Babam anlatmıştı: Isparta’da askerliğimi yaparken Ahmed Feyzi Kul Ağabeyin kardeşi Mehmet Kul Ağabeyin de vefatını öğrendim. “Acaba bunların kitapları ve yazdıkları Risaleler ne oldu?” diye düşünmeye başladım...
Babam anlatmıştı: Isparta’da askerliğimi yaparken Ahmed Feyzi Kul Ağabeyin kardeşi Mehmet Kul Ağabeyin de vefatını öğrendim. “Acaba bunların kitapları ve yazdıkları Risaleler ne oldu?” diye düşünmeye başladım. Terhis olduktan sonra Çeşme Dersanesine geldim. Baktım kitaplarının hepsi oraya getirilmiş. Oğlu Yaşar Bey, babasından ve Mehmet amcasından kalan bütün kitap ve yazıları oraya getirmiş.
İhtiyacı, olanlar, matbu kitapları almışlar. Geriye el yazmalar kalmış. Onları da bana verdiler. Zaten ben daha çok onları merak ediyordum. İçinden neler çıkmadı!... İnce Mehmet Ağabeyin inci gibi yazdığı Rumuzat-ı Semaniye… Hasan Feyzi Ağabeyin kendi el yazısı ile bir şiiri M. Fethullah Gülen Hocaefendiye takdim ettiğim bu şiir o zaman merhum Köse Mahmut Ağabeye vererek çerçevelettirdi ve duvara astırdı… Bir ilk okul defterine yazılarını çok iyi tanıdığım ağabeylerden başka birisinin yazdığını tahmin ettiğim: “Isparta’dan S.S. çıkacak Risalelere sahip çıkarsa yükselecek, yoksa hâsirundan olacak” mealinde bir yazı…
Sonradan bu S.S. nin Süleyman Sami Demirel olduğunu öğrendim. Ama yazıyı kim yazdı, söz kime ait bir türlü tam öğrenemedim. Gerçi o sözün Üstad Bediüzzaman Hazretlerine ait olduğunu söyleyenler var. Yazının tipi biraz beni işkillendirdi… Zaten Üstadın yazısına hiç benzemiyor. Ağabeylerden tanıdıklarımın hiç birisinin el yazısına benzer tarafı yok…
Nureddin Aksakal Beyle görüştük. Kendisini önceden de kitaplarından tanıyordum. Değerli bir araştırmacı. En son Üstad Hazretleriyle ilgili yazdığı “Dünyalığını Bir Bohçaya Sığdıran Adam” isimli kitabını okumuştum. Bilhassa Kastamonu’dan Üstadın Denizli’ye getirilişini, hapisane, mahkeme ve mahkemeden beraattan sonra hatıraları anlatıyor…
Nureddin Bey, Denizli’nin ilklerinden olan Risale-i Nur talebesi ağabeylerden hayatta karşılaşıp görüştüklerinden de bahsetti. Hasan Feyzi Yüreğil Ağabeyimiz ile ilgili ibretli bir olayı şöyle anlattı: Hasan Feyzi Ağabeyin oğlu ile birkaç defa görüştük. Babasından kalan kitapları ve el yazmaları görmek istedim. Başka bir evde olduklarını söyledi. Israrım üzerine o eve gittik. Bir baktık ev perişan… Viran hâle getirilmiş. Komşulara sebebini sorduk. “İnşaatlarda çalışan bazı câhil işçiler boş bulunca evi işgal ettiler. Soğuk günlerde de odun yerine kitapları ve defterleri yakıp ısındılar” dedik. Hayret içinde kaldık, nasıl böyle bir câhillik yapılabilirdi…
Şu Abdurrahman da diyor ki: Hak hukuk bilmeyenin hepsine de okumuş olsa bile câhil de geç… Bu zâlimler ise okumuş câhil. Evet unutmayalım Alimler kitap yazar. Câhiller de kitap yakar. İşte bu süreçte aynen olduğu gibi… Aslında o ateşlerin üzerine oturmuşlar, bir kısmını karınlarına dolduruyorlar, bir kısmının hararetiyle daha şimdiden kavruluyorlar.