Samanyoluhaber.com yazarı M. Ertuğrul İncekul'un yazısı
M. ERTUĞRUL İNCEKUL
“Rahat, zahmette; zahmet, rahattadır” ölçüsü evrensel kabul görmüş bir gerçektir. Boş, tembel, hiçbir şey yapmadan, zamanı hoyratça harcayanların, zamanını planlayan, çalışkan, gayretli insanlara göre çok daha mutsuz oldukları, hayattan ve insanlardan şikayet ettikleri gözlemlenmiştir. Emek sarf etmediğimiz, yatarak elde etmeyi planladığımız hedeflerimiz genelde başlamadan biterler. Çilesiz ve emeksiz işlerin uzun ömürlü olabildiğini de göremeyiz. Bir işin, aksiyonun temelinde emek varsa, çile varsa, gayret varsa genelde uzun soluklu ve kalıcı olabiliyorlar.
Günümüz insanı huzursuz, mutsuz bunca teknoloji ve gelişme insanları mutlu edemedi. Yapay zekânın ortaya koyduğu harika pratikler bile gayesini ve hayatın anlamını yitirmiş insana yeni bir mutluluk veremedi. Manayı kaybeden, anlamı, özneyi kaybeden bir insan, maddenin kesif ve ruhsuz sınırları içinde nasıl bir anlam ve mutluluk bulabilir ki? Sadece tüketerek, bir fabrika gibi makinalaşarak, yalnızca hedonist bir yaklaşımla sadece haz almaya endeksli bir yaşamla nereye varabilir ki? Kalp ve ruh ufku diye bir boyutu nasıl hatırlamaz ki? İnsanın akıl kadar gerçekçi diğer boyutu kalbin soluklarını nasıl işitmez ki? Sağlık için Tesla MR cihazları ile insan uzuvlarına ait her tür detaya ulaşılabiliyorken, kalp ve ruhun karakteristiğine, sınırsız mana boyutlarına, sağlıklı beslenme yöntemlerini anlamaya, keşfetmeye ait ne kadar uğraş veriyoruz? Ne kadar gayret gösteriyoruz kendi sınırsız, içsel güçlerimizi, yeteneklerimizi anlamak için? Tasavvuf, psikoloji, psikiyatri gibi uzmanlık alanları ruh sağlığı, kalbin manevi mertebeleri ve boyutları ile ilgilense de insanlığın derdine derman olabilecek bir boyuta ve çözümleyici konuma geçemediğini düşünüyorum. İnsanlığa sunulan reçeteler kendini tekrardan ve ezberden öte geçemiyor. Söylediklerini gerçekten pratik etmiş, kendi ruh ve kalp boyutunda yol alabilmiş uzman ve mürşid sayısı oldukça sınırlı. “Kulaklar doydu, gözler aç” diyordu bir Hak dostu. Olacağımız sadece öncelikle olacağımız, söylediklerimizi yaşayacağımız, pratiğe dökeceğimiz bir dünyada daha mutlu ve huzurlu toplumları yakalayabiliriz. Yaşatma ve başkalarına faydalı olma arzusu baskın bireylerle, fertlerle hayalini kurduğumuz dünyaya kavuşabiliriz. Bencilce ve hunharca tüketilen bir hayatın kimseye bir hayrı dokunmaz.
Günümüz insanı aç ve kocaman bir boşlukta yüzüyor. Bu girdap zaman zaman hepimizi etkisi altına alabiliyor. Varlığın bir gayesi varsa o da insan hizmet etmektir. Doğanın yani fiziğin kurallarına, fıtrat kanunlarına uygun hareket edemeyen insan boşluktadır. İçinde olduğu dünyayı çözümleyememiş bir şaşkınlık içindedir. İlahi kaynaklardan ve bilimden varoluş gayesine uygun istifade etmeyi bilemediği için de buhranlar içinde kıvranıp durmaktadır. Evren ve varlık Varoluşçular'ın dediği gibi insana düşman ve rakip değildir. İnsan bu harika evreni ve varlığın sırlarını çözebilecek, decoder olabilecek, Yaradan ve varlık arasındaki bağlantıları kurabilecek yegane varlıktır.
Ümit inançtan kaynaklanır. Ümidini yitiren aslında Allah'a olan inancını yitirmiştir. Ümitli olmak ölüm meleği gelene kadar bize verilenlere sadık olmaktır, verildiği istikamette ve hedefte onları kullanmaktır, geliştirmektir. Ümit sahibi olmak kuru bir Polyannacılık değildir. Gerçeklerden kopukluk hiç değildir, tam tersine hayata tutku ile bağlı olmaktır, insanı sevmektir, kötülük gördüğün dünyayı terk etmemektir. Yaşam motivasyonu yüksek insanların kaynağı vicdanlarıdır. Vicdanı geniş olanlar başkalarının da yaşadığı cehennemi ruhunda hissedenlerdir. Goethe ne güzel ifade eder bu durumu “ Dünya hassas kalpler için bir cehennemdir”.
Hakk'ı sevenlerin en büyük beklentisi, O'nun hoşnutluğudur. O'nun yolunda O'ndan başka beklenti ve ücret beklemezler. Yolun adabına saygılı olurlar. Ruhuna ve kalbine katlanamayacağı yükleri yüklemezler. Devamlı ölen ve yenilenen hücrelerimizle, hayat ve ölümün iki yüzlü bir gerçek olduğunu asla unutmazlar. Korku ve endişeden kurtulmanın yolunun varlığın gerçek sahibinden korkmaktan geçtiğini bilirler. Şeytanın en büyük tuzaklarından birisinin bencillik ve duygusuzluk olduğunun farkına varırlar. Hak yolcuları son nefese kadar sürecek asıl savaşımızın kendi içimizde olan kamil insan, yetkin insan olma mücadelesi olduğunu bilirler.
Nasıl bir bayram mı bekliyorum? Sevgiyi gerçekten sevdiğim, nefretten nefret ettiğim bir bayram bekliyorum. İyilik yaptığım ve iyi olduğum için pişman olmadığım bir bayram bekliyorum. Düşmanlığa düşman olduğum, insanı renk ve milletine göre ayırt etmediğim, insanı insan olarak sevebildiğim bir bayram bekliyorum. Kendi kusurlarımı görebildiğim, benim kusurlarımı bile bana bırakmayanları da kabul edebildiğim bir bayram bekliyorum. Cahilliğini bilmeyen, cehaleti ile hayatınla ortaya koyduğun hakikatleri bile yutmaya ve sömürmeye çalışanlara “O çok merhametli Allah'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) "selam" derler (geçerler).” hakikatine erebildiğim bir bayram bekliyorum. Kadrim, kıymetim bilinmedi diye üzülmeyi bıraktığım bir bayram diliyorum. Birlik ve beraberliği ülkemiz ve dünyada gerçekleştirebileceğimize en azından inanmaya başladığımız bir bayram bekliyorum. Söylediklerimi Hak için söylemişsem şimdi bu öfke ve celalim nedir? soruna cevap bulduğum bir bayram bekliyorum. Hizmet deyip, hak deyip koştu isen, kanlı-dere, sarp-yokuş aştı isen, önce ham idin şimdi pişti isen, söyle bugünkü kîl u kâlin nedir? ikazını vicdanımda duyabildiğim bir bayram bekliyorum ve diliyorum…
Nasıl bir bayram bekliyorsanız bayramınız öyle olsun…