İnsan hakları savunucusu Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu verdiği röportajda KHK'lıların yaşamak zorunda bırakıldıkları dramlardan Maden ailesine, cezaevlerindeki bebeklerden hasta, yaşlı ve hamile tutuklulara kadar birçok konuya değindi
RÖPORTAJ: Müjgan Halis / gazetekarinca.com
Ömer Faruk Gergerlioğlu bir hekim, uzmanlık alanı göğüs hastalıkları. Ancak Türkiye kamuoyu onu Mazlum Der Genel Başkanlığı günleriyle tanımaya başladı. Muhafazakâr camianın farklı konuşan isimlerinden biriydi. Ve gün geldi bu ‘farklılığı’ onu da 15 Temmuz KHK’lilerinden biri yaptı. Yıllarca görev yaptığı mesleğinden el çektirildi, hatta ömrünün önemli bir kısmını geçirdiği Kocaeli’nden ‘ekmek parası’ uğruna ayrılmak zorunda kaldı. Ancak yaşadığı kişisel zorluklara rağmen, bir yandan yeni yerleştiği Batman’da mesleğini sürdürürken, diğer yandan da kendisi gibi KHK mağduru olan kişilerin mağduriyetlerini takip etmekten ısrarla vazgeçmedi. Sadece bu ‘ısrar’ bile onu bir söyleşinin konusu yapmaya yeter de artardı bile ancak daha önemlisi tanıklıklarıydı. Gazeteci olarak onunla en çok anne-babası tutuklu olan çocukların ahvalini konuşmak istedim. Öyle şeyler anlattı ki; yaşananları herhalde sadece ‘dehşet’ sözcüğü açıklayabilir…
-Sayın Gergerlioğlu, sizinle KHK ile görevinizden el çektirildikten sonra röportajlar yapıldı. Ben izninizle bu sohbetimizde, KHK sürecini atlayıp, yaşamak zorunda bırakıldığınız Batman’dan başlamak istiyorum. Mesleğinizi sürdürmek için Batman’a yerleştiniz. Batman’dan öncelikle bölgeye, sonra da Türkiye’ye bakınca ne görüyorsunuz? Göremeyenlere göz, tanık olamayanlara şahit olmanızı istesem nasıl bir resim çizersiniz?
-Zulmen işimizden ihraç edildikten sonra iş arayışlarına başladım. Kocaeli’nde ikamet ediyordum. Batman’da uygun bir iş bulunca tereddüt etmedim, gittim. Zaten bir insan hakları aktivisti olarak yıllardır Kürt meselesi konusunda araştıran, düşünen, sorgulayan bir insan olduğum için Batman’a gitmek bana uzak olan bir konu değildi. Altı aydır Batman’dayım. Sağ olsun Batmanlılar beni seviyor, ben de onları seviyorum.
Kürt coğrafyasına baktığımda ise bir karamsarlık, bezginlik görüyorum. Yıllardır devam eden ve çözülmeyen sorunlara çare bulma umudu her geçen gün azalıyor. Kürtler sessiz ve umutsuz. AK Parti cepten yiyor. Bu ne demek? AK Parti hendek, barikat olaylarıyla puan kaybetmiş durumdadır. HDP’ye yaptığı icraatlarla can veriyor. Kürdistan bağımsızlık referandumuna sert bir şekilde karşı çıkması, Kürtler arasında önemli bir hayal kırıklığıydı. Çünkü bu konu, farklı kimlikten tüm Kürtlerin birleştiği bir konuydu. AK Parti, referanduma sert karşı çıkışıyla büyük hayal kırıklığı oluşturdu. AK Parti-MHP ortaklığı, AK Partili Kürtleri milliyetçi uygulamalar hakkında açıklama yapmakta zorluyor. Vicdanının sesini dinleyen Kürt, kırgınlığını belli ediyor. Tabii dinlemeyen de var… HDP ise, devlet ve PKK kavgası arasında kaldı. Biliyorsunuz kavgada arada kalan asıl dayağı yer. Bu kaderden tüm demokratlar da kendini kurtaramıyor. Buradan Türkiye’ye baktığımda hiç iyi bir tablo göremiyorum. Her geçen gün hukuktan uzaklaşan, demokrasinin rafa kaldırıldığı keyfi bir OHAL rejimini görüyorum. Her kesimden insan hukuksuzluğu hissetmeye başlıyor. Sağcı, muhafazakâr insanların da bir kısmı ihlallere karşı devleti koruyan, önceleyen reflekslerini gözden geçirme ihtiyacı hissediyorlar.
-Kürtler neredeyse her seçimde kayda değer bir oranda AKP’ye oy verdiler. Ancak özellikle sokağa çıkma yasaklarından sonra, büyük bir kırılma yaşandığı sürekli dile getiriliyor. Rantçı çevreleri bir kenara bırakırsak, AKP’ye düne kadar oy veren Kürtlerin şu anki duygu durumlarına dair tespitleriniz neler?
-Kürtler demokrasi vaat eden her ele el uzattılar. Turgut Özal’ın da çabaları olduğunda karşılık verdiler, el uzattılar. Erdoğan açılım süreci, çözüm süreci başlattığında da uzattılar. Çözüm sürecinde büyük umutlar yeşermişti. Yapılan anketlerde çok yüksek oranlarda süreç destekleniyordu, sürecin bitişinden sonra yeniden çözümün bulunması isteği batıda azalsa da, Kürt illerinde yine aynı yüksek orandadır. AK Parti’ye oy veren Kürtler siyasi olarak atılan adımları destekliyor, ancak bu adımlar her geçen gün azalıyor. Ülkenin geneline egemen olan devlet ideolojisini ön plana çıkaran yönetim anlayışı, her geçen gün umutları azaltıyor. Çözümün silahta değil siyasette olduğunu düşünerek AK Parti’nin adımlarını düşünen kesim her geçen gün daha bir hayal kırıklığına uğruyor. Ekonomik vaatlerle Kürt meselesinin üstünün örtülme çabası bir müddet durumu idare etse de, sorunlar bastırılmaya çalışıldığı yerden tekrar gün güzüne çıkar. AK Parti’ye oy veren Kürtler her geçen gün daha fazla açıklama yapmak zorunda kalıyorlar. Her geçen gün daha çok mazeret bulmaya çalışıyorlar. Hendek-barikat sürecinde puan kaybeden başkanı, vekilleri, il başkanları tutuklu olan HDP, kolu-kanadı budanmış olsa da AK Parti’nin bu politikalarından dolayı puanını yükseltiyor. AK Parti ekonomik vaatlerle, sosyal desteklerle Kürt meselesinin üstünü örteceğini düşünüyor. Bu konuda geçici bir süre başarılı olsa da uzun vadede sorunları kronikleştirmekten başka bir şeye yaramayacak, bu politika. Çatışma döneminin galibi olduğu için kendisine güvenen AK Parti sorunların hukuki çözüm zamanında bu anlayışıyla sınıfta kalmaya mahkûm. Kürtler artık çatışmanın olmadığı, ama onurlarının korunduğu bir çözüm tarzı istiyor.
-Sizin hikâyenizden biliyoruz, KHK’liler için ekmeğin aslanın ağzında olduğunu. Siz spesifik ve uzmanlık gerektiren bir mesleğin mensubu olduğunuz için belki nispeten şanslısınız ama sizin gibi şanslı olamayanlar var. Ne yapıyor KHK’liler, ne yiyor, ne içiyor, nasıl geçiniyor?
-KHK’lılar çok zor durumda. Ben uzman doktor olmama rağmen ancak altı ayda ikamet yerim dışında özel bir sağlık kuruluşunda iş bulabildim. Zira özel hastanelerin çoğu KHK’lı doktor almak istemiyordu. Son zamanlarda biraz gevşeme olsa da oldukça önemli mağduriyetler sadece KHK’lıya değil, hastalara da yaşatılıyor. Zira tıp fakültelerinin kadrolarında çok spesifik hastalarla uğraşan bilim adamları KHK ile ihraç edildiklerinde özel hastanelerde iş bulsalar da sıradan vakalarla karşılaşıyor. Bu hem devlet hem hasta hem de doktor için büyük bir kayıp, büyük mağduriyetler oluşturuyor, o kişinin uzmanlaşması için sarf edilen çaba, faydalı olduğu kişiler, KHK’lının çalışma azmi hep eksiye düşüyor. Bu bilimsel hazinenin hoyratça harcanması demektir.
-KHK’li yakınlarının sorunlarına dair çok şey okuyoruz, özellikle sosyal medyada. Her ne kadar ana akım ya da diğer medyalarda konu olmuyorsa da, ciddi bir dışlanmadan bahsediliyor. Bu nasıl bir dışlanma, tarif edebilir misiniz örnekleriyle?
-Her meslekten KHK’lı var. Devlet memuruyken ihraç edilip özel sektörde iş bulma imkânı olmayan meslek alanları var. Bu insanlar birden neye uğradığını şaşırdı, çok zor durumda kaldı. KHK’lıların çoğu maddi olarak çok zor durumdalar. Sadaka, zekâtla geçinebilen çok aile tanıyorum. İnsanları her yerden kuşatmaya almışsınız, özelde iş bulamıyor, bulsa bile bir müddet sonra çıkarılıyor. Evini kapatıp ailesiyle babasının, kayınpederinin yanına taşınmakla masrafları azaltmaya çalışıyorlar. İş kurmaya çalışan, yıllardır devlet memuru olduğu için özel sektörde iflas edebiliyor. İhraca borçlarıyla, kredi aidatlarıyla yakalananlar daha büyük ekonomik sıkıntılar yaşayabiliyor. Elindeki malını, arabasını satıp bir müddet geçinen ve para bitince çok zor durumda kalan insanları biliyorum. KHK’lıların çoğu anti depresif tedavi görüyor. Aile ilişkileri bozuluyor, sorunlara çözüm bulma yetileri azalıyor, boşanmalar artıyor, bunlar maalesef buzdağının görünmeyen kısmı.
‘KHK’lıların çoğu sesini çok duyurmak istemiyor, çekiniyor, korkuyor’
-15 Temmuz, elbette tarihi darbelerle yazılan bir ülke olarak hiçbir yurttaşın onaylamadığı bir vakaydı. Fakat siz bir insan hakları savunucusu olarak, 15 Temmuz’un mağdur ettiği sivillerin sorunlarını ısrarlı bir şekilde gündemde tutuyorsunuz. Çocukları sormak istiyorum. Anne-babasının tutukluluğu ve yakınlarının sahip çıkmaması nedeniyle çocuk esirgeme kurumlarına verilen yüzlerce sahipsiz çocuktan bahsediliyor. Bir iddia da, çocukların yakınlarının bulamadığı kurumlara yerleştirildiği. Bu konuya ilişkin ne tür bilgileriniz var?
-Anne-baba tutuklu çok kişi var. Çocuklar ortada kalıyor. Ya çocuk esirgeme kurumuna veriliyor ya da akrabalarına. Çok büyük dramlar yaşanıyor. Suçsuz günahsız çocukların gözyaşları, masumane söz ve fiilleri yürekleri dağlıyor. Cezaevindeki babasının resmini duvara yapıştırmış, her gün öpen çocukları biliyorum. Görüş günlerinde kavuşma ve ayrılma gözyaşlarının birbirine karıştığı çocukları biliyorum. KHK’lıların çoğu sesini çok duyurmak istemiyor, çekiniyor, korkuyor çok dram yerin altında kalıyor, duyulmuyor. Anne- baba 17 aydır tutuklu çocukları biliyorum, 3 çocuk 3 ayrı akrabada uzak illerden farklı cezaevlerine getiriliyor, bazen aynı gün ve saate denk geldiği için anne veya babasını ziyaret edemiyor. Çocuklarda çok önemli psikolojik travmalar var, anne babalarına toplum içinde hakaret edilen, ‘vatan haini’ ilan edilen evlerde, sokaklarda yaşamak nedir bilir misiniz?
“Yeğenine ‘Ben de ihraç edilirim’ diye telefon bile etmeyen amcalar biliyorum”
-Bu sahipsiz bırakılan çocukların durumuyla ilgili en çok merak ettiğim şu: Nasıl bir duygu, kendi kanından canından bir çocuğa sahip çıkmayı reddeder? Korku bu kavramı açıklayabilir mi?
-Evet, kulaklarınıza, gözlerinize inanamıyorsunuz ama böyle vakalar çok. Öyle bir fanatizm sarmış ki ortalığı darbeye karşı çıktığını sanıp inanılmaz vicdansızlıklar yapıyorlar. Bir insanın fanatik taraftarlığından dolayı 17 aydır cezaevinde olan oğlunun çocuklarına, yani torunlarının yüzüne bile bakmaması nasıl bir şeydir, anlamak mümkün değil. Kardeşinin çocuklarına bakmayan, “Ben de ihraç edilirim” diye telefon bile etmeyen amcalar-teyzeler biliyorum maalesef. Çok dramlar var, çok KHK’lı dostu-düşmanı ihraç edildikten sonra anladığını, büyük hayal kırıklıklarını en yakınlarından yaşadığını anlatıyor. Hak ve Adalet Platformu olarak 2160 kişiyle yaptığımız anket ve birebir görüşmelerden oluşturduğumuz 461 sayfalık raporumuzu incelemenizi öneririm. Sabaha kadar anlatsam bitirilemeyecek çok çarpıcı durumlar var.
‘668 bebek şu anda cezaevlerinde’
-Bir de hapisteki çocuklar-bebekler mevzusu var. Doğumhaneden alınıp tutuklanan kadınlar diye bir realiteyle galiba ilk kez tanışıyoruz değil mi memleket olarak? İnsan hakları hukuku çerçevesinde, bu kadınlar hakikaten ‘suçlu’ olsalar bile işletilmesi gereken prosedür ne olmalıdır?
Bu konu çok büyük ve açık bir yara. 5275 sayılı yasa çok açık, kadınların hamilelik dönemi boyunca ve doğum sonrası ilk 6 aya kadar tutukluluk ve mahkumiyetleri erteleniyor. Ama binlerce örnekle bu yasa çiğneniyor. İnsanın aklı almıyor bu kadar açık bir şekilde yasa nasıl çiğnenir? Hamileyken tutuklanıp, cezaevindeyken doğum yapıp, kapısında polisin beklediği, lohusa kadına ilk gece savcının refakatçi izni vermediği ve ardından tekrar cezaevine yollandığı vakaları bizzat biliyorum. Düşünün doğum sancıları çekiyorsunuz, kapınızda polisler, bebeğiniz dünyaya gelmiş, kapınızın önünde yine sizi götürmek için bekleşen jandarma veya polisler… 40 günlükken cezaevine bebeğiyle girmiş, 14 aylık olmuş çocuklar var. Yürek dağlayan manzaralar bunlar. 17 bin civarında anne ve 668 bebek şu anda cezaevlerinde. Cezaevleri hamileler, anneler, bebeklerle doldu. Cezaevlerinin demir kapılı, madden ve manen soğuk ortamları o bebekler için hiç uygun değil. Bir de erkek çocuklar baba örneği görmeden sadece kadınlar arasında büyüyor, bu da önemli psikolojik ve sosyal sorunlara yol açıyor. O anneleri bir dinleseniz, bin inlersiniz. Bu dramların ideolojisi yok, insan olan bunlara tahammül edemez.
-Türkiye bir yandan mültecilere ev sahipliği yaparken, kendi yurttaşlarının da denizde facialar sonucu hayatını kaybettiği bir ülke haline geldi. Bu facialar sonucu bazı aileler toptan yok oldu. Mülteciliği seçmek zorunda kalan bir toplumsal ruh halini nasıl tahlil edersiniz? Gözlemlediğiniz örnekler var mı?
-Ülkedeki bu hukuka güvenilmeyen ortamdan dolayı kaçıp giden çok aile oldu. Çok güvensiz yollardan ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar ve sonunda facia patladı. Bir KHK’lı aile tüm fertleriyle denizde boğularak yok oldu. Bu korkunç bir faciaydı. Olayı kamuoyunda ilk duyuran ve yakınlarıyla konuşup ayrıntısıyla yazandım. Hüseyin Maden eşini ve 3 çocuğunu alarak bir botla Türkiye’den Midilli adasına geçmek isterken, botun batması sonucu ailesiyle boğularak öldü. 5 kişilik ailenin 3 ferdinin cenazesi bulundu, diğerlerinin cenazesi bile bulunamadı. Yürek dağlayan bu olayı Türk medyası inanılmaz bir şekilde görmedi. Fransa ve ABD gazetelerinin beni arayarak bilgi aldığı bu faciayı görmemek, hangi medya etiği ile açıklanabilir, bilemiyorum. İktidarın hoşuna gitmeyecek bir olayı haber yapmayan medya varsa işimiz çok zor demektir. Mülteciliği seçmek çok zor bir ruh hali… Yakınlarınızı bırakarak kaçmak, geleceği belirsiz sulara açılmak, maddi ve manevi bir belirsizliğe gitmek çok büyük bir itici gücü, mecburiyeti gösteriyor.
‘1 yılda 13 siyasi kaçırılma iddiası var’
-Bazı ailelerin de; babalarının, kocalarının, kardeşlerinin ‘kaçırıldığı’ yönünde iddiaları var. Bu iddiaların bir temeli var mı? Söz konusu kişilerin daha önce istihbarat veya emniyet kökenli işlerde çalıştığı yönündeki iddialar da kamuoyuna sızdı. Darbeye katıldılarsa tutuklanmaları hukuki iken, kaçırılmak gibi bir şey film sahnelerini andırıyor adeta. İddialar doğruysa, akıbetleri belli oldu mu bu kişilerin?
13 siyasi kaçırılma iddiası var son bir yıldır. Bunları çok takip ettim, çoğu siyah transporterlarla kaçırılmış. Güvenlik kamera kayıtları böyle gösteriyor. Eskiden beyaz Toroslar vardı, şimdi de siyah transporterler… Bu kişilerin Gülen hareketinden olduğu ve sorgulanmak için kaçırıldığı iddiaları var. Kaçırılan yakınları, hukuki ve siyasi her yolu denediklerini ama bir noktadan sonra ilerleyemediklerini belirtiyor. Müracaat ettikleri resmi makamlarda siyasi etiketlenmelere ve aşağılanmalara uğradıklarını iddia ediyorlar. İnanılmaz bir şekilde bu olaylar gündem olmuyor, normal bir hukuk devletinde yer yerinden oynatacak iddialar bunlar. Sadece insan hakları derneklerinin istatistiklerinde veya hak savunucularının gündeminde olabiliyorlar. Kimi kaçırılan daha sonra ortaya çıktı, çok bitkin ve konuşmak istemeyen haldeydiler. Bir hukuk devletinde suçlu isnadı, kaçırılma iddiası varsa hukuki yollar bellidir.
-Şimdi bir de Kamu Güvenlik Timi adı verilen bir oluşumdan bahsediliyor. Bu birimin de birtakım kaçırma vakalarının faili olduğu iddia ediliyor. Eski devletin yöntemlerinin yeniden güncellenmesinden, ne anlamalıyız?
-Malum eskiden bu tür iddia edilen kaçırma olayı çok olurdu. Muhalif olduğu iddia edilen kişilerin kaçırıldıktan sonra hep bilinen coğrafi üçgenlerde cesetleri bulunurdu. 12 Eylül döneminde de bu vakalara çok rastladık. Yargısız infazlar, cesedi bile bulunamayan vakalar çoktur. Cumartesi Anneleri yıllardır her cumartesi niye eylem yapıyor, yakınlarını soruyor? Açılım ve çözüm süreci sırasında Türkiye’nin sorunlarını çözebilen bir hukuk devleti olabileceğinden umutlanmıştım, şu an geldiğimiz yer itibarıyla büyük hayal kırıklığı yaşıyorum. Türkiye hiç bu kadar hukuktan geri gidiş açısı çizmemişti, maalesef bunu son yıllarda çok yaşıyoruz.
-Bir insan hakları savunucusundan öte, dindar bir insan olarak şu konudaki görüşünüzü merak ediyorum: Darbe girişimi davasından tutuklamalar muhafazakâr camiada ‘Hak ediyorlar’ diye mi karşılanıyor? Mesela gün gelip başka bir cemaatin mensupları da aynı sonu yaşayabilir mi? Sanıyorum çok sayıda yaşlı ve hasta tutuklu da var. Buna rağmen bir ‘hak etmek’ fiili cümlede nasıl kullanılabilir?
-Bir dindar olarak beni en çok üzen dindar muhafazakâr camianın bu denli ahlâki, vicdani duygularını kaybetmesi, hakkaniyetten uzaklaşmasıdır. Başörtüsü yasaklarına karşı dururken de bu hastalığı hissediyor ve eleştiriyordum ama o zamanlar bu hastalık ezilen sınıfında yer aldığı için çok dindarda açıkça görünmüyordu. Ne zamanki iktidar ele geçirildi, dünün mazlumları bugünün zalimleri olmaya başladı. Haksızlığa kim olursa olsun karşı çıkmak gerektiğini söyleyenler beni hayal kırıklığına uğratarak kazandıkları şekli hak ve özgürlüklerinden başka bir şeyi tanımaz oldular. “Başkasının hakkı, hukuku” gibi cümleler lügatlerinden silindi. Yıllar sonra sahip oldukları iktidarı kaybetmemek için şu an yaşanan milyonlarca haksızlığı görmemeyi başarıyorlar. Bu toplumda din ve dindara yönelik büyük bir hayal kırıklığıyla sonuçlanıyor. İslamofobi sanırım hiç olmadığı kadar güçlendi ve bunu başaran İslamcı bir iktidar. Başkasına yapılan tüm hukuksuzlukları ‘Hak ediyorlar’ diye karşılıyorlar maalesef. Toptancılık hâkim, bir sürü hatalı işlem olduğunu söylüyoruz, reddediyorlar, dediğimiz haklı çıktığındaysa kulak asmıyorlar.
-Bir de KHK’ler sonucu yaşanan intiharlar var. Ne anlatabilirsiniz intiharlarla ilgili bize?
-İntiharlar, OHAL ve KHK rejiminin en dramatik yönü. KHK ile iade edilseniz de artık önemi yok, çünkü bu zulümden dolayı hayatınıza son vermişsiniz. 50 civarında intihar vakası var. Kesin sayı tespit edilmiş değil, zira bazıları ailevi ve dini nedenlerle çok ortaya çıkmıyor, duyurulmadan gömülüyor. İntiharlar, açıkçası bu süreçte beni en perişan eden, üzen olaylar. Her KHK’lı intihar eden haberini duyduğumda adeta beynimden vuruldum, şoke oldum. İntihar vakalarını araştırmak, yakınıyla konuşmak yürek ister, dayanılacak gibi değil. İntihar eden KHK’lı Sevgi hemşireyle ilgili eşiyle yaptığım konuşma belki hayatta en zorlandığım konuşma olmuştu. Açıkçası çok etkilendim. Zira kocası gün gün, dakika dakika eriyen 3 çocuk sahibi bir anneyi tarif ediyordu. En küçüğü 7 aylık 3 yavrunuz olmasına rağmen intihar etmeniz için nasıl bir neden olabilir? Gerçekten eşinden onun yaşadıklarını dinledikçe intiharıyla ilgili üzüntüm daha da arttı. Her bir intiharın ardında çok büyük dramlar olduğunu bilmenizi isterim.
-AKP’yi ve tabanını yakından tanıdığınızı varsayarak soruyorum: İktidarın yenilikçi söylemle başlayıp, şimdi geldiği noktayı göz önünde bulundurursak, bu çizginin daha ileri gideceği bir yer var mı?
-Bu çizginin daha ileri gideceği nokta maalesef daha da hukuksuzluktur. 2015 yılına kadar iktidarın hukuka dönebileceğine dair bir umudum vardı ancak şimdi yok, artık hukuka ve demokrasiye döneceklerini düşünmüyorum. Zira yapılanlar geri dönüşümsüz bir çizgiyi hatırlatıyor. Yenilikçi söylem belki iyi niyetliydi ama tek adamcılığa sapıldığı andan itibaren geri dönüşümsüz bir yola girildi.
-İnsan hakları kavramı, Türkiye kamuoyunun gündemine en sık ve yoğun olarak 12 Eylül darbesiyle girdi. Ve iki kurum sizin bir dönem genel başkanlığını yaptığınız Mazlum Der ve İHD bu konuda çalışmalarını istikrarlı sürdü. Şu anda sanki ‘hangi insanın hakları’ günlerindeyiz. İnsan hakları mücadelesinde bir ‘bizden-onlardan’ ayrımı yapılıyor. Sizin bu konudaki görüşleriniz nedir?
-İnsan hakları kavramı herkesin, herkes için, her hukuksuzluğa karşı çıkmasıdır. Çok erdemli bir tavırdır ama aynı zamanda son derece zordur. Zira insan nefsinin zorladığını değil, başkası için adaleti savunmak, erdemi istemek durumundasınızdır. İnsan hakları kavramına ilk başta çok kişi kendi sorunu açısından baksa da kavramın içine ve dünyasına girdiği zaman ötekinin hakkına duyarlılığı artar. Günümüzde büyük bir imtihan yaşanıyor. Haksızlara “onlar da şunu yapmıştı” diye değil, kimliğe bakmaksızın haksızlığa ilkesel karşı çıkılması gerektiği için karşı çıkılmalıdır. Bu haksızlık yapanın da özeleştiri yapmasına neden oluyor. Kötülüğe iyilikle karşılık vermek kadar iyilik oluşturan başka bir şey var mıdır? Günümüzde bu alanda biraz ilerleme görüyorum. Mesela birçok sağcı, muhafazakârın dün solcu, Kürt, Alevi için sesini çıkarmadığı zulümler başına geldiğinde önemli özeleştiriler yaptıklarını görüyorum. Bunlar küçük adımlar olsa da her farklı kesim, kuyruk acısı hesabı yapmadan insan haklarının o geniş şemsiyesinin hem kendisi için hem de karşısındaki için çok adaletli ve güvenli olduğunu anlamalıdır.
‘Dertleri iktidarı kaybetmemek, çünkü kriter adalet değil, güç’
-Yolsuzluk iddialarıyla ortalık toz-duman. Artık sadece memleketin içinde değil, ABD mahkemelerinde de jüri üyeleri uyusa da, biz uykularımızdan uyanarak mahkeme twitleri okuyoruz. Psikiyatr Cemal Dindar, eksilen utanma duygusunu ‘uykuda olan kitle utanmaz’ sözleriyle açıklamayı tercih etmişti. Siz de geçen gün “AK Partililer ne zaman uyanacaksınız?' diye bir yazı kaleme aldınız. Cevap geldi mi yazınıza? Ya da cevap vermekten imtina edenler, fısıltıyla da olsa bir şeyler mırıldandılar ahvallerine dair?
-“AK Partililer ne zaman uyanacaksınız?” diye bir yazı kaleme almıştım. Bu soruları son yıllarda çok sordum ama vicdanlı bir cevap almak çok zor. Zira inanılmaz bir kutuplaşma var. Partililer bir takımın fanatik taraftarı gibi parti ve liderlerini tutuyor ve sorgulamaya, akletmeye yanaşmak istemiyorlar. İnanılmaz bir şekilde bir değil, bin olan hukuksuzlukları görmezden geliyorlar. Dertleri iktidarı kaybetmemek, çünkü kriter adalet değil, güç. Aslında bu hastalık Türkiye’de iktidara gelen her kesim için aynı oluyor. Çözüm, farklı tüm kesimlerin çoğulculuğu kabul etmesi, farklılığa saygı göstermesidir.
‘Tek tip ‘yeni Türkiye’ iddiasında olanların eski Türkiye yaratma sevdasıdır’
-Hükümetin cezaevlerine tek tip elbise dayatmasını nasıl yorumluyorsunuz, sonuçları ne olur?
-Bu uygulama çok vahim bir gelişmedir. “Yeni Türkiye” iddiasında olanların eski Türkiye yaratma sevdasıdır. Zira bu tür uygulamalar 3. dünya ülkelerinin, soğuk savaş yıllarının uygulamalarıdır. Zaten uygulamayı savunmak için daha kötü olduğu iddia edilen Guantanamo’dan örnek veriliyor. Bu çok üzücü, örneğimiz kötü mü, iyi mi olmalıydı. Niye insan haklarına önem veren cezaevi uygulamalarından örnek vermiyorsunuz? Örnek hukuktan verilmeliydi. Kin, nefretle bir yere varılmaz. Yargılamanıza şahsi duygularınızı karıştırdığınızda istediğinizin tam tersi sonuçlar alırsınız. Bu uygulama masumiyet karinesini ihlal ettiği çok bariz bir uygulamadır. Zaten sıkıntılı olan cezaevlerinde tansiyonu yükseltecek bir girişimdir. Ayrıca son KHK’daki sivillerin çeşitli olaylardaki müdahalesi ve infazına göz yuman maddeler, hukuk devletinin bittiğinin ilanı gibidir.