Samanyoluhaber.com yazarlarından Hüseyin Odabaşı, Los Angeles'te yaşanan bölgesel yangın felaketi ve Bolu Kartalkaya'daki bir otelde yaşanan yangın felaketini kıyasladı. Ortaya trajik bir durum çıktı.
7 Ocak’tan (2025) itibaren çıkan yangında, Los Angeles bölgesi bir şehir olarak yandı; 25 kişi hayatını kaybetti. Görüntüler dehşet vericiydi. Evler, arabalar dahi yandı. Rüzgarlarla birleşince meydana gelen yangını, koskocaman ABD devleti bütün uğraşlarına rağmen söndüremedi. Söndüremedi, çünkü neredeyse ateş yakacağı her şeyi yaktıktan sonra çekilip gitti. Bütün bu yangın ve kül olmadan sonra 3 milyon 890 bin insanın yaşadığı şehirde kaç kişi öldü dersiniz. 25 kişi, 27 kişi veya 30 kişi...
Görüntülere bakınca ABD devleti Los Angeles'taki yangını söndürmede aciz kaldı, sınıfta kaldı, başarısız oldu. Toplam 275 milyar dolarlık hasar meydana geldi. Ve bu yangınla alakalı Türkiye’deki kullanıcıların pek çoğu da sosyal medyada Allah’ın zalimlere cezası şeklinde ayetler koyup Amerikalı da olsa masum insanların yanmasını sanki gökten vahiy almış gibi Allah’ın cezası olarak gördüler, yazdılar, çizdiler. Yani yangın seviciler bayram ettiler.
Fakat bizde de aynı ay içerisinde Bolu iline bağlı Kartalkaya kayak merkezinde bir otel yandı. Maddi hasar Los Angeles'teki yangına göre çok küçüktü. 12 binden fazla evin kül olduğu bir yangına göre sadece bir otel yandı, o kadar. Bir otel dediğin nedir ki, bir hafta da bilemedin bir ayda yenisini yaparsın. Fakat arabaların, ormanların ve evlerin yok olduğu ağır hasarlı bir kenti onarmak kalay mı? Bir tarafta bir şehir yandı, 100 bine yakın insan tahliye edildi. Diğer tarafta Bolu vilayeti mi yandı? Yok ya sadece bir otel veya bina yanıverdi o kadar. Yani abartmaya gerek yok azizim. Bolu kenti bütün haşmetiyle orda duruyor işte. Bu kadar bağırıyor bu kadar çığırtkanlık yapıyorsun, üzülüyorsun. Bir otel için değer mi? Sen illa da ölü sayılarını da mukayese et de kâr zarar hesabını ona göre yap diyorsun.
Evet, burada biraz haklısın Los Angeles yandı, 12 bin bina kül oldu. En az 12 bin insanın da yanarak can vermesi gerekirdi. Fakat her bin eve iki insan düştü. 24 bilemedin 30 insan vefat etti bu Amerikan yangınında. Ya bizde bir otel yandı, 78 can vefat etti. Fakat şehir yanmadı ya ona bak sen. 78 can ise takdir-i ilahi. Kader onların orada ölmelerine fetva vermiş. Elden ne gelir ki. Onlar o saatte otelde yanarak değil de nasıl olursa olsun aynı tarihte ölmeyecekler miydi? Ömrü bir saat ileri almaya veya erkene almaya bir beşerin gücü yeter mi? Yetmez. O zaman olan bizim otele oldu. Ölenle veya zaten öleceklerle ölünmez ki kardeşim!
Evet, bir tarafta bir şehir yandığı halde 24 ölü var, diğer tarafta bir otelimiz yandı, fakat 78 cenaze çıktı. Evet, kardeşlerim mukayese ve muhakemeyi neye göre yapacağız? Tabii ki giden mala mülke göre mukayese yapamayız. Ya Bolu şehri olduğu gibi yansaydı ne olurdu halimiz? Fakat 78 canın yanarak öldüğü Kartalkaya otelinin dibinde ilk günden itibaren insanlar hiçbir şey olmamış gibi kayak yapmaya devam ettiler. Bu 78 canın vefatından daha beter bir durumdur. Bu durum insanlığımızın da öldüğünü gösteriyor. Zaten otelin güvenliğinin zayıf olmasıyla, o fecainin yaşanmasından sonra hiçbir şey olmamış gibi kayak pistinde vurdumduymaz bir şekilde kaymaya devam edenlerin olması aynı noktaya işaret eder; insan hayatı gözümüzde maldan da mülkden de daha değerli değildir.
Rivayete göre Cüneyd-i Bağdadi cenaze namazı kıldırırken niyetini sesli bir şekilde, “Arkamda hazır ve nazır bulunan ölüler için Allah u Ekber” diye bağırarak tekbir almış. Demişler, “Hocam cenaze namazı niyetini yanlış yaptın. Arkadaki ölüler değil önündeki ölüye niyet etmelisin. Niyetini düzelt.” O alim zat da arkasına dönerek demiş ki, “Siz de kalben ölüsünüz. Sadece bedeni ölü olan önümüzdeki bu cenazeden daha kötü durumdasınız.” Kartalkaya’da vefat edenlerin cenazesini kıldıran bir imam insan hayatına değer vermemekle insanlığı ölmüş arkadaki kalabalıkların cenazesi diyerek tekbir alsaydı, isabetli bir iş yapmış olurdu. Zararı ziyanı sadece malla mülkle ölçen bizleri de niyet ederek:
“İnsanlığımız ölmüş, Allah u Ekber.”
Aslında insan sevgisinin bizim topraklarda olmadığını konuşulmadığını söylemek de mümkün değildir. Yunus Emre, “Yaratılanı severiz Yaradandan ötürü.” diyerek, insan sevgisine önemli bir atıfta bulunur. Osman Gazi’nin Orhan Gazi’ye vasiyet gibi sözleri ile “Oğul insanı yaşat ki devlet yaşasın” der, nasihatinde bulunur. Peygamberimiz (sav) bir Yahudi cenazesinin yakınlarından geçmesi karşısında ayağa kalktığında sahabeler, “O bir Yahudi cenazesiydi Ya Resullah, ayağa kalkıp da saygı göstermenize gerek yok” demek isterler. Fakat O(sav), “O bir insandı” der.
Fakat sohbetlerimizde bahsini ettiğimiz bu insan sevgisinin şu an bizde sosyolojik veya psikolojik olarak pek karşılığı olduğunu sanmıyorum. Bizim insan sevgimiz hayata, pratiğe yansımayan soyut değil de, somut ve hayatta karşılığı olan bir insan sevgisine saygısına dönüşmelidir. Somut, hayatta karşılığı olan bir insan sevgisinin olabilmesi için de insan ve insani değerlere maldan mülkten daha fazla değer veriyor olmamız gerekir. Çünkü çoğu zaman insan hayatının korunması adına gerekli önlemleri alabilmek, malı da mülkü de gözden çıkarıp yatırım yapmamızı gerekli kılar.