Mağdurlara mesajlar...

Safvet Senih, mağdur ve mazlumlara iletilmek üzere gelen mesajları derledi.
Büyük çilekeş kendisi gibi mağdur ve mazlumlara şöyle sesleniyor:

Olması mümkün olan bir şey için; “OLMAZ”  diyenler, farkına varmadan şirke düşmüş olabilirler. Esbaba müracaat etmeden “OLMAZ” demek; (Hâşâ)” Yaratacak ve yapacak olan, Allah değil; benim” demek gibidir. Hayber’in kale kapısını yerinden söküp atan, Hz. Ali’nin kolundaki kuvveti değil, gönlündeki “onu söküp atmaya” olan imanıdır. Sizin imanınızla ikâme ettiğiniz işleri, imkânıyla deruhte etmeye çalışan öyle safderunlar var ki!... Zannediyorlar ki, olanlar imkanla oluyor. Halbuki olanlar, imkanla değil; imanla ve inayetle oluyor.

Bugün olanlarla bizim aramızdaki münasebet, incir çekirdeği ile incir ağacı arasındaki münasebet gibi bir münasebet… O (c.c.) dileyince, olmayacak şeyler olur. Hem O’nun (c.c.) şen’i rubûbiyetindedir; “Küçüklere, büyük işler gördürerek, Kendi büyüklüğünü gösterir.

Ölene kadar koşmak için;  “HİZMET” dendiği zaman coşmak lazım. kendinden motorlu olanlar, yelkenine başkasının rüzgar taşımasına ihtiyaç duymazlar. Negatifi izâle etmeden, pozitif îfâ edemezsiniz. Olumsuz nazarla meseleleri mütalâa edenler, olumlu sonuç elde edemezler. Ümidi olmadan yola çıkanlar, yola çıkmadan yorulurlar.

Hedefi ulvî olanların, himmetleri âli olur. Herkesin belli olmayan ok’un , nereye varacağı da belli değildir.

Hedefi rızaya ermekse; esbaba müracaat bir esas, ihlas ile yürümek bir usul, bunların subût bulması için, “sabr ve sebât” ise, bu yolun en önemli erkânıdır.

Herkesin kendisine terettüp eden hedefini aldığı yerde, üzerine hedef almayan kimse, sırtındaki sadâğına ok koymadan, cepheye çıkan nefer gibidir. Sadâğı boş olanın, yayından ok çıkmaz.

Hedefsiz ve gayesiz olanlar, hedefi olanlara, sadece yük olurlar. Çünkü meşgul olmayanlar, meşgul ederler. Küçük hedeflerle, büyük sonuçlar elde edemezsiniz. Hedefi küçük olanlarla, büyük işler görülemez.

İnsan, kendini sırtına aldığı, yüküne göre ayarlar. Yükü hafif olanın, seyirtmesi çok olur.

İnsanların taahhütlerini tâkip etmezseniz, ahlâklarını bozarsınız. Ortaya koyduğunuz hedeflerin süreçlerini takip etmezseniz, sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsınız. Verdikleri sözü namus bilenler, namuslarına söz getirmeyenlerdir. Vazifelerini tekâsül ile ihmal edenler, kendilerini lüzumsuz şeylerle meşgul ederler. Lüzumsuz şeylerle iştigal edenler, nazarlarını aslî işlerine ircâ edeceklerine, her tür lüzumsuzluklarını, bir luzûmiyet ile te’vil ederler. 

Yaptıklarını beklentilerine bina edenler, beklediklerini bulamadıkları an, mazeret kılıflı, binbir bahane ile çekip giderler. 

Her öksürmede bir alkış bekleyenler, öldükten sonra kabre giderken bile alkış beklerler. 

İnsanın kolu kanadı kırıldığında, insanın aradığı; kolunu, kanadını saracağı bir doktor değil; gönlünü alacağı bir dosttur. Hizmetin zevkine, tadına, aynı sofrada kaşık çaldıklarınızla değil; aynı hissiyatı paylaştığınız dostlarınızla erebilirsiniz. Dostluk, güvenle oluşur, sâdâkatle gelişir, vefâ ile zirvelere ulaşır. Güvenin kaybolduğu yerden sâdâkat gider, vefa ise dostluğa “elvedâ” der. Vefanın bittiği yerde, dostluk da biter. İmtihan oluncaya kadar kendilerini, birbirlerine dost zanneden nice kimseler vardır ki; imtihan olunca, gerçekten dost değil; sıradan bir arkadaş olduklarının farkına varmışlardır. Bu hizmette, arkadaş da lazım… Ama ebediyete uzanan, bu uzun yolculuğu suhuletle aşmak için, arkadaştan öte; “Yıkılmaktan endişe ettiğinde, bir sütun gibi dayanacağın; daralıp bunaldığında, dizine baş koyacağın; dolup da boşalmak istediğinde, baş başa verip ağlayacağın; heyecanından heyecan alıp, birlikte koşacağın; namusunu bile emanet etmek gerektiğinde, emanet etmekten hiç endişe duymayacağın, bir dost lazım. Eğer bulursan böyle bir dost; işte o zaman, her cefâ, olur sefâ… Bulamazsan eğer, işte o zaman vââ esefââ… İnsanın sâdık arkadaşa olan ihtiyacı, diğer zarurî ihtiyaçlarından daha ehemmiyetsiz ve geri değildir. Dostluk, her şeyden evvel bir gönül işidir. Onun riya ve aldatmacalarla elde edileceğini sananlar hep aldanmışlardır. Kara günlerin karanlıklarında, dostlarına ışığından ışık sunmayan kimselerden gerçek dost olamayacağı gibi, aynı zamanda o kimselerin kendileri, bir damla i’sâr ruhuna muhtaç “mürüvvetzede”lerdir. Varlıkta var olan dostlar, yokluk olunca da, yok oluyorlarsa; esasında  onların, dost olarak da, var olmalarının bir anlamı yoktur. Dostlarının ağlamasıyla ağlayamayan, onların gülmesiyle gülemeyen dost, vefâlı dost sayılamaz. Dostu tatlı sözünde değil, senin için inleyen öz’ünde ve senin ağlayan gözünde ara!.. Her yüze gülüp dilinden bal akıtana dost olma! Mahiyetinde eremediğin her dil çeşmesinden, su içilmez. Zira yılan, kuyruğunda gizlediği zehrini, her zaman diliyle akıtır. Dost bildikleriniz, size dost gibi davranmıyorlarsa, sizi dost görmemelerindendir. Sürekli sana baş sallayanın ve sürekli senin dertlerin için ağlayanın gözüne iyi bak! Zira birisi ayağına bakar; düşmeni gözler. Bir diğeri ise, alacağı dersi gözden alır, ona zâiddir sözler… Hakikî dost, düşebileceği yerlerde dostunu kollayandır; her işinde ona baş sallayan değil… Gerçek dost, dostuna diken gibi batar, ama gül gibi kokar.

“Kimse bu HİZMETİ  kurtarmaya kalkmasın. Bu HİZMETLE kurtulmaya baksın. Biz varız diye bu iş olmayacak. Bu iş olacağı için biz varız.”  

Safvet Senih 
ssenihsamanyoluhaber.com
28 Temmuz 2017 14:36
DİĞER HABERLER