Laiklik ve biz

Laisizme menşeinden dolayı lakayt olabiliriz. Yani laisizm Avrupa'nın kendi ihtiyaçlarına cevap verme zaruretinden doğdu diye bizimle alakası yok diyemeyiz.
HÜSEYİN ODABAŞI 

Laisizme menşeinden dolayı lakayt olabiliriz. Yani laisizm Avrupa'nın kendi ihtiyaçlarına cevap verme zaruretinden doğdu diye bizimle alakası yok diyemeyiz. Çünkü Avrupa medeniyeti bugün bütün dünyayı ilgilendiren en etkili medeniyettir.  Bundan dolayı laiklik fikir ve anlayışını ele alıp, üzerinde düşünüp, işimize yarayan ve yaramayan kısımlarını tayin ve tespite mecburuz. Çünkü tam bir asırdan beri laiklikle karşı karşıyayız fakat bu konuyu millet olarak layık-ı veçhiyle düşündüğümüzü ve dolaysıyla da idrak ettiğimizi söyleyemeyiz.   

Bir şeyi toptan kabul veya reddetmeye işi getirmeden bu laiklik fikrinin bireysel hayatımıza dahi katkılarının olup olmadığına bakmalıyız. En meşhur tanımıyla laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması demektir. Dolaysıyla Kuran’daki, “Sizin dininiz size bizim dinimiz bize” (Kafirun Suresi, 6) anlayışını bir laiklik olarak görebiliriz. Bu gibi ilahi prensipler, aslında bir taraftan dinî kimliğimizi ve yapımızı korudu diğer taraftan da dışımızdaki ideolojiler ve dinler de bizden saygı gördü. Bu bakımdan Türkiye'deki laiklerin iddia ettiği gibi dinimizin diğer bütün dinleri ve mezhepleri yok etmek üzere bir hedef belirlediğini söyleyemeyiz. Çünkü Türkiye'deki laiklik daha çok din saldırganlığı varsayımına karşı devleti koruma refleksine, abartısına dayanır. 

Bakara Suresi 193. ayetine göre; “Bütün din Allah'ın oluncaya ve bütün fitneler ortadan kalkıncaya kadar mücadele edin” emri mevcuttur. Evet her din ve ideal sahipleri gibi ben de dinimin bütün dünyaya hâkim olmasını yayılmasını isterim. Fakat dinimizin bu yayılması meşru çerçevede, güzel bir mücadele ile ve insanların kalplerinin ve akıllarının iknası gibi metotlarla olmalıdır. Çünkü dinimizin isteği budur: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir tarzda münakaşa ve mübahasede bulun.”(Nahl, 125)

Öncelikle kaba kuvvetle bizim dışımızdaki din, mezhep ve ideolojileri yok etmeye kalkmak bu mücadeleyi bize salıklayan dinimizin genel kriterlerine uygun değildir. Allah bizi isteseydi bütün insanlığı tek bir ümmet, tek bir dinden yapabilirdi (Maide 48). Bu sebepledir ki Osmanlı, asırlar boyu hâkim olduğu en güçlü dönemlerinde dahi başka dinleri veya milletleri yok etmeye çalışmadı.    

“Dinde zorlama yoktur” (Bakara, 256) diyen bir din kendisini dünyanın her yerinde hâkim kılmakla alakalı bir emir ve hedefi yerine getirmemizi istiyorsa demek bu işi, zorlamadan, insanların irade ve seçme özgürlüğünü ellerinden almadan ve teröre bulaşmadan yapmalıyız. Dinimizi anlatıp insanlara ifade ederken insanların seçme özgürlüklerine saygı göstermek sanıyorum Avrupalıların laiklik ilkesi ile aynı şeydir: “Allah dileseydi şirk koşmazlardı ve biz, seni onların üstüne bir bekçi dikmedik, onları korumaya, işlerini görüp kendilerini gözetmeye memur da değilsin.”(En’am, 107). Yani polis veya askerler gibi onlara bir şeyi zorlan ve cebren yaptırmak zorunda değilsin. “Eğer senden yüz çevirirlerse senin görevin sadece tebliğdir.”(Nahl, 82)

Dinin gönüllerde hakimiyeti olacak fakat bu dinimizin ortaya koyduğu bazı şartlar ve usuller ile olacaktır. İlla hakimiyet ve iktidar olma konusu ilk etapta dinin kendisine zarar verir. Hatta meşru usul ve metotları terk ederek dini yaymaya kalkmak dinin kendisini yok etmek demektir. Mesela; dinimizi yaymak için aldatmaktan başka çare kalmadı diye düşünerek aldatarak dinimizi yaymaya kalkmak veya başkalarının kabul etmesini sağlamak mümkün müdür? Çünkü aldatmayı bizzat dinimizin kedisi yasaklamışken bu nasıl olacak? Veya yalan söyleyerek de dinimizi yaymamız, yaşamamız mümkün müdür? Çünkü dinimiz İslamiyet, doğruluk üzerinde dönüp durur. Yalanla İslamiyet'i yaymaya çalışmak ilk evvel dinimizin kendini yok eder, ortadan kaldırır. 

Bu bakımdan başkalarının varlığını kabul etmek yani konumuna saygı göstermek laiklikse inancımıza göre bunun bir mahsuru yoktur. Başkalarının inançlarını kabul etmek başka bir şeydir başkalarının inançlarının da olduğunun varlığını kabul etmek başka bir şeydir. Bu ince nokta anlaşılmadığından dolayı laikler, anti laikler aralarında anlamsız bir kavga devam edip gitmektedir. 

Laiklik dinin devlete veya başka dinden uzak yapılara tecavüzünü engellemek içindir. Fakat şöyle son yüz sene geriye doğru giderseniz dinlerin değil bilakis dinlere ve dindar olan insanlara tecavüz edilmiş ve hakları, hukukları ellerinden alınmıştır. Orta çağda belki kilisenin ruhani baskısına karşı devletler ve toplumlar kendini korumak için laiklik ilkesini benimsediler. Fakat bugün iş tersine döndü. Dinlerin bir toplumda devlet baskısı oluşturacak güçleri kalmadı. Özellikle bugün diyanetin eliyle dinimiz, devletin basit bir aparatı haline geldi. Devletin elinde oyuncak haline gelen dinimizin devlet ve seküler topluluklara karşı laiklik ilkesine sığınıp onların şerrinden kendini koruması gerekir. 

Çözüm nedir? Çözüm olarak özellikle Türkiye gibi devletlerde dinimiz olan İslamiyet'in güçler ayrılığı ilkesine dahil edilmesidir. Yasama, yürütme ve yargı erkleri nasıl birbirinden ayrıdır, muhtariyetleri vardır, birbirlerine üstünlükleri yoktur. Veya yasama yürütme ve yargı birbirilerine karşı bağımsızdırlar. Veya en azından pratikte uygulamada sorunlar olsa da kamu vicdanı meselenin böyle olması gerektiğini kabul eder. Halkın yüzde sekseni Müslüman bir beldede aynen bunun gibi muhtariyet anlamında din bağımsızlığı olmalıdır. Günümüzde olduğu gibi Dini devletteki idarecilerin emir ve tavsiyelerine bağlı hale getirmek sadece laiklik ilkesine değil en azından lahuti ve ilahi olan bir dinin kendi varlık fıtratına da terstir ve zıttır. Yani dindar bir toplum dinle alakalı konularda kendi karalarını devletin işleyişine karışmadan kendileri verebilmelidir.

Dinî ve ahlaki eğitim ve öğretim noktasında kurumlaşırken, karar alırken dini camianın özgür iradesi olmalı. Kendileriyle alakalı kararları yine kendileri verebilmeli. Anayasal çerçeve buna göre hazırlanmalı. Din ve devletin diğer erkleri arasındaki ilişkiler laiklik ilkesine göre yeniden belirlenmelidir. Ki ne din adamları devleti kendi dogmalarına göre idare etmeye kalksın ne de devletin idarecileri, kendilerini bu dinin müftüleri yerine koyup devlet menfaati deyip dinin kurallarını eğip bükebilsinler. Devletin hukuku dinin prensiplerine göre belirlenmese de Müslüman bir toplumda karar alıcı olan devlet erki olan yasamanın dinin genel yapısına ters düşen karalara imza atmamalıdır. Toplumun dinini kali almalı yok saymamalıdır. Onu tehdit unsuru olarak görmekten vaz geçmelidir. Dahasını söyleyeyim dini bir maşa gibi kullanmaya kalkmamalıdır. 

Bugün Türkiye'de hükümetin ekonomik beceriksizliği karşısında diyanetin; “Fiyatları yükselten Allah'tır” fetvası vermesi, hükümeti paka çıkarayım diye Rabbine iftira eder hale gelmiş olması dinimizin devlet baskısından, maşalığından acilen kurtarılması gerektiğini bize gösteriyor. Devleti idare edenlerden ne bekliyoruz? Hiçbir şey. Evet hiçbir şey beklemiyoruz. Gölge etmesinler başka ihsan istemezük. Çünkü temeli yalana ve şiddete dayanan politikayla iktidar olan yürütme erkine diyanet ne kadar uzak olursa daha iyidir. Hükümette yürütme erkinde söz sahibi olanlar maalesef bu zamana kadar gördük ki yalan, aldatma, emanete ihanet gibi ahlakın ve dinin reddettiği her türlü melaneti çok rahat irtikap edebiliyorlar. Dolaysıyla dinin yürütme erkiyle yan yana olması bir sıkıntıysa diyaneti onların emrine verip memurları haline getirmek de dinin özünün bozulması, boğulması, boğazının sıkılması anlamına geldiğinden dolayı daha büyük bir sıkıntıdır. 

Velhasıl kelam; Türkiye’nin son 150 senesini göz önüne getirdiğimizde dinimizden dolayı hapislere düşen devlet adamları yoktur. Her on senede bir din adamlarından devlet adamlarına karşı bir darbe olmadı. Örneğin Bediüzzaman ve talebeleri devleti idare edenleri mahkemelerde süründürüp onların hayatlarını zindan etmedi. Hiçbir dini cemaat, bir başbakanı tutup da darağacında sallandırmadı. Günümüze gelirsek en tehlikeli olarak görülen Gülenistler, devleti destekledi diye hamile kadınları hapse attırmadı. Dindarlar, 100 bini aşkın KHK’lıyı memurluktan men etmedi.

Dolaysıyla cahil ve zalim devlet adamlarının şerrinden emin olmak için laiklik ilkesine herkesten çok biz muhtacız. Ve dahası yürütmeyi temsil eden hükümetin elinde bir aparata, maşaya dönüşmemesi için memurluktan kurtarılması gereken diyanetin yasama, yürütme ve yargı gibi özerk ve bağımsız olması gerekir.

28 Eylül 2022 15:50
DİĞER HABERLER