Samanyoluhaber.com yazarlarından Prof. Dr. Osman Şahin yeni köşe yazısını "Kuyu içindekiler ve kuyunun dışındakiler" başlığı ile kaleme aldı.
Hazreti Bediüzzaman, insan hayatını bir yolculuğa benzeterek, genelde o yolun bir bataklığa girdiğini, insanların bir kısmının gerçeklerden haberleri olmadığından bataklıktaki hallerini normal gördüklerinden, büyük çoğunluğunun ise bataklığın farkında olsalar da doğru yolu göremediklerini ifade etmektedirler:
“Şöyle ki:
Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur’an’ın nuruyla gördüm ki o yol bir bataklığa girdi. Mülevves (kirli, pis) ve ufunetli (kötü, pis kokulu) bir çamur içinde kafile-i beşer düşe kalka gidiyor. Bir kısmı, selâmetli bir yolda gider. Bir kısmı, mümkün olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtaları bulmuş.
Bir kısm-ı ekseri o ufunetli, pis, çamurlu bataklık içinde karanlıkta gidiyor. Yüzde yirmisi sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü amber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor. Düşerek kalkarak gider, tâ boğulur. Yüzde sekseni ise bataklığı anlar; ufunetli, pis olduğunu hisseder fakat mütehayyirdirler (şaşkındırlar), selâmetli yolu göremiyorlar.” (Mektubat)
M. Fethullah Gülen Hocaefendi de gerek şahsî hayatımızda gerekse toplum çapında karşı karşıya kaldığımız problemlerin çözümü adına yapılması gereken en öncelikli işin, mevcut durumun doğru okunarak hastalığın iyi teşhis edilmesi olduğunun altını çizmektedirler:
“Eğer kuyunun dibinde bir hayat yaşamasına rağmen bir insan kendisini ferah-feza iklimlerde görüyorsa oradan kurtulması çok zordur. Çünkü böyle bir kişi, içine düştüğü perişaniyetten ötürü ızdırap duymayacak, yanık bir gönülle Allah’a yönelmeyecek ve oradan kurtulma adına atması gerekli olan adımları da atmayacaktır.
Buna karşılık
nasıl bir çukurun içinde bulunduğunu bilen ve bundan rahatsız olan bir insan bir taraftan ıztırar ve çaresizlik hâliyle Allah’a yönelecek, diğer yandan da bundan kurtulma adına ne yapması gerekiyorsa onu yapacaktır.
Yerine göre kuyunun dışındakilerden yardım isteyecek ve kendisine salınan ip veya kovaya tutunacak, yerine göre de pençeleriyle ayaklarını basacağı yerler kazacak ve oradan çıkmaya çalışacaktır. Netice itibarıyla Allah, kendisine gönülden teveccüh eden ve bütün sebepleri yerine getirmeye çalışan böyle bir kulunu yardımsız bırakmayacak, nur-u tevhid içinde sırr-ı ehadiyetin tecelli etmesiyle onu sahil-i selamete çıkaracaktır.
Bu açıdan öncelikle yapılması gerekli olan iş,
durumu iyi tahlil etmek; kuyunun dışı neresidir, içi neresi, bunu çok iyi belirlemek; ideal olanla buna aykırı olanı ayırt edebilmektir.” (Realiteler, Sebepleri Yerine Getirme ve Izdırap)
Kuyunun dışı neresi, içi neresi Kuyunun dışı, yani hakiki güzelliklerin tam anlamıyla yaşanıp temsil edildiği ve herkesin bakıp ona göre şekillenmesi gereken dönem, öncelikle Allah Rasûlü’nün ve daha sonra da Raşit halifelerin yaşadığı zaman dilimidir:
“Hemen ifade etmek gerekir ki bizim için ideal olan dönem, hakiki mânâda İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem), ideale en yakın olanı da Raşit Halifeler’in yaşadığı dönemdir. Daha sonraki dönemlerde de yer yer zılliyet plânında böyle dönemler yaşanmıştır.
Meselâ Emevilerdeki Ömer İbn Abdülaziz dönemi ile Abbasilerdeki Hâdî, Mehdî ve Harun Reşit dönemleri bunlardandır. Zılliyet plânında (gölgesi olarak) ideale en yakın hayatın en uzun sürdüğü zaman dilimi ise Osmanlılar döneminde yaşanmıştır. Onlar, hiçbir İslâmî devlete nasip olmayan, belki yüz elli veya iki yüz sene zılliyet planında ideal veya ideale çok yakın bir hayat yaşamışlardır. İşte bunlar dışarının güzelliklerini iliklerine kadar duyup hissettikleri için bir çukura düşmenin veya kuyu dibinde yaşamanın nasıl tahammül edilmez bir felâket olduğunu anlayabilirler. Onlar yitirdikleri Cennet’le aralarına bir metre mesafe girdiğinde, sahip oldukları değerlerin bir metre ötesine düştüklerinde bunu rahatlıkla hissedebilirler.” (Realiteler, Sebepleri Yerine Getirme ve Izdırap)
Hakikatlerin ve güzelliklerin farkında olan, yaşayan veya hissedebilen insanlar onları kaybetmenin ne kadar büyük bir bela ve musibet olduğunu çok iyi bilebilirler. Gerçek imanın işaretlerinden biri de iman ettikten sonra, imanın güzelliklerinin farkında olduğundan, küfre girmeyi ateşe girmek gibi görüp hissedebilmektir.
Ama bu büyük güzelliklerden, hakikatlerden ve gerçek saadet ve mutluluktan haberi olmayanlar ise nelerden mahrum olduklarını ve neleri kaybettiklerini bilemezler. Günümüz insanının en büyük talihsizliklerinden bir tanesi de işte budur. İnsan bilemediği bir şeyi talep edip arayamaz ki… Onlar, insana iki dünya saadet ve mutluluğunu veremeyecek şeylerle avunur dururlar:
“Başkaları ise o Cennet gibi hayatı duyup hissetmediklerinden, Cennetlerinden uzaklaştırılmanın ve kendi değerlerini yitirmiş olmanın farkına varamaz ve bunun ızdırabını duyamazlar. Onlar, bir dönemde hislerimizin, aşk u heyecanlarımızın, gözyaşlarımızın nasıl çalındığından ve bizim manevî açıdan nasıl züğürt bırakıldığımızdan da habersizdirler. Çünkü onların şahit oldukları camiler aşk ve heyecanla dolup taşan mekânlar değildir. Aynı zamanda onlar mektebin insanı nasıl Allah’a yükselten bir miraç hâline geldiğini hiç görememiş, sokağın nezahetine şahit olamamış, dolayısıyla da böyle bir hayattan mahrum kalmışlardır. Bu mahrumiyet ise onların içinde bulundukları çukuru görmelerine engel olmuştur.” (Realiteler, Sebepleri Yerine Getirme ve Izdırap) O halde, günümüz insanına o saadet asrını ve insanlarını tam ve doğru olarak anlatmak ve hem de günümüzde onlar gibi yaşamaya çalışan ve o güzellikleri temsil edebilen bireylerle tanıştırıp göstermek gerekir:
“Bu mahrumiyeti aşmanın ve realiteleri görmenin yolu ise idealimizdeki hayatın yaşandığı çağa gitmek ve o çağı bütün renk, desen ve şivesiyle görüp anlamaya çalışmaktır. Eğer siz Efendimiz’i çok iyi tanır, Efendimiz’den O’nun has arkadaşlarına yürür ve onların yaşadıkları zamanı bütün boyutlarıyla kavrarsanız, kendi durum ve konumunuzu doğru değerlendirebileceğiniz bir ölçüye sahip olmuş olursunuz. Esasen nasıl bir eğrilik içinde bulunduğumuzu anlamanın yolu da buradan geçer. Eğer düşünce ve hareket dünyanızın sıhhatini kontrol edebileceğiniz bir endazeniz veya bir mihenk taşınız varsa, kayma ve sapmalarınızı rahatlıkta tespit edebilir ve nasıl bir durumda bulunduğunuzun farkına varabilirsiniz.
Evet, yaşadığımız perişaniyetten kurtulmak istiyorsak öncelikli olarak devr-i risaletpenahiyi çok iyi hazmetmeliyiz. Öyle ki açlığımızı ve susuzluğumuzu onunla gidermeli, aşk u iştiyakımızı onunla kamçılamalı, Allah’a karşı alâkamızı onunla coşturmalıyız.” (Realiteler, Sebepleri Yerine Getirme ve Izdırap)
Gerçek güzelliklerle ve onların insanlığa vaat ettikleriyle tanışanlar neleri kaybettiklerini görebilir ve bunları tekrar kazanabilmenin mücadelesini verebilirler:
“Bunu başarabilir ve yaşadığımız çağa bu pencereden bakabilirsek yuvanın nasıl derbeder ve perişan hâle geldiğini, sokağın nasıl berbat edildiğini, eğitim müesseselerinin yüzüne bakılacak hâllerinin kalmadığını ve hatta insanların şahlanıp kanatlanacakları mekânlar olan mabetlerin bile lâl kesildiğini görebiliriz. Zira ne orada konuşanlar ciddi bir şey söylüyor ne de orada ibadet edenler ne yaptıklarının farkındalar. İşte bu hakikati gören insanlar kuyunun dışını iyi resmetmeli ve aynı zamanda içinde bulunduğumuz hâli de güzel dramatize etmeliler ki, günümüz insanlarının gözünü hakikate açabilsinler. Açsınlar ki onlar da kendi hâllerine bakıp, “Ne perişan hâldeymişiz!” diyebilsinler.” (Realiteler, Sebepleri Yerine Getirme ve Izdırap)
Bu farkındalığı yakalayabilen insanlar, kaybettiklerinin acısıyla kıvranıp ızdırapla Allah’a yönelecekler, muztarrın (çaresiz kalmış insanın) duası ile kapıyı tıklatacaklar ve böylece onları kurtuluşa götürebilecek bir yola girmiş olacaklardır:
“Bu başarılabilir ve insanlara nasıl bir kuyunun içinde yaşadıkları gösterilebilirse onlar da ıztırar (çaresizlik) ruh hâliyle Cenâb-ı Hakk’a teveccüh edecekler ve O’ndan yardım talebinde bulunacaklardır. Kur’ân-ı Kerim’de yer alan, “Çaresiz kalıp inleyenin duasını kabul edip sıkıntılarını gideren Allah’tan başka kim olabilir?” (27/62) âyet-i kerimesi, muztarrın (çaresiz kalmış) duasının kuvvetle kabule karin (yakın) olduğuna işaret etmektedir.” (Realiteler, Sebepleri Yerine Getirme ve Izdırap)