Medya içinden satın alınarak ya da gönüllü bir şekilde meslektaşlarına ihanet eden, ihtiraslarının esiri olan kişilerin yediği naneler tek tek ortaya çıkacak.
MAFYATİK DÜZENİN KÖSTEBEKLERİ
Bizzat yaşayan birinden duymasam ve orada bulunan birinden teyit etmesem anlatmam size şu olayı: Birkaç medya yöneticisi bir medya merkezinde bir araya gelir. Havadan sudan konuşulmaktadır. İlginçtir ki; ev sahibi durumunda olan yönetici arada bir haber kanallarından birine bakmakta ve her baktığında canı daha da sıkılmaktadır. Öfkesini gizleyemeyen yöneticiye diğer bir medya yöneticisi “Bir problem mi var?” diye sorar. Sıkıntılı yönetici, önce konuşmak istemez; sonra içini dökmeye karar verir: “Bak şu programda konuşan arkadaş bana bağlı bir haberci. Yani bana maaşı kim veriyorsa bu arkadaşa da maaşını o veriyor. Valla yemin ederim onun taktığı saati ben takamam, giydiği elbiseyi ben giyemem; aldığımız maaş yetmez çünkü…”
Hiç beklenmedik bir şekilde söylenen öfkeli laflar diğer yöneticiyi şaşırtır. Ayrıca ekrandaki gazeteciyi tanımakta, onu iyi bir yorumcu, doğru bir gazeteci olarak bilmektedir. Açıklama bekleyen gözlerle arkadaşına bakar. Devam eder ünlü yönetici: “Abi çok iktidar gördüm bunlar kadar içerden adam satın alan, onları kirli işlerine sokan bir odak görmedim. Adam güya bizden maaş alıyor, ama bizim verdiğimizin bilmem kaç katını Ankara’da iktidarın adamları veriyor. Ya ortak yapıyorlar, ya ona yeni imkan tanıyorlar ve en sonunda bizim muhabirimiz, temsilcimiz vs. dediğimiz kişiler bunların kulu kölesi haline geliyor.”
Bu anıyı sağda solda paylaşan yönetici her defasında “Neyse ki bizde böyle adamlar çıkmıyor, bizdekiler mütevazı çocuklar” falan diyordu; ama onun da yanıldığı anlaşıldı. Pek çok kişi bir şekilde yıllarca çalıştığı, ekmeğini yediği, anılarını paylaştığı kurumlara karşı köstebek yapıldı.
Cumhuriyet’teki köstebekler
Son örneği Cumhuriyet baskınında gördük. Yalçın Doğan çok enteresan bir yazı yazdı T24’teki köşesinde. Çok açık bir dille Cumhuriyet Gazetesi’ne kurulan kumpastan eski iki Cumhuriyet yazarı ve yöneticisini sorumlu tuttu: Mustafa Balbay ve Alev Coşkun. İkisi de uzun yıllar Cumhuriyet’te çalışmış kişiler. Buna rağmen ikisi de Saray’la işbirlikçilik yapıp Cumhuriyet’e operasyon yapılmasına zemin hazırlamakla suçlanıyor. Neden?
Coşkun ve Balbay, Cumhuriyet Vakfı’yla ilgili Vakıflar Genel Müdürlüğüne şikâyette bulunuyor. Müfettişler geliyor Cumhuriyet’e ve 15 Ağustos 2015’te bir rapor yazarak bir suça rastlamadıklarını tebliğ ediyor. Balbay ve Coşkun boş durmuyor ve yeni bir hamle yaparak iktidar çevreleri ile irtibata geçiyor. Bu durumu Cumhuriyet Gazetesi’nin 4 Ekim 2016 tarihli başyazısından takip edelim: “…Ölünceye kadar yönetimde bulunmayı kendilerine hak gören Cumhuriyet’in iki eski yöneticisi ve yazarı yeniden seçilmiş olmamanın etkisiyle iktidarın gazeteye müdahale etmesine zemin ve fırsat yaratmak için onunla işbirliği yapmaktadır.” Adres belli. Balbay ve Coşkun.
Bu duruma Yalçın Doğan isyan edip şöyle demiş: “Senin neyine Alev Coşkun, Cumhuriyet’le bu kadar uğraşmak ve şimdi başyazıda vurgulandığı gibi, “iktidara fırsat yaratmak”, senin neyine? Şimdi mutlu musun? Şimdi istediğin gerekçeyi ileri sür, bu kadar insan gözaltına alındıktan sonra. Ve belki de, dönen laflara göre, Cumhuriyet’e kayyım atanması söz konusu ise, mutlu musun şimdi? Ya sen Mustafa Balbay? Bütün varlığını Cumhuriyet’e borçlu olan sen, mutlu musun şimdi? Sen hapiste iken, aylığını Cumhuriyet ödemedi mi? Seni Cumhuriyet savunmadı mı? Hapiste olduğun halde, Cumhuriyet yine de yazılarını yayınlamadı mı? Şu anda milletvekili isen, bunu Cumhuriyet’e borçlu değil misin? Meclis’te CHP milletvekillerinin yanında otururken şimdi yüzün kızarır mı? Yok, Cumhuriyet Vakfı Başkanlığı, yok CHP Genel Başkanlığı adaylığı, hiç haddini bilmez misin?”
İhtiras öyküsü tek değil
Balbay ve Coşkun olayını tekil bir ihtiras öyküsü gibi dinlemeyin. Öyle olsa Ahmet İnsel dâhil pek çok önemli kalem bu konuyu tekrar gündeme getirmez. Ortada işbirlikçi bir yaklaşım ve satışçı bir tarz var. Kimisi hırsının esiri, kimisi korkunun. Hatta bazısı despotik rejimi içselleştirerek koşulların ne kadar ağır olduğunu bile unutmuş durumda.
Bu noktaya geliş bir plan üzere oldu. Her medya grubundan insanlar üzerinde yoklama yapıldı, zaaflar belirlendi ve her yerde ispiyoncu kişiler bulundu. Çeşitli vaatler verildi, onları işbirlikçi olmaya ikna edecek argümanlar üretildi. Hemen her kurumda bazı şahsiyet sorunu yaşayan insanları buldular ve onların yalan yanlış gammazları üzerine medya kapılarına kilit astılar.
ZAMAN'DA BİLE YAŞANMIŞ BÖYLE ŞEYLER
Geçen dinlediğim bir arkadaşın anlattığına göre Zaman’da bile böyle şeyler yaşanmış bir miktar. Örneğin Kendini Tırsak Taci diye takdim edem ‘çapsız bir muhteris’, itirafçılık ayağı ile bir sürü iftirada bulunmuş, karakola gidip resmen satış yapmış, hem de en yakın arkadaşlarına karşı. Başka bir cemaatten atılmış, geçim sıkıntısı çekmesin diye işe alınmış, komşuluk yapılmış, arkadaşlık ilişkisi kurulmuş, başka bir cemaatten olduğu bilindiği halde hep el üstünde tutulmuş bir kişinin bugün her türlü yalana sarılması sadece kinden, garezden ya da karakter zaafından kaynaklanmıyordur sanırım. Beraber namaz kıldığı adamlara iftira edecek kadar gözü dönmüş bir kişi hakkında ne düşünüyorsunuz dedim geçenlerde bir eski Zaman yöneticisine, bana çok derinden bir ah çekerek “Ne diyeyim Allah’ından bulsun!” dedi. Ağır bir laf; tabi neyin ağır olduğunu bilen ve her konuyu mugalâtaya getirmeyen için…
BİR GÜN HER ŞEY ORTAYA ÇIKACAK
Kuşkunuz olmasın Zaman’dan Cumhuriyet’e, Alevilerden Kürtlere kadar uzanan ve toplumun tamamını devlet terörü ile karşı karşıya getiren haramilik düzeni elbet bir gün gümbür gümbür yıkılacak. O gün medya içinden satın alınarak ya da gönüllü bir şekilde meslektaşlarına ihanet eden, ihtiraslarının esiri olan kişilerin yediği naneler tek tek ortaya çıkacak.
Nazif Apak/TR724