun demokratik değerleri liderlerin içselleştirmemiş olması. Toplum da pek farklı değil tabii ki. Dünya değerler araştırmasında Türkiye toplumunun kendi komşusuna güvenmeyen, farklılıklarla bir arada yaşama eğilimi az olan, otoriter eğilimleri baskın bir toplum olduğu her araştırmada bir kez daha açığa çıkıyor. Bu eğilim siyasi partiler özelinde çok daha baskın halde. Çünkü, Anayasa ve yasalarda parti içi demokrasiyi pekiştirecek, parti içi hesap sorma ve hesap vermeyi tesis eden düzenlemeler yok. Tam bir kışla düzeni egemen. Liderin astığı astık, kestiği kestik. Otoriter, "her şeyi ben bilirim","her şeye ben karar veririm" diyen bir genel başkan ve sekreterin elinde bir partinin neler yaşayabileceğini CHP Türkiye toplumuna net biçimde gösterdi.
-Genel sekreterlik modeli Kılıçdaroğlu döneminde nasıl işler?
-Yeni dönemde genel sekreterlik makamı, partinin yeni genel merkez örgütlenme modelinde koordinatörlüğün ötesinde yetkilerle donatılmamış olan bir yapı. Parti başkanına genel başkan yardımcılarını tek başına belirleme yetkisi veren bu model teorik olarak daha anti-demokratik. Kılıçdaroğlu gibi parti içi demokrasiye inanmış bir genel başkanın yönetiminde sorunsuz işleyebilir. Fakat bir an için Sav ya da Baykal'ın genel başkan olduğunu düşündüğümüzde, tek adamlığı kurumsallaştıran bir özelliğe çok yatkındır. Partilerimizde hakimiyetin kayıtsız şartsız lidere ait olması hepsinde rastlanan bir durum. Parti içi demokrasiyi anayasal ve yasal anlamda pekiştirecek düzenlemelere gidilmeden bu sorun potansiyel olarak her zaman varolacaktır.
-Lidere biat etmek açısından CHP'nin diğer partilerden farkı var mı?
-Lidere biat etme Türk siyasal kültüründe yaygın ve hakim bir motif. Geçmişte rejimin sıkıntıya düştüğü her koşulda bu toplum kurtarıcılardan medet umdu. Dünyada "kurtar bizi baba" sözlerinin politik literatürde var olduğu başka bir ülke yoktur herhalde. Bu toplumun bireyleri aileden başlayarak, okulda, askerde, kamu işyerlerinde birilerine biat etmenin makbul olduğu öğrene öğrene büyüyorlar. Makbul vatandaş, partili olmanın altın şifresi müesses nizama biat etmekle ilgili. Hal böyle olunca, anayasada partilerin demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları olarak yazılması dışında, demokrasiyle uzaktan yakından alakası olmayan bir parti düzeni var. Bu düzende partililerin partilerdeki yarınlarının garantisini veren tek unsur lider. Lidere biat etmeyip ne yapacaklar? Ya biat ederek var oluyorlar, ya da kapı dışına konuyorlar. Bugün Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na kayıtlı 60'ın üzerindeki partinin neredeyse tümü için durum böyle. CHP de bunlardan sadece biri.
-Kemalist kimliğiyle öne çıkan Süheyl Batum'un genel sekreterliğe gelmesini nasıl yorumluyorsunuz?
-Süheyl Batum'ın Mayıs 2010 Kurultayında Parti Meclisine girmesinin anlamı neyse, yeni MYK'da genel sekreter ve parti sözcüsü olarak görevlendirilmesi de o anlama geliyor. Yeni modelde genel sekreter genel başkanın altında eşitlerden sadece biri. Süheyl Batum anayasa hukukçusu kimliği, presantabl oluşu ve söz söyleme sanatına hakimiyeti nedeniyle kanımca tercih edilen bir isim. Kemalist kimliği nedeniyle kamuoyunun önüne çıkarılmasına, önünde tutulmasına karar verilmiş bir isim değil. Sav'a kıyasla tabii ki sessizce "parti benim malım" diyecek kadar ihtirası ve CHP'li geçmişi olmayan bir siyasi aktör ve Sav gibi partilileri, toplumu talim ve terbiye etme yanlısı biri olduğunu düşünmüyorum.
-Kemal Kılıçdaroğlu'nun, genel başkanlığın ardından artık lider de olduğu yorumlarına katılıyor musunuz?
-Kemal Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlığa geliş sürecini, o günden bugüne Sav ve ekibi tarafından nasıl kuşatılmış olduğunu hatırladığımızda, bugüne kadar Kurultaya onaylatılan bir Genel Başkanın ötesinde bir siyasi aktör değildi. Kılıçdaroğlu'nun Parti Meclisinde Sav ekibine karşı koyduğu tavrı dikkate aldığımızda, artık CHP gibi derin hesaplaşmalarla dolu, lider olmanın hiç de kolay olmadığı bir partide ilk kez bir lider adayıdır. Lider olabilmesi için, gidilecek ilk kurultaylarda, tüzük hatta genel başkanlık seçimini kapsayan kurultaylar dahil, zaferle çıkması gerekir. Bu anlamda Kılıçdaoğlu için asıl liderlik sınavı bundan sonra başlıyor. Ayrıca, liderliğe doğru yol olması, genel başkanlığında gidilecek genel seçimde CHP'yi bugünkü oy gücünün ilerisine taşıması, partiyi Ak Parti'nin potansiyel bir rakibi haline getirebilmesine bağlı. Yani, birilerine muhtaç olmadan partide kurultay kazanması, sandıkta da CHP'yi büyütmesi gerekiyor.
-Kılıçdaroğlu Mayıs Kurultayında şartların zorlamasıyla CHP'ye genel başkan oldu. Bugün de yine zorunluluklar sonucunda bu noktaya geldi. Bu adımı daha önce atamaz mıydı?
-Bu şartlar Baykal'ın istifası, CHP'de o dönemde kendisi kadar halk nezdinde itibarı ve popülaritesi olan ikinci bir ismin olmamasıydı. Bugün ise zorunluluklar Kılıçdaroğlu'nu bu noktaya getirmiştir. Daha doğrusu yol ayrımına girmiştir. Neydi bu zorunluluk diye baktığımızda, ya Sav'ın tüzük Kurultayı talebine olumlu bakarak, Sav'a tabi olan, genel başkanlığı dahi belirsiz, vitrinde halka oy toplasın diye takdim edilen bir pasif aktör olarak kalacaktı ya da Sav'a direnip, hatta Sav ekibini yok sayarak baş aktörlüğe soyunacaktı. Kılıçdaroğlu gibi halk desteği azımsanmayacak ölçüde olan bir isim, CHP'de rolün Sav tarafından verileceği figüran genel başkan kalmak yerine baş aktör olmaya karar vermiştir. Kılıçdaroğlu böyle bir kararı başlangıçta alamazdı. Sav'a ve ekibine teslim olmama zorunluluğu tüzük değişikliği vesilesiyle ortaya çıktığı için, böyle bir karar verdiğini düşünüyorum.
-Baykal bu olayların neresinde? Genel Başkanlık için saha kenarında ısınma hareketleri mi yapıyor?
-Sav-Kılıçdaroğlu ayrışması, yerel örgütsel, ideolojik ve merkez örgütü düzeyinde CHP'de 3 kanatlı bir parti yapısını ortaya çıkardı. Baykal, Sav'ın Kılıçdaroğlu'nu genel başkan olarak tercih etmesinden beri, Sav'la hesaplaşmayı bekliyordu. Er geç genel başkanlığa yeniden gelebilmek için müdahil olacaktı. Fakat kanımca gelişmeler Baykal'ın öngördüğü bir zaman diliminden önce gerçekleşti. Ortaya çıkan bu tablo Baykal'ın bile ne yaparsa yapsın kontrol edebileceği bir noktanın dışına çıkıyor. CHP Baykal ve Sav'ın elinden kaydı.
-Baykal İzmir'de yaptığı son açıklamada seçime kadar partiyi yönetme görevini genel başkanın üstlendiğini, seçime giderken bir genel başkan arayışı olmadığını, partinin bir genel başkanı bulunduğunu ifade etti.
-Fakat, bunun bir de seçim sonrası var. Seçimde beklentilerin altında çıkacak oy tablosu, Baykal'ın yeniden sahneye davet edilmesine ve onun da memnuniyetle daveti kabul etmesine vesile olabilir. Çünkü, Baykal bunu hep yapıyor. Seçimli Kurultaya gidilebilir, Baykal aday olabilir, Sav ise bir aday çıkarmak isteyebilir. Fakat her ikisinin delege bazında kontrol edebileceği hazır kıtalar olsa dahi, delege son tahlilde iktidara yakınlaşma adına toplum tarafından kazanacak ata oynamak ister. Sav toplum nezdinde yok hükmünde bir siyasetçi, Baykal ise yaralı. Bu nedenle Sav ve Baykal'ın CHP'ye yapmaları gereken en büyük iyilik, Kılıçdaroğlu'na ve ekibine başarı dilemeleri. Bunu yapabilecek ölçüde politik ihtirastan arınmışlar mı diye sorarsanız, yanıtlanması zor bir soru.
Soğuk savaşın sıcak savaşa dönüşmesi, ideolojik anlamda da bir yenilenmeyi getirir mi?
-Bu gelişmelerde açık bir ideolojik yenilenme arayışı dikkat çekmiyor. Kılıçdaroğlu "Yeni CHP" kavramını kullansa da, Gürsel Tekin'e "Yeni CHP nedir" diye soru yöneltildiğinde, "İktidar olmak, İktidar olmanın yolunu açmak, halka açılan parti olmak, örgütlere güvenen parti olmak" şeklinde açıkladı. Kılıçdaroğlu da yeniliği yeni isimlerden oluşan MYK ile sınırlı görüyor. Burada "örgütlere güvenen parti olma" dışında Yeni CHP adına henüz söylenmiş bir şey yok. Bunun süreç içinde olacağını ve "Yeni CHP"nin "Yeni Sol"u telaffuz edeceğini umuyorum. Yoksa halk kavramı belirsiz, bütün partiler halk diyor. Adında "Halk" kelimesinin olmasının ötesinde halka Baykal'ın ya da Sav'ın CHP'sinden farklı ne vaat edecek? İçi doldurulamayacaksa, CHP'nin ötesinde Türkiye merkez solu adına endişe verici, yok "yeni CHP ve Yeni Sol" somut, alternatif politika, programlarla dillendirilirse CHP ve Türkiye siyaseti adına hayırlı bir gelişme olur.
-"Kılıçdaroğlu değişim yanlısı, karşı taraf statükocu" değerlendirmesi ne ölçüde sağlıklı? Var mı aslında birbirlerinden farkları?
-Kılıçdaroğlu ve ekibi parti içi ayrışmanın ideolojik yönü olmadığını belirtiyorlar. Fakat diğer yandan yeni CHP'den söz ediyorlar. CHP neyi ile yeni olacak? Yeni MYK üyeleri ya da Sav ekibinin kenara çekilmesi ile mi parti yeni olacak? Bana göre, ideolojik temeli de olan, itiraf edemedikleri, adeta çekindikleri bir ideolojik yenilenme istekleri var. Yoksa, Kılıçdaroğlu'nun bir süredir dillendirdiği, Türban, Kürt sorunu, laikliğe takılıp kalma söylemi sadece ağızdan bir anda çıkan şeyler mi? Kılıçdaroğlu ve ekibi kanımca bu toplum ve siyaset okumasıyla CHP'nin büyüyemeyeceğinin farkında. Yeni bir şeyler söylemenin ve bunların belirli bir programatik, ideolojik temele oturtulması gerektiğinin farkındalar. Fakat, yeni oldukları için ürküyorlar, sadece fısıldamakla yetiniyorlar. Başaramazsak CHP'nin hali ne olur diye kendi kendilerine soruyorlar. Aslında CHP elitlerinin ihtiyaç duydukları şey, biraz cesaret. Kılıçdaroğlu'nun CHP'yi tanzim ettiği bu yapı seçime kadar dayanırsa, partide bölünme olmaz. Sav ve ekibi ya da Baykalcılar yarın partiden ayrılsalar, seçime kadar bağımsız, etkisiz olarak varlıkları devam eder. Son tahlilde, her halûkarda yeni yapıyı kabullenmedikleri takdirde, seçim sonrası isimleri dahi hatırlanmayacak.
-Taraflar partiden birbirlerini kazımak için savaşacaklar mı sizce?
-Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının Sav ya da Baykal ekibini partiden kazıma gibi bir dertleri yok Sav ve Baykal ekibi için ise aynı şeyi söyleyemeyiz. Çünkü ikisi de siyasal hayatlarında tek adam ve yöneten olmaya kodlanmışlar adeta. Kılıçdaroğlu ise mütevazı, karakteri itibarıyla siyasi kariyerini orkestra şefi olmakla sınırlandırabilecek kadar iddiasız ve ekip çalışmasına yatkın. Çünkü politikayı bir meslek olarak görmeyen amatör politikacı, profesyonelleşmekten haz almıyor.
-Ama rakibi tam bir profesyonel!
-Sav birkaç ayda profesyonelleşmenin gereğini de Kılıçdaroğlu'na öğretmiş görünüyor. Kılıçdaroğlu evrim yoluyla değişim yanlısı, devrim taraftarı bir radikal değil. Israrla CHP'nin devrimci olduğunu dillendirse dahi. Fakat Sav, Baykal ve taraftarları sadece kendi iktidarlarının korunması odaklı ve devletin ideolojik katılığının yumuşatılmasına sıcak bakmayacak ölçüde statükocular. Çünkü ancak statükonun idamesine dayalı bir meşruiyet alanlarının kaldığının bilincindeler. Statüko sorgulandığı andan itibaren politikada varlıklarının zayıflayacağını çok iyi biliyorlar. Bu anlamda tarafların birbirlerinden farklı olduklarını söylemek gerekir.
-Neden yüz yüze konuşup meseleyi halledemediler de medya üzerinden düello yaptılar?
-Düellonun asıl galibini belirleyecek olan parti örgütü ve seçmen. Haziran ayındaki seçime kadar kurultaysız gidilir ve seçimde CHP oylarını yüzde 30'ların üzerine taşırsa, CHP'de yeni bir dönem başlar. Sav ve Baykal siyaseten emekli olmak zorunda kalır. Yüzde 25'in altındaki oy oranı CHP için seçimli kurultay ve genel başkan arayışı anlamına gelir ki, ondan sonra CHP ortadan ikiye bölünür. Savcılar siyasete veda eder, Baykal ve ekibi için Kurultay savaşlarında Kılıçdaroğlu'na karşı kılıçlar çekilir. 1990 sonrası SHP'deki kurultay savaşları bu kez CHP'de tekerrür eder. Savın tüzük kurultayı talebi "toplamı sıfır olan bir oyun"du. Yani, kazananın her şeyi kazandığı, kaybedenin her şeyi kaybettiği bir oyun. Eski tüzük kabul edilirse Sav Kılıçdaroğlu'nun sembolik liderliğinde partide perde arkasındaki birinci adam olacaktı. Reddedilirse Sav bitecekti. Sav bu delege yapısıyla kazanacağını bildiği için, yüz yüze konuşmaya ihtiyaç duymadı. Fakat Kılıçdaroğlu Sav'ın restini gördüğü için, reste restle karşılık verdi. Sonuçta, kılıçlar çekildi ve geriye medya üzerinden konuşma, birbirlerini suçlamalar kaldı.
-Kılıçdaroğlu'nun "korku imparatorluğu" tanımlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
-1990'ların başından beri Sav taşradaki en ufak CHP biriminde görev yapan partilinin adını dahi bilecek ölçüde örgüte hakim bir isimdi. CHP'de liyakata dayalı siyasal makamlara yükselme yerine, itaate dayalı siyasi kariyer yapma modeli Sav'ın ürünü ve projesi. Sav'a tabi olan, donanımı, birikimi ne olursa olsun partide siyasi pozisyonlara aday olabildiği için, CHP'lilerin bilinçaltına mitleştirilmiş bir Sav figürü yerleşmişti. Özgüvenin, niteliğin, donanımın yok sayıldığı bu kendine özgü kariyer sisteminde Sav etiketli korku imparatorluğunun varlığı anlaşılabilir şey. İnsanlar CHP'de yükselmenin tek koşulunun Sav'a biat etmek olduklarını öğrenip, bunu benimsedikçe partide Sav korkulan emperyal bir güce dönüşmüştür.
-Yani Kılıçdaroğlu yeni mi fark etti Önder Sav'ın bu yönünü?
-Kılıçdaroğlu CHP'de politika yaparak, yaşayarak bunu gözlemledi ve öğrendi. Kılıçdaroğlu gibi demokrat bir siyasi kişiliğin bunu tasvip etmesi mümkün değildi tabii ki. Ama parti içinde bugüne kadar muktedir olmadığı için yapabileceği bir şey de yoktu.
-"Dede" lakaplı Sav karakterini nasıl analiz edersiniz? Yani bu kadar kısa sürelerde bu kadar radikal dönüşümler, keskin viraj alışlar normal mi? Eski lideri sat, yenisini getir, sonra onunla da bozuş...
-Sav Türk siyasal kültüründe sıkça rastlanan otoriter baba figürü. Partiyi ailesi ve malı olarak gören, kendine parti büyüğü olarak partilileri talim ve CHP ideolojisi ile terbiye etme misyonu vermiş, artık türüne Doğu Avrupa, Rusya'da bile rastlanmayan, ancak Çin Komünist parti sekretaryasında emekliliğini bekleyen siyasetçileri andıran bir portre. "Her şey CHP, 1940'lardaki rejim ve devlet için" sloganını politik vizyonuna yerleştirmiş, otoriter, steril laikçi bir tip. CHP'ye ne gerekiyorsa, ancak kendisinin istediği kadar verilebileceğine kendisini inandırmış. "Halka rağmen, halk için" özdeyişine bile tahammülü olmayan, toplumun değerleriyle, çoğulculuğuyla, özgürlük talepleriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir şahsiyet. CHP'ye deyim yerindeyse iman etmiş bir politik aktör olarak, CHP'nin varlığı, başarısı uğruna feda edilemeyecek değer, terk edilemeyecek dostluklar yok herhalde. Yoksa, Baykal'la yarım asırlık birlik, beraberliği karşısında Kılıçdaroğlu'nu tercih edişi nasıl açıklanabilir? Hayatının amacı, yegane uğraşısı ve mesaisi CHP olunca, Sav'ın manevralarını anlamak kolaylaşıyor. Tabii ki politikada kendi perde arkasındaki tek adamlığı için varlığını partiye armağan etmiş bir Sav'ı da unutmamak gerekir.
-Kılıçdaroğlu'nun iş tutuş tarzını beğenmediğini söylüyor şimdi...
-Sav'ın politik kariyerinde iş tutma tarzının bariz özelliği, emir verme, partililerin ise emre itaat etmeleri olduğu anlaşılıyor. İlk kez Kılıçdaroğlu yüksek sesle ve ardından eylemli biçimde partideki bu "kışla havasına son" diyebilme cesareti göstermiştir. Kanımca Sav'ın beğenmediği iş tutma tarzı budur. Kılıçdaroğlu "emredersiniz" anlamına gelecek "Tüzük Kurultayına evet" yanıtını verseydi, herhalde Sav o tarz bir iş tutmadan fazlasıyla memnun olacaktı.
-Sav, "Odamın boşaltılması uzun sürer, birkaç kamyon lazım" dedi, krizin ilk günlerinde.
-Sav bu ifadesiyle "CHP benim malım", "ben 1990 sonrası CHP tarihiyim, CHP tarihini ben yazdım" ve "yazdığım bu tarihe düştüğüm notlar çok" demek istedi. Sav'ın tepeden tırnağa tüm CHP'lilerin parti adına ne yapıp ne ettiklerini, kimin ne olduğunu bilen en iyi isim olduğunu hatırlarsak, arşivinin ne denli yüklü olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Diğer yandan, Sav kendisini Genel Sekreterlikten hiç ayrılmayacağına fazlasıyla inandırmış olduğu için, bir gün odasını terk etme olasılığıyla karşı karşıya kalabileceğini hiç düşünmemektedir. Konuyu Yargıtay'a taşıdığında kazanan tarafın da mutlaka kendisinin olacağını düşünüyordu.
-Ama Yargıtay'ın açıklamasıyla kaybetti. Sonra da Kanal D'ye çıktı ve "genel sekreterlik gönlümde de bitti" dedi.
-Kamuoyu nezdinde siyasi ihtirasları uğruna partiyi de tükenme noktasına getiren siyasetçi olarak anılmak istenmediği için bu ifadeyi kullandığını düşünüyorum. Genel sekreterlik mücadelesini hukuka rağmen, siyaseten sürdürse CHP'yi bekleyen tehlikenin büyüklüğünün farkında olacak kadar tecrübeli bir siyasetçi. Bir de 53 yıllık hizmetinin karşılığında, malı olarak gördüğü bir partide kendisine eski yetkilerle o görevin verilmeyecek olmasının yarattığı bir kırgınlık var.
-Sav, krizin ilk gününde bazılarına CHP'li olmayı öğretmekten bahsediyordu, başöğretmen edasıyla...
-Sav 50 yıllık CHP'li olmayı, Kılıçdaroğlu'nu kastederek parti meclisi üyeliğiyle CHP'li olanlara göre üstünlük olarak görüyor. Adeta eline bir terazi olup, insanların CHP'liliklerini tartmaya kadar kendisini CHP'nin sahibi olarak görmekte. Bu yaklaşımın hiçbir ciddiyeti yok. O zaman adama sormazlar mı? 50 yıllık CHP'li olmakla övünenlerin CHP'yi 20 yılda niye iktidarın potansiyel adayı dahi yapamadıklarını. Bu anlayış partiyi malı olarak görme anlayışının uzantısı, dışlayıcı bir mantığın ürünü. CHP'li olmayı öğretme arzusu ise, kendisine biçtiği tipik bir başöğretmen misyonunun sonucu. Fakat başöğretmenlikte talim ve terbiye etme vardır ki bunun da demokrasiyle hiçbir yakınlığı yoktur. Sav'ın bu pozitivist, yol gösterici siyaset anlayışının modern zamanlarda yeri olmadığını, toplumun buna itibar etmediğini artık bilmeyen yok gibi.
-Bu gelişmelerin, seçime aylar kala olması CHP açısından bir talihsizlik mi? Seçmeni nasıl etkiler?
-CHP'de Baykal'ın genel başkanlıktan ayrılmasından sonra partinin başına Kılıçdaroğlu'nun gelişi sadece Sav'ın direktifleriyle yaşanan bir gelişmeydi. Topluma CHP'nin ve Türkiye'nin umudu diye takdim edilen Kılıçdaroğlu'nun iki-üç günde genel başkan oluşu söz konusu umut arayışını havada bırakıyordu. Aslında umut ancak Kılıçdaroğlu'nun Sav'dan özerkleşmesiyle mümkün olabilirdi bu da er geç gerçekleşmek zorundaydı. Bu yüzden kanımca Kılıçdaroğlu da Sav'ın ipoteğinden kurtulmak istiyordu. Tüzük değişikliği tartışmaları bu fırsatı doğurdu. Bu nedenle, gelişmeler seçime kısa bir süre kala yaşansa dahi CHP adına talihsizlik değil, tam tersine umut adına hem Kılıçdaroğlu hem de CHP için bir fırsat yaratmıştır. Fakat partiye yönelik seçmen desteği ancak "Yeni CHP" "Yeni Sol"la takviye edildiği takdirde CHP büyüyebilir.
-Kılıçdaroğlu yeni CHP'den söz edince, Sav "kimse CHP'yi eskitemez" dedi. Yeni ve eski kelimeleri ne kadar yanıltıcı anlamda kullanılıyor değil mi?
-Kılıçdaroğlu'nun Yeni CHP'den kastettiği, temel yönetim yapısı. Yeniliği MYK örneğinde yeni olmak şeklinde takdim ediyor. Partinin ekseninin değişmediğini açıklıyor. Yeni olarak takdim edilenin yönetime yeni isimlerin dahil edilmesiyle sınırlı kalması CHP'yi yenileştirmez. CHP'nin asıl ihtiyacı olan; özgürlükçü, demokratik sol temelli ideolojik yenilenme. Yoksa, halka açılma gibi muğlak ifadelerle yeni olunmaz. CHP'nin tarihine dönüp bakması gerekir. "Ortanın Solu" ve "Demokratik Sol" gibi yeni sol temelli bir yenilenme ancak CHP'yi yeni yapabilir, halka yaklaştırabilir. Hukuk, özgürlük, yurttaşların haklarını, beklentilerini CHP'nin yerine getirmesi, mücadele etmesi gerekli bir görev olarak görme önemli olmakla birlikte, yeterli değil. Sav'ın "kimse CHP'yi eskitemez" sözleriyle açığa çıkan, aslında değişimi okumayan, değişimi anlamayan, anlama gibi bir derdi de olmayan bir yaklaşımdır. İstediği kadar Sav bu ifadeyi kullansın, seçmen CHP'yi yüzde 20'lerde tutuyorsa, "sen eskidin, yenilenerek değişmelisin" mesajını veriyor.
-Bu depremi yaratan tüzük meselesi değil o zaman?
-Tüzük meselesi bana kalırsa CHP'de yaşanan artçı bir depremdir. Asıl deprem Baykal gibi karizmatik bir liderin, "değiştirilemez genel başkan"ın 50 yıllık arkadaşı Sav tarafından terk edilmesi, Kılıçdaroğlu gibi parti örgütünde etkisi olmayan bir siyasi aktörün genel başkan seçtirilmesiydi. Aslında Sav'ı etkisizleştiren Aralık 2008 Kurultayında kabul edilen tüzük değişikliğiyle CHP'de derin bir fay hattı oluşmuştu. Mayıs 2010'da fay kırılarak deprem oluştu. Şimdi artçı sarsıntılar yaşanıyor. Muhtemelen Kılıçdaroğlu ile birlikte istikrara kavuşulacaktır. Bu gelişmeleri CHP'de yaşanan doğum sancısı olarak da görebiliriz.
-Kaosun özünde ne var sizce?
-Kaosun özü, Türkiye'deki siyasi partilerde egemen olan tek adamlık, anti demokratik yapılar, siyasi hırslar, güce tapmalarla ilgili. CHP'de parti içi demokrasi işleseydi, Baykal'ın kaset olayı nedeniyle istifa etmesinin ardından genel başkan adayları hür iradeleriyle hiç kimseden emir ve talimat almadan aday olurlar, seçilen genel başkanla parti yoluna devam eder, kaybedenler yeni genel başkanla birlikte partinin başarısı için çalışırlardı.
-27-28 Kasımda tüzük kurultayı olur mu olmaz mı?
-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın açıklamasının ardından tüzükle ilgili bir tartışma kalmamıştır. Dolayısıyla tüzük değişikliği değil, tüzüğün aradığı koşullar doğarsa seçimli kurultaya gidilebilir. Fakat bunun maliyetlerini ne Sav ne de CHP kaldırabilir. Seçime giderken yapılacak bir Kurultay parti için siyasi intihar olur. Kurultay olsa bile son tahlilde delegelerin Sav'a yakın olanları dahi Sav ipoteğinden kurtulup CHP'ye iyilik etmenin erdemine uygun davranacaklarını düşünüyorum. Kurultay olmadığı takdirde, CHP "Yeni" olarak tanımladığı kendisine yeni bir sol kimlik arayışına girerse, ilk seçimde azımsanmayacak ölçüde seçmenden geri dönüş alabilir. Süreç içinde ise Ak Parti karşısında potansiyel iktidar adayı olabilir. Siyasette kitleyi birkaç ayda peşinden sürükleme anlamında mucizelere inanmıyorum. Dolayısıyla, suların durulacağı ya da böyle bir görüntünün verileceği bir CHP, ilk seçimde bugünkü oy gücünün üzerine çıkabilir.
-İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek, CNN Türk'e telefonla bağlandığında kendisinin mezhep ve etnik kimlik üzerine siyaset yapmadığını belirtince, bu sözleriyle Gürsel Tekin'i hedef aldığı yorumları yapıldı. CHP'de Alevilerin daha etkin olmasından rahatsız olan bir kesim mi var?
-Şimşek bu açıklamasıyla Gürsel Tekin'i hedef almış olabilir. Alevilerin partide daha etkin olmasından rahatsızlık duyan kesimler de olabilir. Fakat, Kılıçdaroğlu'nun CHP'de politika yapmaya başladığı ilk günden beri etnik ve mezhep temelli politikaya karşı olduğunu her fırsatta açıkladığını hatırlayalım. Benim izleyebildiğim kadarıyla şimdiye kadar yerel teşkilatlarda mezhep temelli politika yönetim kademelerinde baskın değil. Kılıçdaroğlu ile birlikte Alevilerle CHP arasında bir yakınlaşma olduğu da malum. Nitekim Ak Parti'nin referandum sonuçlarıyla ilgili yaptırdığı kamuoyu araştırmalarında bu tür bir bulgu tespit edilmişti.
-İstanbul il örgütü Kılıçdaroğlu'na destek açıklaması yaparken, Berhan Şimşek aynı saatlerde TV 8'e çıktı ve Önder Sav'a arka çıktı. Korku imparatorluğunu Sav'ı temsil etmediğini, Kılıçdaroğlu'nun dilini sürçtüğünü söyledi. Başkanı ayrı telden, örgütü ayrı telden çalan il örgütünün durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
-CHP İstanbul İl örgütünde İl Başkanı ile örgütün süreci farklı değerlendirdikleri ve ayrı saflarda konumlandıkları anlaşılıyor. İl teşkilatı örneğinde bu tür bir ikili yapıya genel merkezin müsaade edeceğini zannetmiyorum. Kısa bir süre içinde ya Şimşek, Kılıçdaroğlu ve yeni yönetim yapısının arkasında olduğunu deklare eder ya da kendi isteğiyle il Başkanlığından ayrılır. İl örgütünde ortaya çıkan bu durum nedeniyle Şimşek'in son tahlilde başkan olarak kalmasının zor olduğunu düşünüyorum. Tersi bir gelişme il örgütünde çatlaklara yol açabilir.
-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı yeni MYK üyelerini Siyasi Partiler Yasasının 10.maddesi uyarınca siyasi partiler siciline işlediğini açıkladı. Ne olacak bundan sonra?
-Bunun anlamı; yeni MYK'nın hukuken geçerli olduğunun tescil edilmesidir. Bu durumda Sav seçimli kurultayı toplamak için bazı girişimlerde bulunabilir. Kurultayı toplayacak sayısal çoğunluğa ulaşamazlarsa seçimlere kadar CHP içinde kalırlar. Bir bölünmenin yaşanacağını zannetmiyorum. Yıllardır CHP'de politika yapan bu isimlerin olası bir bölünmenin ne kendilerine ne de partiye fayda getirmeyecek kadar siyasi tecrübelerinin olduğunu düşünüyorum.
-Kurultay sorunu ne ölçüde çözer?
-CHP'de olası bir seçimli Kurultay kararı alınabilirse, bu kararın alınmasında Önder Sav'ın parti örgütünde delege bazında tartışmasız hakimiyetinin sürdüğü sonucuna ulaşabiliriz. Böyle bir Kurultayı toplatabilen Sav, Kurultay'da istediği adayı genel başkan seçtirebilir. Fakat, CHP'nin kurultay delegeleri seçimlere 7 aylık bir süre kala bir yandan partinin çıkarları, diğer yandan kendi siyasi ikballeri adına böyle bir sürecin işletilmesine ortak olmazlar. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın da onay verdiği MYK değişikliğinin ardından delegeler parti içinde kendi geleceklerini de riske atmak istemeyeceklerdir. Politikada son tahlilde güce ve güçlü olana rağbetin fazla olduğunu, vefanın pek makbul olmadığını unutmayalım. Tabii ki Baykal, Sav, hatta Kılıçdaroğlu da unutmamalı.
NURİYE AKMAN