Kur’an’ın nurları, sırları, feyizleri ve ilhamlarıyla gözleri sürmeli Bediüzzaman Hazretleri, zaman zaman, vakitleri ve mekanları aşan bir ruh hâletiyle hitap etmektedir. Enaniyet asrının, çifte enaniyeti nefis sahiplerine, kendisi üzerinden verdiği mesajlar çok hikmetli ve ibretlidir.
Mağrur, kibirli, inatçı, kaypak nefis
ABDULLAH AYMAZ | Samanyoluhaber
Üstad Bediüzzaman Hazretleri Mesnevî-i Nuriye isimli kitabının Hubab kısmında hep hitap ederken, “İ’lem eyyühe’l-aziz!” Yani aziz kardeşim bil ki!" diyor. Ancak bir yerde bu hitap şeklini değiştirip “İ’lem ey mağrur, mütekebbir, Mütemerrid Nefis!” diye bir uyarıda bulunuyor.
Sonra şöyle devam ediyor: “Sen öyle bir zaafiyet, âcizlik, fakirlik, miskinlik gibi hallere mahalsin ki, CİĞERİNE YAPIŞAN ve çok defa büyülttükten sonra ancak görülebilen bir MİKROBA mukavemet edemezsin; SENİ YERE SERER ÖLDÜRÜR.”
Bu Hubab Risalesinin fihristesinde deniliyor ki: “Üstadımızın İngilizlerin İstanbul’u işgali sırasında Hutuvât-ı Sitte isimli broşürü yazıp neşretmesi münasebetiyle taltif için Ankara’ya çağrıldığında, Ankara’da İslam ordusunun Yunan’a galebesinden neşe alan Ehl-i İmanın kuvvetli efkârı içine gayet müthiş bir zındıka fikrinin, girmek, bozmak ve zehirlemek için dessasâne (sinsi hile ve tuzaklarla) çalıştığını gördüğü hengâmda yazdığı bir eserdir. (…) Bunun hiçbir eserde rastlanmayan bir hususiyeti de, bir parmağın hareketiyle, birkaç makinayı birden çalıştırmak gibi, gayet belâğatlı bir tarzda beyan tarzına sahip oluşudur.”
Kur’an’ın nurları, sırları, feyizleri ve ilhamlarıyla gözleri sürmeli Bediüzzaman Hazretleri, zaman zaman, vakitleri ve mekanları aşan bir ruh hâletiyle hitap etmektedir. Enaniyet asrının, çifte enaniyeti nefis sahiplerine, kendisi üzerinden verdiği mesajlar çok hikmetli ve ibretlidir.
Kibir, gurur yüklü nefis ve enaniyetlerin Birinci Dünya Savaşı öncesi düşünce ve icraatlarından dolayı başlarına gelenleri Üstad şöyle anlatıyor: “İnsanların fikrî dalâletleri, Nemrudâne inatları, Firavunâne gururları, ŞİŞTİ ŞİŞTİ zeminde yetişti semâvata. Hem dokundu yaratılış hikmetinin sırrına… (Yani Allah insanları iman ve ibadet için yaratmıştı, onlar inkâr ve nankörlük tarafına gidiyor ‘Gökleri bir kağıt gibi deleceğiz ve (hâşâ) tanrının yokluğunu isbat edeceğiz’ diyecek hâle geliyorlar.) Onun için de Cenab-ı Hak, göklerden indirdi, tufan, tâun misali belaları.”
Netice milyonlar insan öldürüldü… Çoluk çocuk perişan vaziyette evsiz, yurtsuz, kıtlıkların pençesinde kaldı…
Hubab Risalesinin yazıldığı zaman da On Üçüncü Lem’a’da anlatıldığı gibi İlk Meclisi papatyalar gibi sarıklı âlimlerin % 90 nisbetinde doldurmasına rağmen % 10 nisbetindeki sinsi bir grup devlet gücünü ele geçirince mafya usulü öldürme, korkutma ve yıldırma metodları ile bütün gücü ele geçirip gaddarlığa ve zalimliğe başladılar. Çağın nefis ve enaniyetini temsil edenlere Üstad Hazretleri, kendisi üzerinden “Ey mağrur, kibirli, inatçı ve kaypak NEFSİM!” diyerek mesaj gönderiyor ve diyor ki: “Sizler Cenab-ı Hakkın Kahhar ve Cebbar gücü karşısında öyle zayıf, öyle âciz, öyle fakir ve miskin zavallılarsınız ki, Nemrutlara, Firavunlara musallat ettiği sinekler ve karıncalar gibi de değil; ancak çok çok büyüttükten sonra görülebilen bir mikrobu ciğerlerinize yapıştırır da geberir gidersiniz!..” diyor. Sonra neler oldu, bir düşünebiliriz.
Şimdilerde teknik ve teknolojinin fevkalâde (Allah’ın lütfu ile) gelişmesi neticesinde, bütün bu lütuf ve nimetleri İlahî birer ihsan ve ikram olarak görmeyen, bilakis nankörlükle şımaran insanlara da burada yine Üstad’ın bir mesajı var… Hâşâ! Cenab-ı Hakka hiçbir ihtiyaçları yokmuş gibi istiğnaya giren önemli insanlar, “Servetimiz çok, gücümüz büyük, tıbbımız fevkalâde gelişti…
Hatta ölüme bile çare bulabiliriz” şımarıklığına girince… Coronavirüs denilen ve aslında dünyada bulunan bu virüslerin hepsini toplasan iki gram bile gelmeyen halleriyle, insanları ne hale soktuğunu, Başbakanların başlarını semaya kaldırıp “İşimiz Tanrıya kaldı!” dediğini görüyoruz. İnsan Allah karşısında âciz, fakir, muhtaç bir varlıktır. Bu kusurlu hallerini idrak edip insanların Sonsuz Kudret karşısında Yaratılış hikmet ve sırrına uygun hayret ve muhabbetle secdeye kapanmaları gerekir. Kibir ve gururla bir imtina ve istiğnaya girersek işte o da böyle gururlu-kibirli burnumuzu gözle görülmeyen memurları ile zorla yerlere sürter ve gerçekte ne mâhiyette olduğumuzu bizlere bildirir…
İstiğna konusunda Kur’an’da şöyle buyuruluyor: “Ama cimri davranan, bir de Kendini güçlü sanıp, Allah’tan müstağni gören ve o en güzel kelimeyi (Tevhid sözünü) yalan sayanı ise, en zor, en güç yola saldırırız. O aşağıya doğru yuvarlanırken malı (imkanları, gücü) kendisine hiç fayda vermez.” (92/8-11)
Yine de Cenab-ı Hak, cebr-i lütfîsi ile, musibetlerle bizlere haddimizi bildirerek yol gösteriyor. Bizim bu İlahî işaretlerin ifade ettikleri dilleri anlamaya çalışarak yolumuzu bulmamız gerekiyor…