Kuvvetli sütunu yerleştirmeden zayıfını sallama

Samanyoluhaber.com yazarı Abdullah Aymaz'ın yazısı : Kuvvetli sütunu yerleştirmeden zayıfını sallama
ABDULLAH AYMAZ 

Hutbe-i Şâmiye’nin Arapça olan Teşhîsü’l-İllet’in Zeylinde Üstad Bediüzzaman Hazretleri mükemmelleri ortaya koymadan zayıfları yok etmenin zararlarından bahsediyor ve diyor ki: “Bir zaman işittim ki, bir kişi, evinin damı altındaki direkte bir gevşeklik ve zafiyet görür. Onun yerine kuvvetli bir direk koymadan evvel o zayıf direği sallamaya başlar… Haliyle evin damı başına yıkılır.

Hem gördüm ki; birisi Hz. İmam-ı Ömer’in celâdet ve büyüklüğüne delil getirmek yolunda, boyunun bir minare azamet ve cesametinde olduğunu söyledi. Başka birisi de Hz. Ömer’in büyüklük ve celâleti, onun ruhunun azametinden kinayedir diyerek hakikatı ikame edince, evvelki adamın delilini yıkıp çürüttü.  Ama bu sefer o adam, Hz. Ömer sıradan birisi imiş gibi ‘O halde Hz. Ömer de bizim gibi birisi imiş!’ dedi. Çok iyi düşünmek lâzım.

“Müşâhede ettim ki: Birisi, dinde salabetli, bir adamın salâbetine hücum ediyordu. Lâkin dinî salâbetin kıymet ve ehemmiyeti olan takva,  Hak’da sebat, ahlâkda metaneti delil olarak yerine koymadan önce… İşte bu saldırgan adam, kendisini dinleyen fakirin dînî salâbet anlayışını böylece ifsâd etmiş oluyordu. Sanki suç, dînî salâbette imiş gibi…” 

“Evet kim ki, evinin tavanı altındaki zayıf direği çekmek istiyorsa, evvelen onun yerine kuvvetli bir direkle onu muhafaza altına aldıktan sonra kaldırsın. Yoksa bilmeden evi harap etmiş olacaktır.”

“Hem isbat hususunda ileri sürülmüş olan zayıf veya yanlış delili çürütmek isteyen kimse, sahih ve sağlam bir delil ile hak olan neticeyi tespit ettikten sonra çürütsün. Yoksa fasid delilin çürüklüğünü gösteriyorum derken, hak ve hakikatı da çürütmüş gibi olur, zihinleri ifsat eder; bulantı ve şüphe içinde bırakır.”

“Hem bazılarının taassub olan yanlış davranışlarına hücum etmek isteyen kimse, evvela dînî salâbetin (takvanın, güzel ahlâkın ve hakta sebâtın) önemini ve hürmetini muhafaza altına aldıktan sonra hücum etsin. Yoksa, salâbet ile taassup arasındaki farkı bilmeyen ve şuuru ermeyen kimselerin zihnini ifsat etmiş, hatta dalâlete atmış olur.”

* * *

Bediüzzaman Hazretleri o günlerin Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde konuşurken derki: “31 Mart Hadisesi’nde Dîvan-ı Harb-i Örfi’de dedim ki: ‘Ben talebeyim, onun için her şeyi şeriat ölçüsüyle ölçüp biçiyorum. Ben milliyetimizi, yalnız İslamiyet biliyorum. Onun için her şeyi de İslâmiyet nokta-i nazarından muhakeme ediyorum.”

“Ben hapishane denilen Berzah (Kabir) aleminin kapısında dururken ve dârağacı (idam sehpası) denilen istasyonda Âhiret’e giden şimendiferi (treni) beklerken, insanlık cemiyetinin gaddarâne hallerini tenkid ederek; değil yalnız sizlere, belki bu zamanda ki, bütün insanlığa söylediğim bir nutuktur. Onun için ‘Bütün sırların ortaya çıkacağı gün’ (Târık Suresi, 86/9) âyetinin ifadesi sırrınca, kalbin kabrinden hakikatler çıplak çıktı. Nâmahrem olan kimseler bakmasın, Âhirete tam bir iştiyak ve arzusuyla hazırım, bu asılanlar ile beraber gitmeye hazırım. Nasıl ki, bir bedevî, acip garip şeylere çok hevesli birisi, İstanbul’un acayip yönlerini ve güzelliklerini işitmiş, fakat görmemiş iken, nasıl büyük bir istekle görmeyi arzu eder. Ben de acaib ve garâiblerin arzedildiği yer olan Âhiret Âlemini o arzu ve istekle görmek istiyordum. Şimdi de aynen öyleyim. Beni âhirete sürgüne göndermek, cezâ değil; sizin elinizden gelirse, beni vicdan yönünden azaba atınız. Ve illa başka bir surette azap, azap değil; bilakis benim için bir şandır. Eğer hükümet böyle olursa, yaşasın cünun (cinnet, delilik)  yaşasın ölüm.” 

“Mert olan cinayete tenezzül etmez. Şayet isnad edilse, cezadan korkmaz. Hem de haksız olarak idam edilsem iki şehid sevabını kazanırım. Zira başka şehid, yazı mükafatını dünyada nam ve şöhretle değiştirir. Şayet hapiste kalsam, böyle hürriyeti sözden ibaret bulunan gaddar bir hükümetin en rahat mevki, hapishane olsa gerektir. Mazlum olarak ölmek, zâlim olarak yaşamaktan daha hayırlıdır.

* * *
Üstad Hazretlerinin hürriyet ilanı olan İkinci Meşrutiyet’in (28 Temmuz 1908)  üçüncü gününde irticalen ve sonra Selanik’te Hürriyet Meydanı’nda tekrar ettiği nutkun sözleri şöyle: “Dağ meyvesi acı da olsa, devadır ama hazmedilmesi ağır ve zordur. Bu benim Türkçe olarak ilk tecrübem ve ilk yazım ve birinci konuşmam olduğundan eksiği, kusuru ve muğlak ifadelerinin olması normaldir… Özrümü kabul ederseniz teşekkür ederim. Tutmazsanız, siz mazur sayılırsınız. Zira hürriyet var. Kaplan postuna benzeyen elbisem gibi, üslub-u beyanım da zamanın modasına muhaliftir. Zira alâturka terzilik bilmiyorum ki, tâ bu mânalara iyi bir elbise keseyim ve düğme dikeyim. Rica ediyorum nutkumu hayal hânenize girmekten yasaklamayınız. Benim gibi hem hayalden kapı açın ki, tâ kalbe girsin. Zira bu sözlerin sizin hamiyet, diyanet ve gayretinizle işi var; müzakere edecekler kalbin karanlık köşelerinde ışık yakacaklar.”

Biz de hayal ve kalb kapılarımızı açarak bu ışıktan istifade etmeye çalışalım. 

09 Mayıs 2023 12:47
DİĞER HABERLER